Hüzünlü Geceler
İsmini andım hüzünlü gecelerde
Senden uzak gözlerim ıslak hüzünlü
Dudaklarımda binlerce seranat
Sinemde yalvarış dillerimde yakarış
Ayaklarımda pranga ellerimde kelepçe
Kalemlerimde sana yazılmış dilekçe
İsmini andım hüzünlü gecelerde
Nağmeye bürünmüş hasretinden
Bir mehtap gecesinin şevkinde dururken
Küllenen acılar savruldu yeniden
İsmini andım hüzünlü gecelerde
Tatlı bir yorgunluk sarar yeniden
Tatlı bir hüzün sarar yeniden
Acı gülümsemeler dudaklarda yeniden
Bir meltem bir esinti bir fısıltı derinden
İsmini andım hüzünlü gecelerde
İsmini andım hüzünlü gecelerde
hüzzam bir ayrılık şarkısı mırıldanırken
Yalnızlık acı elem keder geriye kalan
Sadece sadece bir elveda kısacık
İsmini andım hüzünlü gecelerde
Çaresiz umutsuz gözyaşları
Söyler misin gözbebeğim
Söyler misin birtanem
Ayrılık acısı ve hüzün
Neden arkanda bırakılmış
İsmini andım hüzünlü gecelerde
Senden ayrı saatler gün günler yıl
Yıllar mevsim mevsimler asır
Hasretinden şiirler mısra mısra
Dokusu gözyaşı ilmeği hüzün
Kafiyesi ızdırap hecesi hüzün-efza
İsmini andım hüzünlü gecelerde
İsmini andım hüzünlü gecelerde
Senden uzak gözlerim ıslak hüzünlü
Dudaklarımda binlerce seranat
Sinemde yalvarış dillerimde yakarış
Ayaklarımda pranga ellerimde kelepçe
Kalemlerimde sana yazılmış dilekçe
İsmini andım hüzünlü gecelerde
Nağmeye bürünmüş hasretinden
Bir mehtap gecesinin şevkinde dururken
Küllenen acılar savruldu yeniden
İsmini andım hüzünlü gecelerde
Tatlı bir yorgunluk sarar yeniden
Tatlı bir hüzün sarar yeniden
Acı gülümsemeler dudaklarda yeniden
Bir meltem bir esinti bir fısıltı derinden
İsmini andım hüzünlü gecelerde
İsmini andım hüzünlü gecelerde
hüzzam bir ayrılık şarkısı mırıldanırken
Yalnızlık acı elem keder geriye kalan
Sadece sadece bir elveda kısacık
İsmini andım hüzünlü gecelerde
Çaresiz umutsuz gözyaşları
Söyler misin gözbebeğim
Söyler misin birtanem
Ayrılık acısı ve hüzün
Neden arkanda bırakılmış
İsmini andım hüzünlü gecelerde
Senden ayrı saatler gün günler yıl
Yıllar mevsim mevsimler asır
Hasretinden şiirler mısra mısra
Dokusu gözyaşı ilmeği hüzün
Kafiyesi ızdırap hecesi hüzün-efza
İsmini andım hüzünlü gecelerde
Yüzlerce mektup yazdım sana sevgili. Binlerce satır döktüm ayaklarının altına. Her bir sözcüğünde derdim sana olan sevgimi; her bir satırında kümeledim sana hasretimi... Yüreğimin en kuytusunda sakladım her birini, hatıraların kollarında. Bilmedin, duymadın, görmedin.
Ay karanlık bu gece. Soluğu kesilmiş yıldızların, nefesi yok bulutların. Tüm dünya durmuş, zaman durmuş. Tüm ağaçlar kulak vermiş sevgime. Sokaklar beni dinliyor sessizlikte... Sensizlikte...
Mısralarım daldı yine hayallere, bir mektup düştü yüreğime.
'Özledim' dedi kalemim, yazdı ellerim.
'Özledim, sevgili,
Kumral perçemlerini özledim...
Saçlarının alnımı usulca öpüşünü
Derin çizgilerin altında çakan gözlerini
Bakışlarındaki ela gölgeleri özledim;
Hüzünlü ve yorgun...'
İlkyaz güneşleri savruldu belleğimde. Ada vapurlarının saatleri karıştı sözlerimde. Son anda yakaladım baharı ela gözlerinde. Tuttum ellerinden sevginin, sımsıkı tuttum. Bırakmadım, kapsın martılar düşlerimizi. Bırakmadım, aynalar yok etsin yüzlerimizi.
'Hala dudaklarımın kenarında bir gülümseme yapışıp kalmış bugünden yadigar' dedi sesin.
'Özledim' dedi kalemim, çırpındı kirpiklerim.
'Özledim, sigara kokan sesini;
Gönlümü sevgiyle sarmalayan ılık nefesini
Nisan yağmuru gülümsemeni özledim...
Sonbaharda yaşattığın ilkyaz güneşini
Kavuşmalarımızı özledim;
Gecenin sabahla buluşması gibi
Doyumsuz ve dingin...'
Hasretin yaktı Ada'yı, yaz günlerinde. Bekledi bakışlarım bir nefesini, bir sesini. Merak etti; neredesin, kiminlesin? Hatırlar mısın seni anan dizeleri? Hatırlar mısın ellerimin yumuşaklığını, gözlerimin sıcaklığını, saçlarımın Ada rüzgarında dalgalanışını? Sana bakışımı hatırlar mısın? Unuttun mu yeminlerimizi? Benliğimizi kül eden o ateşi unuttun mu?
'Özledim' dedi kalemim, kavruldu yüreğim.
'Özledim, şimşekler yakan temasını
Delidolu sağanaklarda ıslanan arzularını
Aşkını haykırmanı özledim...
Ellerinin yüzümde iç çekişini özledim...
Sevgiye aç ve çılgın... '
Gün hazana uçtu göçmen kuşun kanadında. Kızardı yapraklar, uçuştu sarı meltemlerin ardı sıra. Dövdü poyrazlar Ada yamaçlarını. Koptu tufanlar, sarsıldı kıyılar kızgın dalgalarla. Kestaneler yuvarlandı ayaklar altında; sıkıldı sokak lambaları derin yalnızlıkla. Duyamadım soluğunu yanaklarımda. Kırıldım sırça misali, darıldım sana... Yokluğuna... Suskunluğuna.
Hüzünlü perçemlerin geldi aklıma, düştü yüreğime bir mektup daha.
'Özledim' dedi kalemim, eğildi gözlerim.
'Özledim, avuçlarımdaki yüreğini;
Hazan yaprakları misali boynu bükük...
Anıların kuytusuna saklanan vaatlerini
Gerçekleşmeyecek hayallerini
Hüzün dolu vedalarımızı özledim;
Çaresiz ve dalgın...'
Sonuncuyu yazdım az önce, kış kapıyı çalınca. Bavullarımı toplar gibi topladım senli anılarımı kucağımda. Her birini özenle katlayıp sakladım gönül bohçamda. Bir daha aklıma düşecekleri güne kadar yatırdım hislerimi uykuya... Anıların kollarında...
'Bitti' dedi kalemim, sustu dillerim...
'Alıp da gittiğin bir yudum sevgiyi,
Varlığını özledim...'
Özlem
Bir gece,
Gecede bir uyku..
Uykunun içinde ben...
Uyuyorum,
Uykudayım,
Yanımda sen.
Uykunun içinde bir rüya,
Rüyamda bir gece,
Gecede ben...
Bir yere gidiyorum,
Delice...
aklımda sen.
Ben seni seviyorum,
Gizlice...
El-pençe duruyorum,
Yüzüne bakıyorum,
Söylemeden,
Tek hece.
Seni yitiriyorum
Çok karanlık bir anda...
Birden uyanıyorum,
Bakıyorum aydınlık;
Uyuyorsun yanımda...
Güzelce.
Martı Çığlıklarına Kurdum Saatimi
Kaç yağmur yağdı sen gittiğinden beri
Kaç gecelerde ateş böcekleri cayır cayır yandı
Haberin var mı kaç insan kırıldı sayende
Kaç düşmanım oldu
Kaç kaçabildiğin kadar kaç kere kaçtım kaçmaktan
Kaç kere bıktım rüyamda seninle olmaktan
Kaç kere kaç kere öldürdüm seni düşlerimde
Ama sen yaşıyorsun ve ben binlerce kez ölüyorum her gülüşünde
Yeter diyorum artık canıma tak etti
Unuttum diyorum artık sildim onu bitti
Tıpkı sen gibi bu hayaller de gitti
Sabahları martı çığlıklarına kurdum saatimi
Sekizi otuz geçe uyandırıyorlar beni
hani belki uyanamam diye
tam sekiz kırkbeşe ayarladım gemileri
ama biliyorum
bir sabah
ne martılar uyandırabilecek beni
ne de gemi düdükleri...
işte o zaman kız kulesini görmek için
Üsküdar’a gitmeme gerek kalmayacak
Ve de tutmak için ellerini
Gerek kalmayacak ellerimi uzatmama
Sırf seni görmek için rüyamda
Resminle uyumaya gerek kalmayacak
Sırf senin zalimliğinden
Şu yumruk kadar yüreğim alev alev yanmayacak...
Gözlerine bakmak için
Gerek kalmayacak denizlere bakmaya
Sözlerinin kulaklarımda yankılanmasını istediğimde
Gitmeyeceğim vadilere çıkmayacağım dağlara
Tıkmayacağım kendimi boş odalara
Bulutları getireceğim yanına
Tutuklu kalmayacaksın semaya bakakalmaya
Hiçbir zaman yalnız kalmak için kendimi kovmayacağım içimden
Hiçbir zaman pişman olmayacağım bu zor seçimden...
Sabahları martı çığlıklarına kurdum saatimi
Sekizi otuz geçe uyandırıyorlar beni
hani belki uyanamam diye
tam sekiz kırkbeşe ayarladım gemileri
ama biliyorum
bir sabah
ne martılar uyandırabilecek beni
ne de gemi düdükleri...
ne de yanıma gelen peri geri verecek son nefesimi...
İşte o anı bekliyorum ve çok yakın biliyorum
Usul usul geliyor ben de ona gidiyorum
Ancak ne o bana yaklaşıyor
Ne de ben ona yetişebiliyorum
Şimdi anlıyorum tüm bunların nedenini
Aç kulaklarını iyi dinle beni
Sanırım seviyorum seni...
SENİ ARIYORUM
Anlatacak nelerim var bir bilsen
İçimde ihtilaller kopmuş
Kendimi sürgüne verdim
Mutluluğum çoktan iflas etmiş
İtiraza hakkım yok biliyorum
Beni savunmak sana düştü
Seni arıyorum...
Yarım kalmış şiirlerim gibisin
Yaşanmamış çocukluğumsun anılarımda
Öylesine eksiğim sensiz
Öylesine sahipsiz
İşte bütün umutlara
Havlu attım, gidiyorum
İçimde geç kalmışlığın çaresizliği
Çocuklar gibi ağlıyorum
Ve gel gör ki, her damla gözyaşımda
Yine seni arıyorum...
Nereye gidersin sevdiğim…
Hatırlamak için harcadığımızdan çok daha fazla çabayı unutmak için harcıyoruz herhalde.
Unutmak…
Çaresizlerin, fırtınalar arasında, bir gün oraya ulaşmanın düşünü kurdukları o acıklı sığınak.Hayatımıza girenleri ya da girmek için kapılarımızı zorlayanları silmek aklımızdan, onlar yokmuş gibi davranıp onlar yokmuş gibi yaşamak.
Geçmişi, o geçmişi yaşayan parçamızla birlikte çıkartıp atmak içimizden, atılan her parçayla birlikte içimizde bir boşluk kalacağını bilerek yapmak bunu.
Ya da yaşanacak birşeyler vaat edenleri, bir gün onları da unutmak zorunda kalacağımızı düşünerek, daha baştan unutmaya çalışmak, geçmiş gibi gelecekten de parçalar ayıklamak.
Geçmişimiz ve geleceğimizle bir kazı yerine çevirmek hayatımızı.
Nasıl bir öğüt vermeliyiz kendimize?
“Unut “ mu demeliyiz?
Sana zevk vermiş olanları ve zevk vaat edenleri unut.
Hiçbir zaman yekpare bir kıta olamayıp birbirine köprülerle bağlı yüzlerce, binlerce küçük adacıktan oluşan hayatın parçalarını birbirine iliştiren köprüleri yakmalı mıyız?
Hafızamızın en çok dönmek istediği, en çok özlediği adacığı mı, köprülerini yıkıp, hayat haritamızdan silmeliyiz?
Geçmişimizde en çok özlediğimiz mi en çok unutmaya çalıştığımız?
En unutulmaz olan mı en unutulmak istenen?
Ya da geleceğimizde en fazla zevk vaat eden mi, köprüsünün başında en uzun oyalanıp gözlerimizi kapayarak, belki ben gözlerimi açana kadar, ışıklarıyla beni çeken o adacık aklımın haritasından silinir diye beklediğimiz?
Hatırlamak için harcadığımız çabadan çok daha fazlasını unutmak için harcıyoruz.
Unutabiliyor musunuz bari?
Hayatınıza kazdığınız o çukurların etrafından dolaşıp geçebiliyor musunuz?
Bir zamanlar bütün dünyayı birbirine katan o şarkıyı dinlediğinizde, sorulan sorunun cevabını verebiliyor musunuz:
“Nereye gidersin sevdiğim, yatağında yalnızken? ”
Nerelere gidiyorsunuz yalnızken yatağınızda? En çok gitmek ve en çok kaçmak isteğiniz yere mi?
Geçmişte en yakınınız olmuş olan”şimdiki yabancıyı” ya da gelecekte en yakınınız olabilecek “şimdilik yabancıyı” hafızanızın derinliklerinden söküp uzak sürgünlere gönderdiğinizde onunla birlikte giden birşeyler olmuyor mu?
Her “unutuş” bir “eksiliş” gibi gelmiyor mu size?
Unuturken eksilmiyor musunuz?
Ve korkmuyor musunuz, sımsıkı kapadığınızı sandığınız o sürgün kapıları bir gün aniden açılıverecek, sürgünleriniz, “nerelere gittiğinizi”hiç söyleyemeyeceğiniz yalnız yataklarınıza gülümseyerek geliverecekler diye?
Ansızın geliveren bir zarftan çıkan Haydar Ergülen’in yanına mavi çarpı atılmış şiirindeki mısralardan haberdar mısınız:
“Gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır”
Acıyor mu gözleriniz, göze alamadığınız yakınlıklardan?
Geçmişe ya da geleceğe doğru uzanan kaç köprü yaktınız bugüne dek; hayatınızın haritasını çizerken kendi ellerinizle, sevgiyle, gülümseyişle, sevişmeyle denizlerinize kondurduğunuz kaç adanın, unutuluşun depremleriyle suların derinliğine battığına tanıklık ettiniz?
Kaç adayı batırmak için kaç deprem yarattınız, bir adanın üstünü kapatsın diye depremlerinizle yükselttiğiniz o dalgalar, o adayla birlikte daha başka neler yuttu sizden?
Yıllar sonra bütün bu depremleri yarattığınız için affedebilecek misiniz kendinizi?
“ ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak”
Acıyor mu gözleriniz?
Gözlerinizi bağışlayacak “öbür” gözleri aramıyor musunuz?
Unutulanlar arasında en zor unutulanı olan o gözleri aramıyor musunuz?
Kim bağışlayacak gözlerinizi, kim bağışlayacak?
Kim bağışlayacak bu unutuşları?
“sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim”
Hatırlamak için harcadığımız çabadan çok daha fazlasını unutmak için harcıyoruz
Bize zevk verenleri ya da zevk vaat edenleri unutmak, onları aklımızın haritasından silmek için.
Unutuyoruz, her unutuşta biraz daha eksilerek.En hatırlanacak olanları unutmak derin sürgün yaraları açıyor içimizde.
Ve biri soruyor bize şarkılar söyleyerek: ”
“Nereye gidersin sevdiğim, yatağında yalnızken”
Geçmiş köprüleri yakıyor, geleceğe uzanan köprülerin başında, o gelecek de kaybolsun diye bekliyoruz, geçmişi unuttuğumuz gibi geleceği de unutmaya çalışıyoruz.
Zevk veren ve zevk vaat eden her şeyi unutmak için çabalayıp duruyoruz.
Gözlerimiz unutmaktan ve ayrılıktan acıyor.
“biri hepimizle göz göze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık
bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde.”
Bu sessizliği kim bıraktı size?
Gözleriniz birbirine değmiyorsa gecenin iki şehrinde bunun suçu kimde, neden değmiyor gözleriniz?
Neden tek sözcük bile yok o konuşkan gözlerde?
Geçmiş… Olan her şeyi biliyor ve unutmak için kıvranarak unutuyorsunuz.
Gelecek… Olacak her şeyi tahmin ediyor ve kıvranarak unutmaya uğraşıyorsunuz.
İki ucunu birden yıkıyorsunuz köprünüzün.Nereye gider bu köprüler, kendi eksilmişliklerinizden başka?
Ve sen nereye gidersin sevdiğim, yatağında yalnızken?
“İki şehri var gecenin, biri gözümde
tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, bana bu uykusuz
şehri niye bıraktın, göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin.”
Belki de hatırladıklarımızdan ziyade unuttuklarımızı taşıyoruz şehirlerden şehirlere, ”göze alamadığımız bir şehir” yerine her şehirde, yalnız yatağımıza yattığımızda unuttuklarımıza gidiyoruz.
Hatırlamak için harcadığımızdan daha fazlasını unutmak için harcıyoruz.
Ve bir şehirde unuttuklarımızı her şehirde hatırlıyoruz.
Yekpare bir kıta değil çünkü hayat, adacıklardan oluşmuş dantelli bir harita ve unutmayla hatırlamanın med cezirlerinde, silindiğini sandığımız bir ada birden çıkıveriyor ortaya.Her şehirde çıkıyor.
Unutmaya çalıştıklarınız zevk verdi çünkü, unutmaya çalıştıklarınız zevk vaat etti çünkü size.
Unutmak, yaşanmış ve yaşanacak olanları yok etmek, silmek, haritanızı derin boşluklara koyu lacivert noktalara boyamak ve eksilmek istiyorsunuz.
Unuttukça eksiliyorsunuz.
Eksiliyorsunuz, ama unutabiliyor musunuz?
Gözleriniz acımıyor mu gerçekten?
Gözlerinizi bağışlayabildiniz mi?
Peki şu şarkıyı dinliyor musunuz?
“Nerelere gidersin sevdiğim, yalnızken yatağında? ”
Bende eslık edebılırım dımı abı..
Ben şimdi aldım kalemi elime
Şöyle yazabilirim;
"Gökyüzü maviydi,düşerken bulutlar birer,birer"
Ve bulutlar inmekte,Sonbahar sarılarına...
Sevip,sevidiğim yıllar misali
Hangi yıldı,hangi ay,hangi gün?
(Ne önemi var?)
Bağrıma bastıra,bastıra okşadığım o saçlar..
Kimdi,adı neydi,nerelerde şimdi?
(Ne önemi var?)
Hissediyorsun kaybettiğini,daha neler,neleri...
Sevmişim,sevmiştim bir zamanlar
Yetmediyse sevdalanmalar,gitmelere
(Ne önemi var)
Belki kayan bir yıldız kadar...
Uzak,uzaklaştık...
Yada kimbilir hala gökte asılı duran AY...
Kaybetmek sahiden acı
Sırf bu yüzden,bu yüzden
Sevdalanamıyorum artık...
Eskiden ağaçlar sarı yaprakta
Sonbahar rüzgarları yapraklarda
Akşamlar yıldızsız,zifiri karanlıklarda
Olsalar bile,bir tadı vardı
Şimdi ise içimde
Ayrılıkların dinmez sancıları
Bu sevmelerin verdiği sancılar...
Bu sevmelere yazılan son dizeler...
Hüzün durağına rastLadım sana,
sewda yeşiLi gözLerinde buLdum a$kı.
bu kadar yakın, bu kadar uzakken,haykırmak isterken,
mecburi susu$Larda ya$adım seni. . .
kayboLmu$ken sahde güLü$Lerde,
sesinde huzur buLdum.
duwarda ki hayaLi bir resimde
bütün LaciwertLerimLe ko$tum sana. . .
kurumu$ken geçmi$ten getirdiğim bütün çiçekLer,
kasımpatıLarıyla kar$ıLadın beni.
ruhumun en ince noktaLarına dokundun.
aynı gökyüzüne bakarken sen we ben,
hayaLLerde buLu$tuk. . .
sen yokken,gece warken
ayı$ığına sığındım ben!. .