Hâlet Efendi
Osmanlı devlet adamlarından. 1760 yılında İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mehmed Said’dir. Hâlet Efendi denmekle meşhur oldu. Kırımlı Kâdı Hüseyin Efendinin oğludur.
Hâlet Efendi, Şeyhülislâm Şerif Efendinin yanında yetişti. Bir müddet Atâullah Efendinin sonra da rikâb-ı hümâyun reisi Mehmed Râşid Efendinin mühürdâr yamağı oldu. Bir müddet sonra Ohrili Mir-i Mirân Ahmed Paşanın hizmetine girdi. Burada da uzun süre kalamadı. İstanbul’a dönüp Galata Mevlevihânesi şeyhi meşhur şÃ¢ir Gâlib Dede’nin dergâhına girdi. Sonra, deryâ tercümanı Kallimaki vâsıtasıyla Fenerli Rumlarla dostluk kurdu. Beylik kesedârı maiyetine girerek hâcegânlık rütbesi aldı. Kısa süre sonra, baş muhâsebeci ve orta elçi olarak Paris’e gönderildi. Üç seneden fazla Paris’te kaldı. Akka’da Cezzâr Ahmed Paşaya yenilen Bonapart, mağlubiyetini bir türlü hazmedemediğinden Hâlet Efendiye yüz vermedi. 1807 târihinde İstanbul’a döndü. Divân-ı hümâyun beylikçiliğine bir süre sonra da rikâb-ı hümâyun reisliğine getirildi. Bu vazifesi sırasında İngilizlerle gizli ilişkisi olduğu ortaya çıkarılınca Kütahya’ya sürüldü ise de sonra İstanbul’a döndü.
Bağdat Vâlisi Süleyman Paşanın yerine vezirlik rütbesi ile Said Beyin vâli tâyinini temin etmek maksadıyla memur olarak Bağdat’a gönderildi. Bir müddet sonra tekrar İstanbul’a dönünce rikab-ı hümâyun kethüdâlığına tâyin edildi.
Fenerli Rumların bâzılarına kâtiplik yaptığından, onların lehinde, devlet aleyhine bâzı yolsuz hareketlerde bulundu. Fenerli Rumlardan elde ettiği paralarla servetini çoğaltarak yeniçerilere para dağıtıp taraftar topladı. Mora İsyanında Rumlar tarafını tutarak Tepedelenli Ali Paşayı kötüledi ve idâm edilmesine sebep oldu. İkiyüzlü politikaya devam ederek yeniçeriliğin ilgâsında dâimâ İkinci Mahmûd Han'a muhâlif oldu. Yeniçeri ocağını elinde tutarak, kendisine dayanak noktası yaptı.
Hâlet Efendi, zamanındaki âlimlerin en büyüğü Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’yi de halifeye çekiştirerek devlet için tehlikeli olduğuna iknâya çalıştı. Fakat İkinci Mahmûd Han; “Din adamlarından devlete zarar gelmez” diyerek sözüne itibâr etmedi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, bunu duyunca halifeye hayır duâda bulunup, “Hâlet Efendinin işi, pîri Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmi’ye havâle olundu. Onu huzuruna çekip cezâsını verecektir” buyurmuştur. Az zaman sonra Sultan İkinci Mahmûd Han, Mora İsyanına sebep olduğu için Hâlet Efendi'yi Konya’ya sürdü. 1823 (H.1238) senesinde Hassa hasekilerinden Ârif Ağa tarafından idâm edildi.
Hâlet Efendi zekî, hitabeti kuvvetli biriydi. Son derece kindar olup, muhaliflerini, menfaatine dokunanları bilhassa makâmına rakip gördüklerini aslâ affetmezdi. İkinci Mahmûd Hana da devamlı muhâlefet etmiştir. Bunu devâm ettirebilmek için de yeniçeri ocağının ileri gelenlerini çeşitli hediyelerle elde etme yolunu seçmiştir. Yeniçeri ocağının yeniden tâmirine karşı çıkmış ve isyan çıkartmakla tehdit etmiştir. Bunun dışında, bir şÃ¢ir olarak, evini her zaman âlimlere ve şÃ¢irlere açmış, ilmî ve edebî meseleler üzerine münâzara etmiştir.
Hâlet Efendinin “Zînetü’l-Mecâlis” adlı Dîvân’ı ise birçok kasidelerden, bilhassa talebesi olduğu hocalarını övmek için yazdığı şiirlerden meydana gelmiştir. Bu eser matbu olup 1842’de basılmıştır. Galata Mevlevîhânesi içinde bir sebil ile bir kütüphâne yaptırmıştır. Bu kütüphânenin kitapları bugün Süleymaniye Kütüphânesinde ayrı bir kısım olarak bulunmaktadır.
Hân-ı Hânân Abdürrahim Han
Bâbürlü devlet adamı ve kumandanı. 16 Aralık 1556’da Lahor’da doğdu. Karakoyunlu oymaklarından Baharlu Türkmenlerine mensuptur. Ekber’in ilk vekîli Bayram Hanın oğludur. Annesi, Cemâl Han Merâtî’nin kızıdır. Dört yaşında babası vefât etti. Bundan sonra Bâbürlü sarayına gelip iyi bir tahsil ve terbiye görerek yetişti.
1572’de Ekber’in Gücerât Seferine katıldı ve Mirzâ Han lakabını aldı. 1576’da Gücerat’a vâli tâyin edildi. 1582’de Ekber Şahın oğlu Selim’e atalık (lala) oldu. Aynı târihlerde Muzaffer Şah Guceratî’ye karşı kazandığı zaferler dolayısıyla hân-ı hânanlığa yükseltildi. 1593 yılında Veliaht Danyal’ın yardımcısı olarak Dekkan Seferine katılan Abdurrahîm Han, daha sonraki iki yıl içinde başkumandan olarak yaptığı savaşlarla Dekkan’ı fethetti. Abdurrahîm Hanın devlet içindeki etkili rolü Selim Cihângîr devrinde de devâm etti. 1612’de Dekkan’a vâli tâyin edildi. 1622’de Kandehar’ı fethetti. 1626’da ülke içinde isyâncı gruplara karşı savaşa hazırlanırken hastalandı ve Delhi’ye döndükten kısa bir süre sonra vefât etti (1627). Vefâtında 71 yaşında olan Hân-ı Hânan Abdürrahîm Hanın kabri Nizâmeddîn Evliyâ’nın türbesi yakınındadır.
Muktedir bir devlet adamı ve kumandan olan Abdürrahîm Han, aynı zamanda âlim ve şÃ¢ir olup, Türkçe'den başka, Arapça, Farsça ve Hintçe'yi çok iyi bilirdi. Dört dilde de şiirler yazan Abdürrahîm Han, Râhimî mahlasını kullanırdı. Nitekim şiirlerini Meâsir-i Râhimî adını verdiği eserinde toplamıştır.
Hasan Beyzade Ahmed Paşa
Osmanlı devlet adamı, târihçi. Doğum târihi bilinmemektedir. Reîsülküttâp Küçük Han Beyin oğludur. İstanbul’da tahsilini tamamladıktan sonra, Dîvân-ı Hümâyûna girdi. Üçüncü Mehmed Hanın Eğri Seferinde bulundu (1595). Daha sonra Varad ve Uyvar seferlerine katıldı. Baştezkirecilik, defterdârlık, beylerbeyliği görevlerinde bulundu. Kefe surunu tâmir ettirirken, Rus kazaklarının hücumlarını bastırdı. 1636 senesinde İstanbul’da vefât etti.
Eserleri:
1. Tevârih-i Âl-i Osman: Hasan Beyzâde’ye asıl şöhretini kazandıran eseridir. Genellikle Hasan Beyzâde Târihi olarak bilinen eser iki kısımda incelenir. Birinci kısım, Hoca Sâdeddîn Efendinin Tâcü’t-Tevârih adlı eserinin özeti mâhiyetindedir. İkinci kısım ise Kânûnî Sultan Süleymân’dan Sultan Dördüncü Murâd’a kadarki Osmanlı târihidir. Eserin tamâmen orijinal kısmı, Sultan Üçüncü Mehmed devrinden itibâren olan ve tamâmen yazarın müşÃ¢hadelerine dayanan bölümüdür.
2. Kanije Fetihnâmeleri: Bir mecmuada toplanmış üç Kanije Fetihnâmesi vardır. Kanije’nin İbrâhim Paşa tarafından fethini anlatan fetihnâme en kıymetlisidir.
3. Usûlü’l-Hikem fî Nizâmi’l-Âlem: İbn-i Hatîb Kâsım’ın Ravdatü’l-Ahyâr isimli siyâsetnâmesinden hülâsa edilen bu eserin kıymeti, sonda bulunan ve Hasan Beyzâde’nin kendi hayâtını yazdığı bölümdür.
4. Mecmua: Hasan Beyzâde, henüz hayattayken bir yakını tarafından müellifin yirmi kadar mektubunu ve muhtelif nesirlerini topladığı eserdir. Aynı mecmuada Hasan Beyzâde’nin kaleminden çıkmış bir vakfiye ile çeşitli fıkralar da mevcuttur.
Hasan Can
Yavuz Sultan Selim Hanın musâhibi, yakın arkadaşı. İsfehanlı müezzin Hâfız Mehmed Efendinin oğlu, Şeyhülislâm Hoca Sâdeddîn Efendinin babasıdır.
1514’te Çaldıran Zaferinden sonra Tebriz’e giren Yavuz Sultan Selim Han, Hasan Can Çelebi’yi maiyetine aldı ve daha sonra onu yanında İstanbul’a götürdü. Babası hâfız, kendisi de Sultân’ın nedîmi yâni en yakınlarından oldu. Selim Han, Hasan Can’ı dâimâ yanında ve sohbetlerinde bulundururdu. PâdişÃ¢h’la birlikte Mısır Seferine katıldı.
Mısır Seferinden döndükten sonra, Edirne’ye hareket etmek üzere olan Yavuz Sultan Selim, nedîmi Hasan Can’la saray bahçesini gezerken sırtına batan bir şeyden şikâyet eder. Sultân’ın düğmelerini çözüp sırtında henüz baş vermiş, etrâfı kızıl, olmamış katı bir çıban gören Hasan Can; “PâdişÃ¢hım büyük bir çıbandır, henüz hamdır, zorlamak uygun değildir, bir münâsip merhem koyalım” deyince, Yavuz; “Biz çelebi değiliz ki, bir çıban için cerrahlara mürâcaat edelim” der. Daha sonra hamamda çıbanı ovduran Sultan, yaranın büyümesi üzerine Hasan Can’a; “Seni dinlememekle kendimizi telef ettik” demiştir.
Hastalığının ağırlaşmasına rağmen, Edirne’ye doğru yola çıkan Yavuz’un hedefi Macaristan’dı. Ancak, Sırt köyüne gelindiğinde PâdişÃ¢h, hareket edemeyecek kadar tâkâtsiz düştü. Yattığı yerden bir ara nedîmine dönen Sultan; “Hasan Can, bu ne hâldir?” buyurunca, Hasan Can; “Sultânım, Allahü teâlâ ile olacak zamandır” der. Yavuz ise; “Hasan Can, bizi bunca zamandan beri kiminle bilirdin? Cenâb-ı Hakk’a teveccühümüzde kusur mu gördün?” dedikten sonra ondan Yâsîn sûresini okumasını ister. Hasan Can, Yâsîn sûresini okurken, PâdişÃ¢h da kendisine iştirâk eder. İkinci defâ okurlarken, “Selâmün kavlen min Rabbirrahîm” âyetini okuduktan sonra Kelîme-i şehâdet getiren Yavuz, rûhunu teslim eder.
Hasan Can, Sultân’a karşı son vazîfelerini şöyle anlatmaktadır: “Hastalığı sırasında, ona hizmet etmek şerefinden bir an mahrum kalmadım. Geceleri sabahlara kadar, mum gibi için için yanarak, karşılarında dururdum. Bir hizmeti olmadığı zaman, emr-i âlîleri ile döşekleri yanında oturur idim. Cerrahlar ilâca giriştikleri sırada kâh omzuma dayanır, kâh cerrahların yaptıklarına bakmaya memur eder, ancak bana itimâd buyururlardı. Son nefeslerine kadar bir an yanından ayrılmadım. Vefâtında, Kur’ân-ı kerîm okumak ve telkînde bulunmak vazîfesini yalnız ben gördüm.”
Kânûnî Sultan Süleymân Han tarafından da büyük bir sevgi gören Hasan Can, Enderun'da hocalık yaptı. 1567’de Bursa’da vefât eden Hasan Can’ın oğulları ve torunları arasında pek çok şeyhülislâm, kazasker ve devlet adamı yetişmiştir. Kabri Bursa’da Çelebi Sultan Mehmed’in türbesi önündedir.
Hasan Paşa (Barbaroszâde)
Büyük Türk amirali. Barbaros Hayreddin Paşanın evlatlığı ve Cezâyir Beylerbeyi. Küçük yaşta Barbaros’un teveccühünü kazandı ve evlat edinildi. Barbaros’un yanında iyi bir denizci olarak yetişti. Barbaros 1533’te İstanbul’a dâvet edildiği zaman, Cezâyir’de saltanat nâibi olarak kaldı. Preveze Deniz Savaşında (28 Eylül 1538) merkez filosunda görev yaptı.
Preveze Zaferinden üç yıl sonra Almanya İmparatoru ve İspanya Kralı Beşinci Karl, Cezâyir’i zaptetmek üzere büyük bir donanmayla harekete geçti. Andrea Doria’nın komutasındaki Haçlı donanması, 516 parça gemi ve 40 bin askerden müteşekkildi. İmparatorun asıl hedefi, Kuzey Afrika’daki Türk hâkimiyetini yıkmaktı. Gâfil avlanan Hasan Beyin kuvvetleri ise, 600 Türk levendi ile 2000 Arap gönüllüsünden meydana geliyordu. Buna rağmen Cezâyir’i terk etmeyi düşünmeyen Hasan Paşa, mücâdeleye karar verdi. Beşinci Karl şehre hâkim Küdyetü’s-Sabûn Tepesini ele geçirdiyse de ummadığı bir mukâvemetle karşılaştı. Geri çekilen kuvvetleri yağmur ve fırtına sebebiyle yumuşayan toprakta hareket edemez hâle düştü. Fırsatı kaçırmayan Hasan Paşanın üst üste vurduğu darbelerle imparatorun 20 bin askeri telef oldu. Bütün topları ve 130 harp gemisi ele geçirildi. Hasan Paşanın elinden güçlükle kurtulan imparator, tâcını denize fırlatırken, Barbaros Hayreddin Paşanın amansız düşmanı Andrea Doria Preveze’den sonra yediği bu ikinci darbenin üzüntüsü içine düştü.
Bu sırada dokuzuncu sefer-i hümâyûnundan dönen Kânûnî Sultan Süleymân, Hasan Paşayı vekâleten baktığı Cezâyir Beylerbeyliğine asâleten tâyin etti. Hasan Paşa, bundan sonra Akdeniz’de İspanya’yı daha sıkı bir şekilde baskı altına aldı. Cezâyir’de bayındırlık işlerine önem verdi ve pekçok hayır eseri vücûda getirdi. Sağlığının bozulması sebebiyle, 1544’te görevinden ayrılan Hasan Paşa, 1549’da Cezâyir’de vefât etti. Bâbü’l-vâd’deki türbesine defnedildi. İspanyol târihçi Hedo, Hasan Paşa için; “Hiç bir paşa, Cezâyir’de onun kadar adâlet ve hakkâniyet göstermemiştir” diye yazar.
Hasan Paşa (Moralı, Enişte)
On sekizinci yüzyıl sadrâzamlarından. Mora’da devşirme olarak saraya alındı. Enderun’da tahsil ve terbiye gördükten sonra Sultan Dördüncü Mehmed Han zamanında silahdâr oldu. İkinci Süleyman Hanın cülusu sırasında Mısır Vâliliği ile saraydan çıkarıldı (12 Kasım 1688). Çok geçmeden de Dördüncü Mehmed Hanın kızı Hatice Sultan ile evlendirildi. Bundan dolayı “Enişte” ve “Dâmât” lakaplarıyla da anıldı.
1691’de Sakız muhâfazasına tâyin oldu. Ancak, Sakız’ın Venedikliler eline geçmesine mâni olamadı. Bu sebeple azlolunarak hapse atıldı. 1694’te affedilerek Azak Kalesi Muhâfızlığına getirildi. İkinci Mustafa Han zamanında, önce Rikâb-ı Hümâyûn Kaymakamlığına ve ardından Halep Vâliliğine tâyin olundu. 1703’te Kavanoz Ahmed Paşanın yerine sadârete getirildi. Üçüncü Ahmed Han, kendisine sadâret mührünü verirken; “Bu vazîfe, Allah’ın kullarına hizmet işi ve Allahü teâlânın sana emânetidir. İhânetin zâhir olursa (görülürse) dâmâtlığın fâide vermez” demiştir.
Sadrâzamlık zamanı, Edirne Vakası'ndan sonraki karışıklığın devam ettiği zamana rastladı. Azimli, işbilir ve kurnaz bir kimse olan Hasan Paşa, on bir ay devam eden sadâretinde zorbaları temizleyerek istikrarı yeniden temin etti. 1704’te görevinden azledilmesi üzerine bir müddet İzmit’te oturdu. Daha sonra sırasıyla Mısır (1707), Trablusşam (1709) ve Anadolu (1712) vâliliklerinde bulundu. Rakka eyâleti vâlisiyken 1713 Mayısında tâûndan (vebâ) vefât etti.
Vefâtında altmış yaşında olan Hasan Paşanın akıllı, kâmil, cesur, tedbirli ve cömert bir vezir olduğunu devrin kaynakları kaydetmektedir. Üsküdar Doğancılar’da Nasûhî Tekkesi, eski tramvay yolu üzerinde bir çeşme, Antakya’da Bakras civarında câmi, imâret ve bir han Hasan Paşanın yaptırdığı hayır eserleridir.
Hasan Paşa (Seyyid, Hacı)
On sekizinci yüzyıl Osmanlı sadrâzamlarından. ReşÃ¢diye kazâsına bağlı Kabalı köyünden Çardaklızâdelere mensup Mehmed Abdullah Ağanın oğludur. Gençliğinde İstanbul’a gelerek Yeniçeri Ocağına girdi. Karakullukçuluktan itibâren sırasıyla yükseldi. Uzun süren seferlere katıldı. 1733’te Kul Kethüdâlığı ile İran Seferine gönderildi. 1738’de Yeniçeri Ağası oldu. Belgrad’ın fethinde gösterdiği gayret ve muvaffakiyet üzerine Vezirlik payesini aldı (1739).
1743’te Hekimoğlu Ali Paşanın yerine Sadrâzamlığa getirildi. 1746’da görevden alınarak Rodos’a gönderildi. 1747’de Diyarbekir Vâliliğine tâyin olundu ise de 1748 yılı ortalarında orada vefât etti.
Hasan Paşa, cömert, sâdık, hayırsever, açık kalpli ve doğru bir kimseydi. Beyazıt’ta şimdi İslâm Ansiklopedisi Merkezi bulunan medrese ile medreseye âit mescit, mektep, sebil ve çeşme Hasan Paşanın yaptırdığı, 18. asırdaki mîmârî eserlerimizin en güzellerindendir.
Hasan Rıza Paşa
Balkan Harbi sırasında İşkodra Savunma Kumandanlığı yapan Osmanlı paşası. Aslen Kastamonu vilâyetinin Tosya ilçesinden olan Hasan Rızâ, 1871’de doğdu. Bağdat ve Kastamonu vâliliklerinde bulunan Nâmık Paşanın oğludur.
İlk mektebi ve askerî rüştiyeyi İstanbul’da, askerî idâdîyi Bursa’da tamamladı. 1889-1892 seneleri arasında Harp Okulunda okudu. 1895’te Kurmay Yüzbaşı olarak Mekteb-i Erkân-ı Harbiye-i ŞÃ¢hâneden mezun oldu. Türk-Yunan Harbinde, isteği üzerine Alasonya Ordusu Erkân-ı Harbiye Riyâsetine tâyin edildi ve 7 Ekim 1897’de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. 21 Ağustos 1898’de Binbaşı, 18 Nisan 1899’da Kaymakamlığa (Yarbaylığa) terfi ettirildi. 1899 yılı Mayıs ayında staj yapmak ve askerî bilgisini geliştirmek üzere Almanya’ya gönderildi. Almanya’da iken 11 Aralık 1901’de rütbesi Miralaylığa yükseltildi. 1903’te Mirlivalığa ve 10 Aralık 1906’da Ferikliğe (Korgeneralliğe) terfi etti.
İkinci Meşrûtiyetin îlânından sonra Edirne’de İkinci Orduya mensup Yirminci Nizâmiye Fırkası Komutanlığına getirildi. 26 Eylülde aynı ordunun Erkân-ı Harbiyesine nakledildi. Sultan İkinci Abdülhamid Hanı tahttan indirdikten sonra iktidâra gelen İttihat ve Terakki’nin orduyu gençleştirme ve modernleştirme adı altında devletine, milletine ve dînine bağlı subayları ordudan tasfiye ettiği sırada rütbesi Kaymakamlığa (Yarbaylığa) indirildi. 4 Ekim 1909’da Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Üçüncü ŞÃ»besinde vazîfelendirildi. 21 Mart 1910’da yeniden Miralaylığa yükselerek 6. Ordu Erkân-ı Harbiyesine tâyin edildi.
1911 yılında Malisor Ayaklanmasında Garp Ordusu kumandanlığı ile İşkodra’ya giden Birinci Ferik Abdullah Paşanın Erkân-ı Harbiyesine tâyin edildiyse de, bu vazîfeden istifâ etti. 19 Temmuz 1911 târihinde müstakil 24. İşkodra Nizâmiye Fırka Kumandanlığına gönderildi. İşkodra Vâlisi Hayri Beyin vazîfeden alınması üzerine, 27 Mayıs 1912’de İşkodra Vâliliği vazîfesine de tâyin edildi.
Bu sırada İttihat ve Terakkî Hükümetinin basiretsiz uygulamaları sonucunda Balkanlarda Osmanlı Devletine karşı bir ittifak baş göstermiştir. Rusya’nın da tahrik ve teşvikleriyle Balkan milletleri 8 Ekim 1912’de Osmanlı Devletine karşı harp ilân ettiler.
Bulgar birlikleri Batı Trakya üzerine hücuma geçerken Karadağlılar da İşkodra Gölünün güneyinden sınırı geçtiler.
24. Müstakil İşkodra Fırkası Kumandanı Miralay Hasan Rızâ Bey, müstahkem mevki kumandanlığını da eline aldı. Karadağ ordusu; kuzey, merkez ve güney olmak üzere üç yığınak grubuyla taarruza başladı. Hasan Rızâ Bey, idâresindeki fırka ile çok zahmet çekerek düşman taarruzlarını önledi. Bu sırada bâzı askerler terhis isteğiyle ayaklandılar. Hasan Rızâ Bey bu askerlere nasîhat ettiyse de netîce alamadı. Askerlerin bir kısmı, vaktiyle İstanbul’da 31 Mart Vakasına iştirâk edenlerdendi. Bu ayaklanma bâzı taşkınlıklarla bir hafta kadar devâm etti. Çâresiz kalınınca silâh ve teçhizâtları alınarak terhis tezkereleri hazırlanıp verildi. Memleketlerine dönmek üzere ayrılan askerler kısa bir müddet sonra tekrar geri döndüler. Osmanlı askerinin böyle olduğu bir sırada taarruzlarını şiddetlendiren Karadağlılar Taşlıca, Akova, Gosina ve Berena’yı işgâl ettiler. Sırplar, Bulgarlar ve Yunanlıların taarruzları neticesinde bütün Rumeli hemen hemen elden çıktı.
Yalnız, İşkodra’da Hasan Rızâ Bey, bir türlü düşmana teslim olmayıp, kendisine verilen vazîfeyi cânı pahasına yürüttü. İşkodra savunmasındaki hizmetine mükâfât olarak Mirlivâlığa yükseltilmesi için pâdişÃ¢h irâdesi çıktı. Ne yazık ki terfiinden haberi olamadı.
Hasan Rızâ Paşa, Karadağlılar ve Sırplara karşı Arnavutları Osmanlılar tarafına çekmek için gayret sarf ediyordu. Ancak Arnavutlarla yapılacak antlaşmanın ayrıntılarını görüşmek üzere Esad Paşanın evine giderken, 30 Ocak 1913 günü akşamı tertiplenen bir sûikast neticesinde silâhlı üç kişi tarafından vurularak şehid edildi. Bu sûikast, bilahare Sultan İkinci Abdülhamid Hana hal’ini tebliğ edenler arasında bulunarak velînîmetine hıyânet eden Esad Toptanî adındaki eski Drac mebusu tarafından tertiplenmişti. Hasan Rızâ Paşanın vefâtından sonra da İşkodra savunması devâm etti. Fakat İşkodra’da kumandayı ele alan Esad Paşa, derhâl Karadağ ordusuyla gizlice haberleşerek şehri düşmana teslim etti.
Kahraman ve cesûr bir asker olan Hasan Rızâ Paşa, gâyet ciddî ve sert bir kimseydi. Husûsî hayâtında latîfeyi seven ve teklifsizce konuşan Paşa, vazîfeyle ilgili konularda derhâl sesini ve tavrını değiştirirdi. Verdiği emirleri tâkip eder, gevşeklikleri affetmezdi. Açık sözlü bir kimse olup, birisi hakkında bildiğini yüzüne söylemekten çekinmezdi. Emrindeki birliklerin eğitimlerine ve bütün işlerine bizzat nezâret ederdi. En tehlikeli vazîfeye en sevdiği kimseleri memur ederdi. Üstüne aldığı vazifeyi nâmus meselesi addeder ve tam mânâsıyla yerine getirmeye çalışırdı. Üst ve âmirlerine, kânun ve nizâmlara çok saygılıydı.
Ordunun politikayla uğraşmasına karşıydı. Silâhlı kuvvetleri politikaya soktuğu için İttihat ve Terakki’yi tenkit ederdi. PâdişÃ¢ha ve hükümete karşı olan ve kendi saflarında yer almasını isteyen kimselere karşı; “Ben bu hükümetin vâliliğini ve kumandanlığını kabul ettim. Bunun için ahdettim ve yemin ettim. Verdiğim söze ters hareket etmek benim için nâmussuzluktur. Ben vâli ve kumandan iken hükümet aleyhine en ufak bir teşebbüsü bile hoşgörü ile karşılamam, âzamî şiddetle hareket ederim” derdi.
Emrindeki subay ve erlerin itimâdını kazanmıştı. Kesin kararlı olup emirleri kat’î idi. Hatâsını anladığı konuda ısrâr etmeyen, fazîlet sâhibi bir komutandı.
Haydar Paşa (Koca)
Osmanlı vezîri. 1512 yılında Isparta’nın Gelendost ilçesinde doğdu. Eğridir ve Akşehir medreselerinde tahsil gördü. Daha sonra İstanbul’a gelerek Mîmarağa Ocağına, sonra da Dârüssanâyi Odasına girdi. Mîmarağa yardımcısı ve dârüssanâyi kalfası oldu (1530).
Tersâne yapma vazîfesi verildi. Haliç Tersânesinin yerinde havuzlar ve depolar yaptırdı. Cidde’de ilk Türk donanma üssünü kurdu. Anadolu’da çeşitli kanal ve köprülerin, Selimiye Kışlasının, Ulukışla’daki Büyük Kışlanın plânlarını hazırlamak ve inşÃ¢ etmekle görevlendirildi. Bu çalışmaları netîcesinde bir tuğlu paşalık rütbesi verildi.
Budin’in fethine ve İran seferine katıldı. Osmanlı-Macar görüşmelerinde Osmanlı heyetine başkanlık etti. Zigetvar kuşatmasına kumandan olarak katıldı(1556). Baboca Kalesini ve Köstence’yi aldı. İkinci Selim zamânında ikinci vezirlikten kubbe vezirliğine getirildi. Anadolu’nun îmârı için hazırladığı plânı pâdişÃ¢ha takdim etti. Kıbrıs’ın fethine ve İnebahtı Savaşına katıldı. Tunus beylerbeyliğine getirildi. Halkulvâd Savaşında birleşik Venedik-İspanyol ordusunu yendi. 1575’te Cezâyir, 1582’de Sivas beylerbeyliğine tâyin olundu. 1583’te Özdemiroğlu Osman Paşa ile birlikte İran seferine katıldı. 1588’de Gence’nin fethini temin etti.
1595’te Sultan Üçüncü Mehmed tarafından İstanbul’a çağrıldı. Eflak seferine iştirâk etti. Bükreş önlerinde şehid düştü(1595). Arapça, Farsça, Rumca, Fransızca ve Macarca bilirdi
Hekimoğlu Ali Paşa
Osmanlı sadrâzamı. Venedikli mühtedîlerden (İslâmı kabul eden) Hekimbaşı Nuh Efendinin oğlu olup, Haziran 1689’da dünyâya geldi. İyi bir eğitim gördükten sonra Sultan Üçüncü Ahmed Han zamânında hassa silahşörlüğü ile saraya alınıp, sonra da dergâh-ı âlî kapıcıbaşıları arasına katıldı. 1713’te Zile voyvodalığına tâyin olunan Ali Bey, 1719’da Nevşehirli Dâmâd İbrâhim Paşanın sadâreti zamânında beylerbeyi pâyesi ile Türkmen ağası, 1722’de Rumeli pâyesi ile Adana Vâlisi oldu. Bu görevdeyken çevredeki birçok aşÃ®retin elebaşlarını sindirerek güvenliği sağlayıp, haklı bir ün kazandı.
1724’te tâyin edildiği Halep vâliliği sırasında serasker Köprülüzâde Abdullah Paşa maiyetinde doğu seferine memur edildi. Ali Paşa, Tebriz’in alınmasında büyük gayret gösterdi. 1725’te vezirlik rütbesi verilip birkaç gün sonra Anadolu Beylerbeyi ve bilâhare hastalığından dolayı vazîfesinden istifâ eden Abdullah Paşa, Temmuz 1726’da doğu serdarlığı ile Tebriz muhâfızlığına getirildi.
Bu vazîfedeyken adamları hakkında vukû bulan bâzı şikâyetlerden dolayı 1728’de Şehrizor eyâletine nakledildi. Aynı yıl Sivas, bir yıl sonra da Diyarbakır vâliliğine getirildi. Nâdir Şahın meydana çıkması ile kötü bir hâl alan doğu seferine 1730’da ikinci defâ serdâr tâyin olunan Ali Paşa, bu sırada tahta çıkan Sultan Birinci Mahmûd Han tarafından elmaslı bir kılıç ve bir samur kürk gönderilmek sûretiyle taltif edildi. Ali Paşa, Üçüncü Tahmasb’a karşı Eylül 1731’de Kuzican Zaferini kazanarak Hemedan, Urmiye ve Tebriz’i geri aldı. Şahın talebi üzerine akdolunan “Ahmed Paşa Musalahası” ile sulh sağlandı.
1732’de Sadrâzam Topal Osman Paşanın azli üzerine, Sultan Birinci Mahmûd Han zamânında sadrâzamlığa getirildi. Üç buçuk yıl süren Ali Paşanın bu ilk sadrâzamlığı, Avrupa’da Lehistan verâseti buhrânıyla, doğuda Ahmed Paşa Antlaşmasını kabul etmeyen Nâdir Şahın İran tahtında bulunan Tahmasb’ı indirip yerine Üçüncü Abbâs’ı getirmesi ve Bağdat’a hücum etmesi zamanlarına rastlar. Bağdat’ı Nâdir Şah kuvvetlerinden kurtarmaya muvaffak olan Topal Osman Paşanın 1733’de Kerkük civârında baskına uğrayarak şehid ve ordunun perişÃ¢n olması üzerine sarayda toplanan harp meclisinde Sadrâzam Ali Paşa azlolunarak Midilli’ye sürüldü.
Ali Paşa bir yıl sonra gönderildiği Bosna vâliliği sırasında, üç sene Avusturya kuvvetlerinin şiddetli hücumlarına karşı kahramanca mukâvemet gösterdi. Topladığı gönüllülerle gücünü arttıran Ali Paşa, Banyaluka surları önünde Mareşal Hildburgausen’e karşı 4 Ağustos 1737’de parlak bir zafer kazandı. 1740’ta güvenliği sağlamak ve Kölemen beylerini sindirmek vazîfesiyle Mısır’a gönderildi. Bir yıl sonra Anadolu beylerbeyi olan Ali Paşa 1742’de ikinci defâ sadrâzamlığa getirildi. Ancak bir müddet sonra yeniden görevden alınarak Midilli’ye sürüldü. 1744’te Bosna, 1745’te Halep vâliliğine tâyin edildi. Ali Paşa, aynı yıl Nâdir Şahın Kars üzerine gelmekte olduğu öğrenilince Anadolu eyâleti ile ikinci defâ, şark (doğu) serdarlığına tâyin oldu.
1746’da İran ile sulh yapıldıktan sonra Anadolu’daki eşkıyâyı sindirmeye memur edildi. Karışıklıklar çıkması üzerine üçüncü defâ Bosna vâliliğine gönderildi. Ali Paşa, daha sonra tâyin edildiği Trabzon vâliliği sırasında Karadeniz derebeylerini ortadan kaldırdı. 1754’te Anadolu beylerbeyliğine naklolundu ise de Şubat 1755’te Sultan Üçüncü Osman Han tarafından sadrâzamlık tevcih edildi. Fakat bâzı mâniler sebebiyle üçüncü sadâretinde ancak elli üç gün kalabilen Ali Paşa azlolunarak Kıbrıs’a sürüldü. Ali Paşa, Kıbrıs’ta o kadar izzet ve ikrâm gördü ki, verilen hediye ve para yardımları sâyesinde üç ayda Kıbrıs fakirlerine 100 bin kuruştan fazla tasaddukta (sadaka) bulundu. Aynı sene oğlunun pâdişÃ¢ha yazdığı bir arîza ile sürgünden kurtulup, 1755’te Mısır vâliliğine getirildi.
1756’da Anadolu beylerbeyi olan Hekimoğlu Ali Paşa, bu görevdeyken 14 Ağustos 1758’de eyâlet merkezi olan Kütahya’da vefât etti. Ölürken, İstanbul’daki câmii yanına defnedilmesini vasiyet eden Ali Paşanın naaşı, geçici olarak Kütahya’da defnedilmişti. Daha sonra müsâade alınarak İstanbul’a getirilip türbesine defnedildi.
Ali Paşa, akıllı, âlim, tedbirli, yiğit, sağlam görüş sâhibi, cömert ve kerîm bir zât olup, idârede şiddetliydi. Otuz seneyi aşan vezâreti zamânında başta pâdişÃ¢h olmak üzere bütün devlet erkânının itimat ve hürmetini kazanmıştı.
Âli mahlası ile şiirler yazan Ali Paşanın İstanbul’da Davutpaşa yakınlarında bir câmii, kitaplığı, sebili, türbesi ve zâviyesi vardır.