:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Tarihimizde Iz Birakan DevLet AdamLari...
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24
Kara Mustafa Paşa (Merzifonlu)





On yedinci yüzyıl Osmanlı sadrâzamlarından. 1634’te Merzifon yakınlarındaki Marince köyünde doğdu. Sultan Dördüncü Murâd Hanın Bağdat’ı fethinde (1639) şehid olan süvâri subaylarından Oruç Beyin oğludur. Dört yaşında yetim kalan Kara Mustafa, babasının dostu olan Köprülü Mehmed Paşanın himâyesinde ve kendisiyle yaşıt Fâzıl Ahmed (Paşa) ile berâber büyüdü. İyi bir tahsîl görüp, kıymetli bir asker olarak yetişti. Köprülü Mehmed Paşaya damat oldu.

Köprülü Mehmed Paşa, vezîriâzam olunca, Kara Mustafa’yı telhisçi (vezîriâzam veya vekîli tarafından pâdişÃ¢ha takdim edilmek üzere saraya gidecek evrâkı götüren memur) yaptı. Erdel Seferinde Yanova Kalesinin zaptını pâdişÃ¢ha bildirmesi üzerine, Eylül 1658’de ikinci mîrahurluğa terfî etti. Bir buçuk sene sonra Silistre beylerbeyi, ardından 1661’de vezirlikle Diyarbakır vâlisi oldu.
Fâzıl Ahmed Paşa vezîriâzam olunca, Kara Mustafa Paşa da Aralık 1661’de kaptanpaşalığa tâyin oldu. Vezîriâzam Fâzıl Ahmed Paşa Avusturya seferine serdâr-ı ekrem tâyin edilince, Nisan 1663’te kaptanpaşalık üzerinde kalmak üzere sadâret kaymakamı tâyin edildi. Bu vazîfeyi vezîriâzamın 1665’te Girit Seferi ve daha sonraki Lehistan Seferi esnâsında da yürüttü. 1676’da Fâzıl Ahmed Paşanın vefâtı üzerine mühr-i hümâyûn, üçüncü vezir olan Kara Mustafa Paşaya verildi. Sadâret kaymakamı sıfatıyla hükümet işlerini uzun seneler gördüğü için işlerde bir aksaklık olmadı. Onun ideâli, devleti, Kânûnî devrindeki azâmet ve kudretli durumuna eriştirmekti.
1678’de Rus Seferine çıkarak, Çehrin’i aldı. 1683’de Avusturya Seferine çıktı. Viyana’yı şiddetli bir muhâsara altına aldı. Ancak kaleyi tam düşürmek üzereyken Kırım Hanının ihâneti netîcesinde Osmanlı ordusu mağlup oldu. Viyana bozgununu fırsat sayan muarızları, Belgrad’a gelen Mustafa Paşanın 25 Aralık 1683’te îdâmına sebep oldular [b](Bkz. Viyana Kuşatması). ÃŽdâmında elli yaşlarındaydı.[/b]
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, zekî, irâdesi sağlam, azim sâhibi, işten anlar değerli bir devlet adamıydı. Tetkik edilen olaylara, gerek Türk ve gerek yabancı kaynaklara göre, Kara Mustafa Paşa otorite sâhibi olup, sevk ve idâre kâbiliyetiyle bozgunluğu durdurup felâketi önleyecek kudretteydi. Hattâ Budin vâlisi ihtiyar vezir İbrâhim Paşa bile Mustafa Paşayla arası iyi olmamasına rağmen, onun îdâm edilmeyip, bu işin sonunun yine Paşa’ya bırakılmasını tavsiye ederek Mustafa Paşanın ehliyetini beyân etmiştir. Nitekim, Kara Mustafa Paşadan sonra yerine getirilen serdarların ehliyetsizlikleri, mağlubiyetlerin senelerce devâmına ve düşmanın Balkanlara kadar sarkmasına sebep olmuştur.
Kara Mustafa Paşanın birçok hayır ve hasenâtı vardır. İstanbul’da Galata ve Yedikule dışında birer mescidi ile Merzifon’da câmi, bedesten ve sayısız çeşmeler yaptırmıştır. Çarşı kapısındaki medrese, mescid, mekteb, sebil ve medrese talebesi için olan kütüphâne vefâtından bir yıl sonra tamamlanmıştır. Kayseri civârında eşkıyâ yatağı olan İncesu denilen yeri kendisinin mülkü yazdırıp, câmi, hamam, medrese yaptırdıktan sonra kırk muhâfızı ile o tarafların âsâyişini temin etmiştir. Ölümünden sonra mülkü, pâdişÃ¢hın hatt-ı hümâyûnu ile evlâdına ihsân olunmuştur. Paşa’nın nesli devâm etmiş olup âileden birçok vezir yetişmiştir.
Karamanî Mehmed Paşa





Fâtih Sultan Mehmed Han devri ilim ve devlet adamı. Karamanlıdır. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî neslinden olup, babasının adı Ârif Çelebidir.

Genç yaşında İstanbul’a gelen Mehmed Paşa, Sadrâzam Velî Mahmûd Paşa ile tanıştı. Onun sevkiyle Paşanın kendi vakf ve tesis ettiği medresede tahsil gördü. İlmiye sınıfından mezun olduktan sonra bir müddet müderrislik yaptı. Sonra vezirlik pâyesiyle nişancı oldu. Bu arada Fâtih Sultan Mehmed Hanın teveccühünü kazanarak, devlet memuriyetlerinin düzenlenmesi ve devlet idâresine âit temel kânunların tertibi husûsunda pâdişÃ¢hın müşÃ¢viri oldu. 1478 yılı Mayısında, Gedik Ahmed Paşayı vazîfeden alan Fâtih Sultan Mehmed Han, Mehmed Paşayı sadârete getirdi. Sadrâzamken Uzun Hasan’a yazdığı, üslup ve muhtevâsı sebebiyle beğenilen siyâsî mektuplar, şöhretini artırdı. Fâtih Sultan Mehmed Hanın vefâtından bir gün sonra 4 Mayıs 1481’de Tahtakale’de isyân eden yeniçeriler tarafından öldürüldü. Kumkapı’da yaptırdığı Nişancı Câmii bahçesine defnedildi.
Mehmed Paşa, değerli ve âlim bir vezir olup, Fâtih Sultan Mehmed Han zamânında hazırlanmış olan Kânunnâme-i Âl-i Osmân, bunun sadâretinde kaleme alındı. Câmi ve medrese yaptırdı. Karamanî Mehmed Paşanın târih yazarlığı ve şÃ¢irliği de vardı. Yazdığı Osmanlı Târihi, Arapça olarak iki kısımdan meydana gelir. Birinci kısım Osman Gâziden, Fâtih Sultan Mehmed Hanın cülûsuna (1451), ikinci kısım 1451 yılından 1480’e kadarki devirlere âittir. Mehmed Paşa kendisi şÃ¢ir olduğundan, şÃ¢ir ve ediplere çok alâka gösterirdi. Sâde ve külfetsiz bir üslûpla yazdığı şiirlerinde NişÃ¢nî mahlasını kullanmıştır.
Ka’r-ı bahr-ı dilde kalur mı bu dürr-i şÃ¢hvâr
Ey Nişanî îtibâr-ı hazret-i şah olmasa.
Kaşgarlı Mahmud





İlk Türk dil bilgini. Hayâtı hakkında bilinenler pek azdır. Ortaya koyduğu eserleri ile Türk diline büyük hizmet etmiştir. On birinci yüzyılda Karahanlılar Devletinde yetişmiştir. Keşf-üz-Zünûn’da adı Mahmûd bin Hüseyin bin Muhammed olarak geçmektedir. Meşhur eseri Dîvânü Lügati’t-Türk’tür. Kaşgarlı Mahmûd, nesepçe yüksek bir âileye mensuptur. Kendi rivâyetine göre babası Barsaganlı bir beydir. Dîvân’ını Halîfe Ebü’l-Kâsım Abdullah bin Muhammedü’l-Muktedi bi-Emrillah’a 1072 yılında sunmuştur. 1071-1077 târihleri arasında Bağdat’ta bulunmuş, Türk dil ve kültürünün Arap dünyâsına tanıtılmasında büyük rol oynamıştır. Buradan hareketle Kaşgarlı Mahmûd’un 1025 yıllarında doğup, 1090 yıllarında öldüğünü ve 11. yüzyılın ilk üç çeyreğini yaşadığı sanılmaktadır.

Çağının İbni Fadlan, Gerdîzî, Tâhir Mervezî, Muhammed Avfî, Beyhakî gibi önde gelen ve Türk hayat ve cemiyetleri üzerine eğilen İslâm âlim ve seyyâhları yanında, Kaşgarlı Mahmûd, mensubu bulunduğu milletin içtimâî ve kültür hayatına eğilmiş, bu uğurda Türk illerini adım adım dolaşmıştır. Zâten devrinde Müslümanlığı kabul eden ve ilk Türk devleti olan Karahanlılar, Türkçe'yi devletin resmî dili hâline getirmişlerdir. Onun bu başarılarında devletin de yardımcı olması ve bu gibi kültür teşebbüslerini desteklemesi rol oynamıştır. Gerçekten hükümdarlara sunulan eserler bu devirde îtibâr görmüş ve müellifler taltif edilmiştir.
Türk dili, İslâmî sâhaya bu devirde devlet dili olarak girmiştir. Türkçe, bu devirde malzeme ve kültür sâhasında gelişmiş bir edebiyata sâhiptir. Fakat, bu malzeme, halkın içinde yaşadığından dağınık ve toplanmaya muhtaçtı. Bilhassa sözlü edebiyatın kaydedilip yazıya geçirilmesi, Türkçe'nin incelenmesi ve Türk kültür seviyesinin bilinip değerlendirilmesi kaçınılmaz bir mecburiyet olmuştu. Bu hususların gerçekleşmesi sayesinde Türkçe varlığını ve devamlılığını sürdürebilecek ve geniş bir sahaya yayılmış bulunan Türk dünyâsı bir dil ile konuşup yazabilecekti. Türkçe'nin ufkuna bu devirde doğan iki kişiden biri Kaşgarlı Mahmûd, diğeri ise Balasagunlu (Kuzordulu) Yûsuf’tur. Her ikisi de ortaya koydukları eserleri ile, Türk dil birliğinin asırlarca devam etmesinde mühim rol oynamışlardır. Kaşgarlı Mahmûd, Türk dil ve kültürünü, Arap muhitine aşılamak ve tanıtmak gâyesi gütmüştür.
Kaşgarlı Mahmûd, filolog, etnograf, ilk Türk haritacısı ve toponimistidir. Dîvân-ı Lügati’t-Türk adlı eserinde, yaşadığı devirdeki Türk illerinin ve boylarının ağızlarını canlı olarak tespit etmiştir. Böylece, Türk kültür ve geleneklerine âit malzemeyi toplamış ve anonim malzemenin kaybolmasına mâni olmuştur. Bu şekilde, Türk dilinin zenginliğini, Arap ve Fars dilleri yanındaki değerini ispata çalışmıştır. Hattâ, Kitâbu Cevâhirü’n-Nahvi Lügati’t-Türk adlı gramerini, Türkçe'yi Araplara öğretmek gâyesi ile kaleme almıştır. Bu şekilde o, Türk dil ve kültürünün yükseliş ve gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Yalnız Kaşgarlı Mahmûd, eserini meydana getirirken, Türk illerini, Müslüman obalarını, bozkırlarını birer birer dolaşmış, Türk diline ve kültürüne âit bulduğu malzemeyi büyük bir titizlikle incelemiş ve eserine almıştır. Zâten o, Türklerin hemen bütün illerini, obalarını, bozkırlarını gezip gördüğünü; Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma, Kırgız boylarının dillerini zihnine nakşettiğini, her Türk bölüğünün ağız ve şivesini en ileri bir sûrette ortaya koyduğunu belirtmiştir. Bunları karşılaştırdıktan sonra ise; Türk ağız ve şivelerinin en kolayının Oğuz, en dürüst ve kullanışlısının Yağma ve Tuhsi şivesi, edebî şive olarak ise hanların konuştuğu devlet dili olan Kaşgar Türkçesi olduğu neticesine varmıştır.
İlim âleminde ve Türkiye’de yeteri kadar çalışma yapılmamış olan Dîvân’ı, Arapça yazılmasına karşılık, Orta Asya’da yaşayan Türk boy ve soylarının sağduyusuna bağlıdır.
Seyyah bir müellif ve dil âlimi olması, onun Kaşgar ile Bağdat arasında gidip gelmesine sebep olmuştur. Fikirleri her asırda canlı kalmış ve diyalektoloji ilminin kurucusu olmasının yanında, mukâyeseli ağız çalışmalarının da başlatıcısı olarak her zaman anılmıştır.
Kaşgarlı Mahmûd, sonunda yine memleketine dönmüş ve eskiden beri bir Türk ülkesi olan Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehrinde ölmüştür. 1983 yılının Temmuz ayında bulunan kabri, Kaşgar’a 35 km uzaklıktaki Azak köyündedir. Bugün Gobi Çölü kıyısında olan köy, Upal kazasına bağlıdır.
Eserleri: Kaşgarlı Mahmûd’un bilinen iki eseri vardır. Bunlardan birincisi Dîvân-ı Lügati’t-Türk adlı meşhur eseridir. Büyük bir kültür hazinesi olan ve Arapça yazılan eser, yazıldığı zamandan beri Türk dünyâsının en kıymetli ve ana eseri durumunda olup, Türk dil ve kültürünün hazînesidir. Dîvân, bu yönü ile sâdece bir kâmus değildir. Onda oldukça büyük bir malzeme bolluğu görülmektedir. Bu bakımdan dünyâ edebiyatında emsali görülmemiş bir eserdir. Eserde Türk dilinin Arapça olarak açıklaması da yapılmıştır. Dilbilgisi terimleri de hâliyle Arapça verilmiştir. Bulundurduğu malzeme bakımından ise eser, Türk şÃ®ve ve ağızlarından metinlere yer vermiştir. Bu bakımdan Kaşgarlı Mahmûd için, karşılaştırmalı Türk Dili Araştırma Mektebinin kurucusu dense yeri vardır. Eserde, Çu-Çi adlı, halk arasında ünlü bir şÃ¢irden de haber verilmiştir.
İmlâ sistemi bakımından Divân-ı Lügati’t-Türk, kendisine has bâzı imlâ hususiyetlerine yer vermiştir. Daha çok fonetik yönden bâzı düzenlemeler yapan Kaşgarlı Mahmûd, başta iki elifle başlayan “a” sesine de yer vererek, sonraları Macar Türkoloğu Ligeti tarafından ortaya atılacak olan, Türkçe'de uzun sesli (vokal) meselesini de eserinde ele almıştır. Meselâ aaçlık, aat, aak, aaş, aaz, aay gibi kelimeler, başta iki elifle yazılmışlardır. Ayrıca tek elifle yazılan aç, at, ak, aş, az, ay gibi kelimeler de Dîvân’da yer almıştır. Buna ilâveten f ile be arasında bir ses olan f üstünde üç nokta ile gösterilen “w” sesi Kaşgarlı’nın kendi eklemesidir.
Bir haritayı da ihtivâ eden Dîvân, Türk toponomisine (yer adları) de gereken değeri vermiştir. Damgaları ile birlikte Türk uluslarının verilmesi, eserin dikkat çeken bir yönüdür. Yalnız burada Oğuz boyuna mensup yirmi iki ulusun damgaları yer almıştır. Ali Emiri Efendinin gayretleri ile bulunan eser üzerinde Kilisli Rıfat, Konyalı Abdullah Atıf Türüner ve Besim Atalay çalışmalar yapmıştır [b](Bkz. Dîvân-ı Lügati’t Türk). Eser Kültür Bakanlığı tarafından 1990 yılında en güzel şekilde ve aslına uygun olarak tıpkı basım hâlinde neşredilmiştir.[/b]
Kaşgarlı Mahmûd’un ikinci eseri bir gramer kitabıdır. Cevâhirü’n-Nahvi Lügati’t-Türk adındaki bu eser, Türkçe'nin ilk gramer kitabıdır. Fakat birçok aramalara rağmen hâlâ ele geçmemiştir.
Kavalalı Mehmed Ali Paşa





Mısır’da Kavalalılar Hânedânlığının kurucusu. 1769 yılında Makedonya’da Kavala şehrinde doğdu. Babası, Kavala Kalesi bekçibaşısı İbrâhim Ağadır. Kavala’da büyüyerek, ticâretle uğraştı.

Fransızların Mısır’ı istîlâsı üzerine Osmanlı ordusuna asker yazılarak, Rumeli'deki Arnavut askerinin kumandanı Puyanlı Hasan Paşanın maiyetine girdi. 1799’da Mısır’a vardı. Fransızlarla yapılan muhârebelerde ve bilhassa Ebû Kayr Muhârebesinde fevkalâde cesâret gösterip, şöhret kazandı. Üstün zekâsı ile dikkat çeken Kavalalı Mehmed Ali’nin îtibârı devamlı arttı. Napoleon Bonaparte ve Fransız ordusu Mısır’dan kovulunca, orada kalıp, Arnavut askerlerinin kumandanı oldu. Mısır’daki askerleri disiplin altına alarak, kontrol etti. Böylece Mısır’da âsâyişi temin edince, bu muvaffakiyeti İstanbul’a arz edildi. Mısır’da kuvvetli bir idârenin, ancak muktedir bir şahsiyet olan Mehmed Ali tarafından sağlanacağını kestiren Sultan Üçüncü Selim Han (1789-1807), onu vezir pâyesiyle Mısır vâliliğine tâyin etti (8 Temmuz 1805).
Mehmed Ali Paşa, Mısır’da âsâyişi ve emniyeti temin edip, âsîleri ortadan kaldırdı. İskenderiye civârına asker çıkaran İngilizleri büyük bir bozguna uğrattı(1808). İbrâhim ve İsmâil paşaların yardımı ile hâkimiyetini, Sai, Nevbe ve Sudan’a doğru genişletti. Mısır’ın kültürünü geliştirmeye ve îmârına çalışarak, Fünûn-ı Harbiye, Tıbbiye ile diğer lüzumlu okulları açtırdı. Tercüme komisyonları vâsıtasıyla yeni bilgilerin yayılmasına çalıştı. Avrupa’dan getirttiği öğretmenler vâsıtasıyla meslek ve sanat elemanları yetiştirdi. Gayret ve teşvikleriyle kısa zamanda, zirâat ve sanayi geliştirilerek, atölye ve fabrikalar kuruldu. Aşağı Mısır ve Nil Vâdisi elverişli duruma getirilerek; pirinç, pamuk, şekerkamışı gibi çeşitli hubûbatın üretimi arttı.
Bu sırada; Sultan İkinci Mahmûd Han (1808-1839) devrinde Necd taraflarından çıkan Müseyleme-i Kezzâb neslinden olan Vehhâbîler, Arab Yarımadasının çoğunu zaptedip, ahâliye zulüm yapıp, İslâmî müesseseleri tahrip ettiler. Vehhâbîler, Hicaz’ı tehdit etmeye başlayınca, Bâbıâlî’nin emriyle bölgeye asker sevk eden Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Arabistan’ın mübârek şehirlerinin Vehhâbî sapıklarından temizlenmesine çok önem verdi. İsyânın elebaşılarını yakalayarak İstanbul’a gönderdi. Hac yolunu emniyet altına aldı. Bu başarıları üzerine oğlu İbrâhim Paşaya vezirlik rütbesiyle Hicâz umûmî vâliliği verildi. Mora’daki Rum İsyânında oğlu İbrâhim Paşa komutasında yardım gönderen Mehmed Ali Paşanın donanması, Fransız, İngiliz, Rus gemilerinden meydana gelen filo tarafından yakıldı. Bu olay üzerine Mehmed Ali Paşa, geri kalan donanmasını padişaha haber vermeden geri çekti. 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşına da devletçe istendiği halde yardım göndermedi. Bu olaylar pâdişah ile Mısır vâlisinin arasını açtı. İngilizler de bu anlaşmazlığın büyümesi için gayret sarf etti. Bilhassa Mustafa Reşid Paşayı kullanarak Osmanlı Devletini Mısır’a müdahale etmek üzere kışkırttılar. Yapılan mücâdelede düzenli ve disiplinli kuvvetlere sâhip Mısır ordusu, Kütahya’ya kadar ilerledi. Bu olaylar üzerine Sultan Abdülmecîd Han (1839-1861) devrinde 1841’de yapılan antlaşma ile Mısır vâliliği Kavalalı Mehmed Ali Paşaya ve nesline verildi. 1845’te İstanbul’a gelerek, Osmanlı Sultanı Abdülmecîd Hana bağlılığını arz edip, iyi kabul gördü.
1847’de iyice ihtiyarlayan ve aklî durumu bozulan Mehmed Ali Paşanın yerine oğlu İbrâhim Paşa, Mısır vâli vekilliğine tâyin edildi. 1849’da Mısır’da vefât eden Kavalalı Mehmed Ali Paşanın Kâhire’de mükemmel bir türbesi vardır. Yerine torunu Abbâs Hilmi Paşa, Mısır vâlisi oldu. Kavalalı Mehmed Ali Paşanın kurduğu hânedânlık, 1953 târihine kadar devâm etti [b](Bkz. Kavalalılar).[/b]
Kâzım Karabekir





kazimkarabekir.jpgİstiklal Savaşımızın önde gelen kahramanlarındandır. İlk adı Musa Kâzım olan Kâzım Karabekir Paşa'nın babası, Karaman'a bağlı Kâzımkarabekir ilçesi eşrafından, Mehmet Emin Paşa'dır. Babası İstanbul'da jandarma subayı iken, Kâzım Karabekir, 1882 yılında, burada doğdu. Fatih Askeri Rüştiyesi'nde ve Kuleli İdadisi'nde okudu. 1902'de Harbiye'den, 1905'te Harp Akademisinden, birincilikle mezun oldu. Bu tarihten itibaren, kurmay yüzbaşı olarak orduya katıldı. 31 Mart Vakasını bastıran Hareket Ordusu'nda ve Arnavutluk isyanını bastıran kolorduda görev aldı. İmparatorluğun değişik bölgelerinde görev yaptıktan sonra, Çanakkale Muharebelerine katıldı. Buradaki başarılarından dolayı albaylığa yükseldi. Irak Cephesinde görevlendirilen Kâzım Karabekir, burada İngilizlerle savaştıktan sonra, 1917 yılında II. Kolordu Komutanı, 1918 yılında da I. Kafkas Kolordusu Komutanı oldu. Kolordusu ile 1918 Şubatında, Erzincan ve Erzurum'u, Rus askerleriyle takviye edilmiş, Ermeni ordusundan kurtardı. Sarıkamış'taki kolordumuzla birlikle, Kars ve Gümrü'yü aldı. Bu hizmetlerine karşılık, 1918 Temmuz'unda Mirlivalığa yükseldi. Kâzım Karabekir, Ermeni ordusunu dağıttıktan sonra, İran Azerbaycanı'nı aldı ve burada İngilizleri yenilgiye uğrattı. Mütareke yapılıncaya kadar, İran Azerbaycanı ve bir kısım Ermenistan topraklarını hakimiyetinde tuttu.

Mondros Mütarekesi imzalanınca, İstanbul'a çağırılan Kâzım Karabekir Paşa, İstanbul'da görev almanın, vatanın ve milletin yok edilmesine seyirci kalmak olduğunu anladı ve Atatürk'le anlaşarak, Doğu'da görev istedi. 1919'da Erzurum'daki Şark Cephesi Komutanlığına atandı.
İstiklal Savaşı'nı başlatmak üzere Anadolu'ya gelen Atatürk'e en büyük destek, Kâzım Karabekir Paşa'dan geldi. "Bütün kolordumla emrinizdeyim. Bütün emirleriniz, yine eskisi gibi, harfiyyen ve derhal yerine getirilecektir" diyerek, eşi az bulunur bir vatanseverlik örneği sergiledi.
Kâzım Karabekir, TBMM tarafından kendisine verilen bazı yerlerin kurtarılması görevini başarıyla yerine getirdi. Ermeni ordusunu bozguna uğratarak Kars, Ardahan ve Artvin'i, vatan topraklarına yeniden kattı. Gümrü ve Kars Antlaşmaları, O'nun başkanlığında imzalandı. Bu başarılarından sonra, "Şark Fatihi" olarak anılmaya başlandı.
Kâzım Karabekir, Kurtuluş Savaşımızın her kademesinde görev aldı. Her görevi üstün bir başarıyla yerine getirdi, Atatürk'le her zaman yan yana ve onunla birlikte olmuştu.
Kurtuluş Savaşı'nın bitmesinden sonra, 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurdu ve başkan seçildi. Bir süre sonra Atatürk'e İzmir'de suikast düzenleyenler arasına adı karıştırıldı. İstiklal Mahkemesi'nde yargılanan Kâzım Karabekir, elbette ki suçsuz bulundu. Ancak, ömrü boyunca, hemen her cephede Türk Milleti için savaşmış, büyük başarılar kazanmış, emrindeki askeri birliklerle hiç tereddüt etmeden Atatürk'ün emrine girmiş; İstanbul Hükümeti kararlarını dinlememiş bir kahramanın adının, böyle bir talihsiz olaya karıştırılması bağışlanmaz bir hata olmuştur.
Nitekim bu duruma çok üzülen Kâzım Karabekir, siyasetten çekilmiştir. 1938 yılında İstanbul Milletvekili seçilmiş, 1946 yılında Meclis Başkanlığına getirilmiştir. 26 Ocak 1948'de, Ankara'da vefat etmiştir.
Kâzım Karabekir, çok sayıda eser meydana getirmiştir. Eski yazıyla basılmış olan eserleri on altı adettir. Yeni yazıyla basılan eserleri ise; İtalyan-Habeş (1935), İngiltere-İtalya ve Habeş Harbi (1935); Cihan Harbine Neden Girdik, Nasıl Girdik Nasıl İdare Ettik (1937); Ülkümüz Kuvvetli Bir Türkiye'dir (1947); İstiklâl Harbimiz (1959); Çocuk Davamız (1965); İstiklal Harbimizde Enver Paşa ve İttihat ve Terakki Erkânı (1967); İttihat ve Terakki Cemiyeti (1896-1909), Neden Kuruldu, Nasıl Kuruldu, Nasıl İdare Olundu (1982)'dur. Ayrıca basılmamış 34 eseri bulunmaktadır.
Keçecizâde Fuad Paşa (Mehmed)





Osmanlı sadrazamı (İstanbul 1815 - Nice 1869). Şair Keçecizâde İzzet Molla'nın oğlu.

Tıbbiye'yi bitirdi (1835). Üç yıl kadar Trablusgarb'da bulundu; dönünce, Babıâli Tercüme Odası'na girdi ve başmütercimliğe kadar yükseldi (1839). Sonra, Londra Sefareti başkâtipliğine getirildi (1814). Londra'dan dönüşünde İspanya ortaelçisi oldu ve "rütbe-i sâniye" nişanı aldı (1844). Ertesi yıl, Dîvân-ı Hümâyun tercümanlığına ve âmedciliğine tayin edildi (1847). O, bu görevdeyken, bütün Avrupa'da çıkan ve Tuna yörelerine de yayılan milliyetçi ayaklanmalar sebebiyle, bir Rus ordusu Eflak'a girince, Bükreş'e gönderildi (1848). Orada, Ruslarla iyi ilişkiler sağlamaya çalıştı. Macar ve Leh devrimcileri, Rusların Avusturyalılara yardımı dolayısıyla güç durumda kalarak, Osmanlı Devletine sığınmışlardı. Fuad Efendi, dostluk bağlarını koparmamak için, mültecilerden üç subayın iadesini, diğerlerinin de Vidin'e sevk edilmelerini teklif etti. Fakat Babıâli, sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın görüşünü benimseyerek, hiçbirinin geri verilmemesini kararlaştırdı. Rusya ve Avusturya'nın, mülteciler en kısa zamanda geri verilmediği takdirde siyasî ilişkileri kesmek zorunda kalacaklarını bildirmeleri üzerine (1849), Vükelâ Meclisi, Bükreş'te bulunan Fuad Efendi'nin, fevkalâde büyükelçilik payesiyle Rus Çarına gönderilmesine karar verdi. Fuad Efendi, Çar iade talebinde ısrar ettiği takdirde, münasebetleri kesmeden, durumu İstanbul'a bildirerek yeni talimat beklemek gibi ağır bir görev yüklenmişti. Öte yandan, yetkisinin sınırlı olması da, kendisini zor durumda bırakıyordu. 4 Ekim 1849'da, padişahın mektubunu çara verdi. Mülteciler meselesinin iki hükümdar arasında özel bir mesele olduğunu, dışişleri bakanı Nesselrod'a kabul ettirerek, müzakerelerin devamını sağladı. Babıâli, Fuad Efendi'nin hizmetlerini takdir ederek, onu bâlâ rütbesiyle Sadaret müsteşarlığına tayin etti. İstanbul'a dönünce (1850), kendisine mükâfat olarak imtiyaz nişanı verildi. Bir süre Bursa'da kalan Fuad Efendi, Cevdet Efendi (Paşa) ile birlikte Kavâid-i Osmaniye (Osmanlıca Kuralları) adlı gramer kitabını yazdı; Şirket-i Hayriye'nin tüzük tasarısını kaleme aldı. Bursa'dan dönüşünde, o sırada kurulan Encümen-i Dâniş'e, Sadaret Müsteşarı sıfatıyla üye tayin edildi. Sadrazam Reşid Paşa tarafından Mısır'a gönderildi (Mart 1852). Orada kaldığı üç buçuk ay içinde, Mısır'ın 60 000 kese olan yıllık vergisini 80 000 keseye yükseltti. Dönüşünde Hariciye Nazırlığına getirildi. Bu sırada, Mukaddes Makamlar meselesi son haddine gelmişti. Ruslar, Fuad Efendi'nin bu konuda Fransızları tuttuğunu öne sürmüşlerdi. Prens Mençikof, bu konuyu görüşmek için İstanbul'a geldi. Doğruca sadrazamı ziyaret etti. Bu tutumu usule aykırı bulan Fuad Efendi, nazırlıktan çekildi. Babıâli, Mençikof'un isteklerini geri çevirdi ve Rusya'ya savaş açtı (1853). Bundan yararlanarak Yanya üzerine yürüyen Yunan çete kuvvetlerini bastırma görevi, Fuad Efendi'ye verildi (1854). İstanbul'a dönüşünden sonra, Meclis-i Âlî-i Tanzimat reisliği de verilerek, vezirlik rütbesi ile Hariciye Nazırlığına getirildi (Nisan 1855). Ancak, işlerinin çokluğu yüzünden, Meclis-i Tanzimat reisliğini bıraktı. Paris Konferansına katılmasını önlemek amacıyla, İngiliz elçisi Lord Strafford, padişahtan Fuad Paşa'nın değiştirilmesini isteyince, görevinden ayrıldı (Kasım 1856). Meclis-i Âlî'ye memur edildi; ertesi yılın ağustos ayında ikinci defa Meclis-i Âlî-i Tanzimat reisliğine getirildi; çok geçmeden de Hariciye Nazırlığına tayin edildi. Eflak ve Boğdan'ın yeni idaresini kararlaştırmak için toplanan Paris Kongresine, Hariciye Nazırlığı da uhdesinde bırakılarak, murahhas tayin edildi (Nisan 1858).
Fuad Paşa, 1860 yılında, Cebel-i Lübnan'da Marunîler ile Dürzîler arasında çıkan anlaşmazlığın çözümlenmesine, Hariciye Nazırlığı uhdesinde olduğu halde, fevkalâde komiser sıfatıyla memur edildi. Beyrut'a gitti, Şam'daki karışıklıkları şiddet kullanarak bastırdı. Suçlu Dürzî reislerinin teslim olmaları, Fuad Paşa'nın, özellikle Fransızlara karşı, durumunu daha da güçlendirdi, onların müdahalesini önledi.
Fuad Paşa Suriye'de iken, Abdülmecid Han vefat etti, tahta Abdülaziz Han geçti. Yeni padişah, Meclis-i Vâlâ ile Meclis-i Âlî-i Tazimat'ı birleştirerek, reisliğine Fuad Paşa'yı getirdi (14 Temmuz 1861). Kısa bir süre sonra, dördüncü defa Hariciye Nazırlığına ve ardından da sadrazamlığa tayin edilen (22 Kasım 1861) Fuad Paşa, bir buçuk yıl kaldığı Suriye'den ayrılarak İstanbul'a döndü. Bu görevi sırasında, devletin içinde bulunduğu malî buhranı gidermek amacıyla, hazinenin genel nezaretini üzerine aldı ve gerekli gördüğü tedbirleri, uzun bir yazı ile padişaha bildirdi. Ama bütün çabalarına rağmen, malî durumu istediği gibi düzeltemedi. Milliyet fikirlerinin Rumeli'de yayılması yüzünden gittikçe ağırlaşan siyasî durumu da ileri sürerek, sadaretten istifa etti (6 Ocak 1863). Bir süre sonra, padişahın ısrarı üzerine Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye reisliğini kabul etti. Abdülaziz Han'ın Mısır seyahatinde refakatinde bulundu (3 Nisan - 3 Mayıs 1863). Dönüşte, Yâver-i ekrem unvanını aldı. Çok geçmeden, seraskerlik görevi üzerinde kalmak üzere, ikinci defa sadarete getirildi (1 Haziran 1863). Fuad Paşa, Abdülaziz Han'a hitaben, büyük devletlerin siyaseti karşısında devletin çıkarlarını korumak için tutulması gerekli yolları gösteren siyasî bir vasiyetname yazmış, bu vasiyetname sonradan, Paris'te çıkarılan Meşveret gazetesinde yayımlanmıştı. Siyasî görevleri sırasında, dış ilişkiler, malî ve askerî ıslahat dışında birtakım idarî icraatta da bulunan Fuad Paşa, eyalet teşkilatı yerine, yetkili valiler eliyle yönetilen vilayet teşkilatının kurulması, şehirlerde kârgir yapı usulünün uygulanması fikirlerini ortaya attı ve bunları gerçekleştirmeğe çalıştı. Bu arada görevinden alındı.
Âlî Paşa'nın sadarete (sadrazamlığa) gelmesi üzerine, beşinci defa Hariciye Nazırı oldu (Şubat 1867). Abdülaziz Han'ın Avrupa seyahatine katıldı (21 Haziran - 17 Ağustos 1867). Kalp hastalığı sebebiyle, bu seyahatten yorgun ve hasta döndü, doktorların tavsiyesine uyarak kışı geçirmek üzere gittiği Nice'te öldü (12 Şubat 1869). Cenazesi İstanbul'a getirilerek, Peykhane sokağındaki türbesine gömüldü.
Dış siyaset konusunda, Fransızlardan yana olduğu ileri sürülür.
Mevlevî Tarikatına mensuptu.
Keçecizade İzzet Molla





On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı devlet adamı ve şÃ¢iri. Muhammed İzzet Molla, Konyalı Mustafa Efendinin evlâdından olan Muhammed Sâlih Efendinin oğludur. 1785 târihinde İstanbul’da doğdu. Tanzimât öncesi Divan Edebiyatının son temsilcilerindendir.

Zamanının usûlüne göre din ve fen ilimlerini tahsil ettikten sonra, ilmiye sınıfına girerek İstanbul’da Galata Kadılığına kadar yükseldi. Babası Sâlih Efendi 1799 (H. 1214)da vefat edince birçok sıkıntılar çekti. Hattâ bir gün sabahleyin intihâr etmeye karar verip evinden çıkmıştı. Bir kayığa binip Kuruçeşme sâhilinden geçerken penceresi önünde Sâib Dîvânı’nı incelemekte olan meşhur Hançerli Bey, bu gencin zarîf hâlini görünce bir beytin açıklamasını ricâ etmişti. İzzet Molla dalmış olduğu ümitsizlik fırtınasından sıyrılarak, beyti pek güzel açıkladı. Hançerli Bey onun ilmine ve irfanına hayrân kaldı. Böylece İzzet Molla intihar gibi büyük bir günahtan kurtulmuştu. Bu zât, onu ileride Hâlet Efendiyle tanıştıracaktır. Bu sıralarda on dört yaşlarında olan İzzet Molla, edebiyatla meşgul olan enişteleri Meş’alecizâde Esad Efendi ile Kadıasker Moralızâde Hâmid Efendinin himâyesinde büyüdü. İlmiye mesleğindeki ilk vazifesi 1809’da Bursa Müfettişliğidir. İzzet Molla, hemen az bir süre sonra Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın torunlarından bir hanımla evlendi. Bu evlilikten dört erkek çocuğu oldu.
Bunlardan birincisi, Tanzimât devri sadrâzamlarından meşhur mason Fuâd Paşadır. İzzet Molla, Hâlet Efendiden başka, Şeyhülislâm İsmet Beyzâde Ârif Hikmet Efendinin de dikkatini çekmişti. Sultan İkinci Mahmûd Hanın da iltifâtlarına mazhar olmuş, bu sebeple sık sık saraya dâvet edilmiştir. Serbestçe konuşmaları, pâdişah tarafından lâtife kabul edilir, azarlanmazdı.
1825’te Mekke-i mükerreme kâdısı, 1826’da ise İstanbul pâyesi verildi. Haremeyn, sonra 1827’de eyâlet tevzî defteri müfettişi oldu. Rus Harbine taraftar olmadığı için aynı yıl Sivas’a sürüldü. Sonra haklı olduğu anlaşılınca, affı için ferman çıkarıldı. Ancak ferman yoldayken, Ağustos 1829’da kırk dört yaşında vefât etti. Önce Sivas’a defnedildi; sonra kemikleri İstanbul’a getirilerek Atpazarı’nda Canbaziye Mahallesinde, Mustafa Bey Mescidi avlusundaki âile mezarlığına defnedildi. Babası da orada medfundur. Nüktedan, zekî ve hoşsohbet bir zât olup, Mevlevî tarikatına mensuptu.
Edebî şahsiyeti ve tesirleri: Devrinin ilim ve edebiyat dünyâsı içinde tanınıp, îtibâr kazandı. Bu vaziyet ilim ve irfandaki kudretini gösterdiği gibi şiir ve edebiyattaki üstün seviyesini de ifade etmektedir. Kasidelerinde Seyyid Vehbi ve Nef’î tesiri görülür. Mevlevî olması dolayısıyla Mevlânâ’dan sık sık bahseder. Divan şÃ¢irlerinden Fuzûlî, Rûhî-i Bağdâdî, Nedim ve Şeyh Gâlib’e meyleder. Aynî, Neş’et, Beliğ, Nazim, Nevres ve özellikle Şeyhülislâm Ârif Hikmet Efendi gibi şÃ¢irleri taklit ederdi. Divan edebiyatı geleneğine bağlıdır. Kâfiye ve mazmunları orijinal olması bakımından zamanındakilerden ayrılır. Savunduğu fikirleri zengin hayalleri arkasında saklamasını bilir. Divan edebiyatının son orijinal şÃ¢irlerinden sayılmıştır.
Eserleri:
1. Devhat-ül-Mehâmid fi Tercemet-il-Vâlid: Babasının biyografisidir.
2. Gülşen-i Aşk: Tasavvufî, sembolik bir mesnevîdir.
3. Mihnet Keşan: Keşan’a sürgüne gidişini ve dönüşünü anlatan bir mesnevîdir.
4. Dîvân-i Bahr-i Efkâr: Bu eserini (Dîvân’ını) Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî hâtırasına kaleme almıştır. Bu dîvânında Mevlâna’ya olan bağlılığını;
Molla-yi Rûm’un kemter gedâsı
Etdikde nazmın tanzîme himmet

Her bir gazelde nâm-ı şerifin
Yâdıyla kıldı arz-ı muhabbet

mısralarıyla ifâde etmiştir. 1839 (H. 1255)da Mısır’da basılmıştır.
5. Lâyiha: İzzet Molla’nın siyâsî konularda, devlet işleri ile ilgili bir eseri olup, dili sâdedir.
6. Dîvân-ı Hazân-ı Âsâr: Olgunluk dönemine ait şiirlerini ihtivâ eder. Bu Dîvân’ını, Şah-ı Nakşibend’in hâtırası için kaleme almıştır. Bu Dîvân’ındaki:
Rûhî fedâk ey gül-i gülzâr-ı Nakşbend
Oldum hezâr cânım ile zâr-ı Nakşbend

Evvelki oldu ârif-i Rûm’un avârifi
Dîvân-ı diğerim ola âsâr-ı Nakşbend

mısraları da bu numûnelerden birisidir. 1841 (H. 1257) de İstanbul’da basılmıştır.
7. Şerh-i Elgâz-ı Râgıb Paşa: Meşhur Râgıp Paşanın bâzı muammalı beyitlerinin açıklaması olup, bu eseri basılmamıştır.
Kemal Reis





Büyük Türk denizcilerinden. Asıl adı Ahmed Kemâleddîn olup, 1451 yılında Karaman, Ağrıboz veya Gelibolu’da doğduğu rivâyet edilmektedir. Babası Karaman’da Ali adındaki bir Türktür. Meşhur Pîrî Reis’in kardeşi Hacı Mehmed’in oğludur. Kemâl Reis denizlerde yetişmiş, ünü bütün Avrupa’ya duyulmuş kahraman bir kumandandır. Gençliğinde Eğriboz sancakbeyinin küçük filosunun komutanlığı ile ve emrindeki diğer gemilerle Endülüs’e kadar seferler yapmıştı. Kendi başına İspanya’daki Müslümanların imdâdına koşmuş, buradaki Endülüs Devletinin ortadan kalkmasına kadar elinden gelen yardımı esirgememiştir.
Akdeniz’deki gayret ve çalışmaları, Müslümanlara her zaman yardıma koşması, Osmanlı Sultanı İkinci Bâyezîd Hanın onu İstanbul’a çağırmasına sebep oldu. Sultan İkinci Bâyezîd Han onu devlet hizmetine çağırınca Kemâl Reis, 1494-1495 (H.900) yılında geldi ve donanmaya katıldı. Sultan İkinci Bâyezîd Han, Mekke ve Medîne vakıf eşyâlarını götüren gemilere Rodos şövalyelerinin verdiği zarara Kemâl Reis’in mâni olacağına inanıyordu. Dînine bağlı, mukaddes beldeye hizmet etmeyi her şeyden üstün tutan sultan için, bu vakıf mallarının yerine ulaştırılması çok önemliydi. Devlet hizmetine girdiği seneden îtibâren donanmada düzeltme ve yenilikler yapan Kemâl Reis, 1497 yılında Mekke ve Medîne’ye gönderilen vakıf mallarını götüren donanmanın başına getirildi. Kemâl Reis, gidiş ve dönüşte Venediklilerle yaptığı iki savaşı da kazandı. Gemilere koyduğu o zamana kadar görülmeyen uzun menzilli toplardan istifâde etti.
Sultan İkinci Bâyezîd Han, Venediklilere karşı Gelibolu’da hazırlattığı donanma işini Kemâl Reis’e vermişti. Kemâl Reis, 1499-1502 yılları arasında Venedik'le yapılan savaşlarda, donanmanın bir filosuna kumanda etti ve zaferlerin kazanılmasında büyük hizmetleri görüldü.
1405-1505’te (H. 910) Rodos’a büyük bir akın düzenleyen Kemâl Reis, aynı yıl İspanya’daki Benî Ahmer Devletinin 1493’te yıkılmasından sonra Müslümanlara ve Yahûdîlere akıl almaz işkence ve zulümlerde bulunan İspanyollardan kurtarabildiklerini İstanbul’a getirdi.
Rodos şövalyelerinin Güney Anadolu limanlarına yaptıkları baskının öcünü almak için, 1511 yılının başlarında sefere çıkan Kemâl Reis’in gemisi fırtınada batmış, kendisi de boğulmuştur. Zaferleri, yaptığı hizmetleri ile Türk denizciliğinin şöhretli kumandanlarından olan Kemâl Reis, on yedi yıl Osmanlı Devletine hizmette bulundu.
Kılıç Ali Paşa





Büyük Türk denizcisi ve Osmanlı kaptan-ı deryâlarından. 1500 yıllarında doğduğu tahmin edilmektedir. Anadolu’dan alınarak Turgut ve Piyâle Paşalarla berâber büyük Osmanlı amirali Barbaros Hayreddin Paşanın yanında yetiştirildi. Asıl adı Uluç Ali’dir.

Osmanlı Sultanı Kânûnî Sultan Süleyman Han (1520-1566) devrinde Barbaros Hayreddin, Turgut ve Piyâle Paşaların bulundukları deniz muhârebelerine katıldı. Gösterdiği yararlıklar üzerine 1550’de, Sisam Adası mâlikâne olarak kendisine verildi. 1565’te İskenderiye Beylerbeyliğine tâyin olundu. Mısır donanmasıyla Malta Seferine katıldı. Turgut Reisin bu muhârebede şehid düşmesi üzerine Trablusgarb Beylerbeyi oldu. 1568’de Barbaroszâde Hasan Paşanın yerine Cezâyir Beylerbeyliğine tâyin edildi. 1570’de Papanın teşvikiyle meydana getirilen Haçlı donanmasına karşı İnebahtı Deniz Savaşına katıldı. 7 Ekim 1571'deki bu fâciadan kurtulunca, İkinci Sultan Selim Han (1566-1574), onu kaptan-ı deryâlığa getirdi. İstanbul tersânelerinde yeni bir donanma yaptırarak, 1572’de Akdeniz, 1573’te İtalya, 1574’te Tunus Seferlerine çıktı. Bu seferler netîcesinde Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyeti pekiştirilerek, İspanyolların elinden Tunus’u aldı. 26 Temmuz 1574’te Fas Kalesini yaptırdı. 1584’te Kırım Seferine katıldı. 1585’te Sûriye ve Lübnan’daki Derezî (Dürzî) âsilerinin yola getirilmesi için donanmasının başında İskenderiye’ye gitti. 21 Haziran 1587 târihinde İstanbul’da vefât etti. Tophâne’de Mîmar Sinan’a yaptırdığı câminin yanındaki türbesine defnedildi.
Osmanlı Devletinin en kuvvetli devri olan 16. yüzyılda yetişen büyük denizcilerden olan Kılıç (Uluç) Ali Paşa, Akdeniz’de Osmanlı bayrağını dalgalandırırken, Hıristiyan devlet korsanlarının tavizsiz tâkipçisiydi. Adı Avrupa kaynaklarına “Occhiali” olarak geçmiştir. Kânûnî Sultan Süleymân, İkinci Selim ve Üçüncü Murâd zamanlarında Osmanlı Devletine hizmet edip, şanlı Türk zaferlerinin kazanılmasında emeği geçen kumandanlardandır. 16 yıl süren kaptan-ı deryâlık zamânında büyük harp gemilerinin inşÃ¢sına ehemmiyet verdi. 1586’da Yeni Saray’da pâdişÃ¢h için bir hamam, Boğaziçi kıyılarında iki câmi yaptırdı. Hanımı Selîme Hâtun da Fındıklı’da (Salıpazarı ile Kabataş arasında bir semt) bir mescit yaptırdı. Her ikisi de muhtaçların ihtiyaçlarını giderir, binlerce kimseye muntazam bir şekilde aylık verirlerdi.
Koca Mustafa Paşa





Osmanlı devlet adamlarından. Babasının adı Abdüssamed’dir. Fâtih Sultan Mehmed Han (1451-1481) devrinde saraya alınarak, Enderun’da eğitim ve öğretim gördü. 1481’de Hazinedârbaşı, 1482’de Kapıcılar Kethüdası olup, 1489-1492 tarihleri arasında Kapıcıbaşılık yaptı. 1490’da Roma’ya gönderilip, Sultan İkinci Bâyezîd Han (1481-1512) tarafından kardeşi Cem Sultan’a gönderilen nâme ve hediyeleri götürdü. 1495’te Avlonya, 1497’de Gelibolu Sancakbeyi oldu. 1498’de Rumeli Beylerbeyliğine tâyin olundu.

Koca Mustafa Paşa, Rumeli Beylerbeyi olarak, Sultan İkinci Bâyezîd Han devrinde, Osmanlı-Venedik Harbinde, 1499 İnebahtı Seferinde, burasının karadan kuşatılmasına memur edildi. Ağustos 1499’da İnebahtı Kalesinin anahtarlarını teslim aldı. 1501’de vezir oldu. İkinci vezirken, 1511’de Vezîr-i âzam tâyin edildi. Sultan İkinci Bâyezîd Handan sonra Yavuz Sultan Selim Han da onu Vezîr-i âzamlıkta bıraktı. Fakat Yavuz Sultan Selim Hanın saltanatının ilk yıllarında olan Şehzâdeler Meselesi hâdiselerine adı karışınca, 1512 yılında Bursa’da öldürüldü. Koca Mustafa Paşanın kabri Pınarbaşı’nda Bursa Mevlevîhanesi karşısındadır. İstanbul’da “Koca Mustafa Paşa” semtinde kendi adıyla anılan câmi, imâret, medrese, mektep ve tekkeden meydana gelen bir külliye, Eyüp’te câmi, Rumeli’nde Yenice-i Karasu’da imâret, Nevrekop’da câmi ve mektep yaptırmıştır.
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24