:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Yusuf Hayaloğlu / Hayatı ve Eserleri
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Sayfalar: 1 2 3
Demek şimdi gidiyorsun


Demek şimdi gidiyorsun;

Yazdığımız son şiir, öyle yarım kalacak!.

Demek şimdi gidiyorsun;

Kuşlarımız acıkacak,

Saksılarımız artık sulanmayacak!.

Demek öykümüzü bir ruj lekesi gibi yapıştırıp

Aynanın sahtekar yüzüne,

- Oy benim yaralım -

Demek şimdi gidiyorsun;

Beni böyle toz gibi dağıtıp

Merdivenlerin dibine!.



Her şey tamam, diyorsun, git...

Beni viran bir şehir gibi terket..

Haydi git!

Dışarısı ispiyon.. dışarısı ihanet..

Seni bir gören olmasın,

Dikkat et!..



Dostlukmuş.. ölüme yürümekmiş..

Üstüne titremekmiş.. Vefaymış!..

Aşk dediğin, zavallı bir kapıyı,

Duvara çarpıp çıkıncaya kadarmış...

Bana komaz deyip,

Sancını bir kilo rakıya gömsen de gece yarıları,

- Oy benim yaralım -

Asıl sancı, uyandığında

Bütün odaları boş görünce koyarmış!.



Gitmek istiyorsun, git...

Bir savaşçı asla vedalaşmaz!.

Durma git!

Dışarısı dinamit.. dışarısı enkaz!.

Şunu cebine koy,

Ne olur ne olmaz...



Eylül mağdurlarıydık,

Kimsemiz yoktu...

Yaralarımız aman vermiyordu canımıza..

Kimseye kıymamıştık oysa,

Masumduk...

Rahatsız etmiyordu bizi bu yalancı tarih!

Yırtılan bir pankart gibi,

Şehirlerin ortasına çığ düşürdüyse öfkemiz;

- Oy benim yaralım -

En az bir karıncanın yüreği kadar,

Namuslu ve çalışkandı ellerimiz!.



Artık bitti, diyorsun, git...

Kırılsın kapı-çerçeve, kırılsın bu cam!

Sorma git!

Dışarısı panik, dışarısı izdiham!.

Biliyorum, seni vuracaklar bu akşam...



Ne çok fire verdik üst-üste;

Ne çok arkadaş yitirdik

Bu tozlu yolculukta...

Kimliği tespit edilmemiş,

Ne çok ceset vurdu,

Zeytin güzeli akşamlarımıza!.

Büyük ütopyalar ve büyük dağlar gibi

İçerden çürümüşüz meğerse..

- Oy benim yaralım -

Her gelen ölüm yazmış,

Her giden ayrılık işlemiş,

Bu talihsiz gergefimize...



Kendini arıyorsun, git..

Aptal bir hayat kur,

İçinde beni barındırmayan..

Kalma, git!

Dışarısı barut, dışarısı gardiyan!.

Yine bir tek ben olurum, sana parçalanan...



Demek şimdi gidiyorsun;

Sonunda bizi de çökertiyor

Bu kancık zelzele!.

Demek şimdi gidiyorsun;

Yıkılan bir duvar gibi

Ömrime devrile-devrile...

Demek mecburi istikametlerin,

Ayrılığı gösteren o adaletsiz kavşağında;

- Oy benim yaralım.. maralım! -

Demek şimdi gidiyorsun,

Ve bana bir tek seçenek kalıyor:

Güle-güle!.. güle-güle!..



Beni öldürüyorsun, git..

Kalmasın sende kahrım, kalmasın derdim..

Bakma, git!

Kafamı yumruklayıp

Ardın sıra ağlarsam, namerdim...
Ne Kaldı

Ne kaldı senden geriye;

Birkaç hüzün şarkısından

Ve göğsü yıpranmış bir sazdan başka?



Ah, o hazin kalıntısı ömrün..

Depremlerden arta kalmış bir yağmanın,

Kararmış, ezik hatırası..



Sana kul olmuş gözüken,

Seni yere-göğe koyamayan

O patlayan avuçlardan ne kaldı;

Örselenmiş teninden başka?



Ne kaldı o leş kargalarından,

Senden geriye ne kaldı?



Benimse, sana kırılmış yüreğim;

Ah yüreğim, deli dalgalar denizi,

Göğsümün kayasını hırpalar durur...



Ne kaldı senden geriye;

Horlanmış bir duyarlılıktan

Ve boşa harcanmış sözlerden başka?



Ah o yara, gurur yarası...

İçimiz yangın yıkıntısı, viran;

İçimiz bir kül tablası..



Sakin bir çaydım ovada;

Hiçbir dalı incitmeden akan.

Dudağımın ucunda kanayan,

O kekremsi tadından başka,

Ne kaldı selden ve kasırgadan;

Senden aldığım ne kaldı?



Benimse, sana çıldırmış hasretim;

Ah hasretim, sonsuz ovalar kısrağı,

Ömrümün çayırını soldurur gibi...
Sana Geldim
Yağmurlar içinden ıslandım geldim

Bir kuru değneye yaslandım geldim

Sıcacık çorbana muhtacım inan

Ölümlerden geçtim uslandım geldim



Üşüdü ellerim üşüdü kalbim

Yaban ellerinde taşlandım geldim

Sanki cehennemdi sensizlik bana



Irmaklar içinden sislendim geldim

Tren yollarında islendim geldim

Kalmadı hevesim kalmadı inan

Yıkandım arındım süslendim geldim



Sana geldim sana kucaklarmısın

Bilmemki yeniden bağışlarmısın
Yüreğim Kanıyor
Sakin göllerin kuğusuyduk,

Salınarak suyun yanağında.

Ve okşayarak nilüfer saçlarını gecenin.

Sonumuzun adım-adım

Yaklaştığını görürdük...



Yarılan ekmeğin buğusuyduk;

Paylaşılan zeytin tanesinin,

Yüzümüze saldıran yağmur avanesinin.

Biz hep üşüyen burnumuzu

Avucumuzda hohlayarak yürürdük.



Hiçbir hesabımız yoktu kimseyle.

Hiçbir aykırı yanımız,

Hiçbir yalanımız...

Gözüm yaşarıyor,

Yüreğim kanıyor...

Olmasaydı sonumuz böyle!..



Biri, saksımızı çiğneyip gitti.

Biri, duvarları yıktı,

Camları kırdı,

Fırtına gelip aramıza serildi.

Biri, milyon kere çoğaltıp hüzünleri

Herşeyi kötüledi,

Bizi yaraladı...



Biri şarabımızı döktü,

Soğanımızı çaldı.

Biri, hiç yoktan vurdu,

Kafeste kuşumuzu!

Ciğerim yanıyor,

Yüreğim kanıyor...

Solmasaydı gülümüz böyle!.



Dağlarda çoban ateşiydik,

Sarmalayarak acı bir sevda masalını

Ve hıçkırarak

Hırçın rüzgarların kavalını...

Namlunun, bağrımıza

Sinsice sokulduğunu bilirdik...



Ceylanın pınara inişiydik,

Vedalaşan birkaç damla gözyaşının;

Tenine kan bulaşan

O masum çakıl taşının...

Oysa biz dualarımızda hep

Birbirimizden daha önce

Ölmeyi dilerdik...



Bazı sorumluluklarımız vardı,

Hayata ilişkin.

Bazı basit sorularımız,

Anlaşılır bazı sorunlarımız...

Göğsüm daralıyor,

Yüreğim kanıyor...

İncinmeseydi gençliğimiz böyle...



Birer yolcuyduk,

Aynı ormanda kaybolmuş.

Aynı çıtırtıyla ürperen birer serçe.

Hep aynı kaderde buluşurduk

Sevmeye tutuklu gibi...



Birer tomurcuktuk hayatın kollarında.

Birer çiğ damlasıydık,

Bahar sabahında,

Gül yaprağında...

Dedim ya,

Hiç yoktan susturuldu şarkımız!

Yüreğim kanıyor,

Yüreğim kanıyor...

Bitmeseydi öykümüz böyle
Beni düşün, Unutma

Ay doğarken bir söğüdün ardından,

Göl yüzünde sisli bir esintiyle,

Akşamın göğsüne hüzün serperek,

Ve yağmurdan geceye

Çiçekli perdeler çekerek,

Beni düşün...

Beni düşün, unutma...



En umarsız, en mutsuz gününde,

Bağrına bir yumruk çökeldiğinde,

Ve dağların mazlum ateşi,

O güzelim saçlarına,

Cayır-cayır yanıp ulaştığında,

Beni düşün...

Beni düşün, unutma...



Beni düşün bir kavganın içinde;

Helal bir ekmeğin peşinde...

Ve kurtlardan arta kalmış yüreğimin,

Can çekişen o son parçasını da

Sana sakladığımı bil!..



Bil ki haykırırcasına,

Bu esir gövdemi yakarcasına,

Kavuşmak için o serin bağrına,

Ateşten bir yol arıyorum...



Kar yağarken mor dağların ucundan,

Sol yerine sessiz bir iniltiyle,

Yastığın yüzüne yaşlar dökerek,

Ve akşamdan gizlice bir ah çekerek,

Beni düşün...

Beni düşün, unutma...



Kan kızılı bir gelincik seherinde,

Sırtıma kahpe bir hançer indiğinde,

Ve bu gencecik ve bu hemencecik ölüm,

Çığırtkan bir gazete başlığında,

Çığlık-çığlık sana kavuştuğunda,

Beni düşün...

Beni düşün, unutma...



Beni düşün, şehre her yağmur yağdığında,

Islak ve kırılgan bir türkünün içinde...

Göğsünden dudaklarına doğru,

Sancılı bir isyan kabardığında;

Bastırarak kalbini avuçlarınla

Sesini okşadığımı bil!..



Bil ki yalvarırcasına,

Uzayan yollara dağılırcasına,

Sonsoz bir mahşerin ortasında,

Bir zemzem suyu gibi,

Seni, seni özlüyorum...

Yusuf Hayaloğlu
Yalnızca bir anlık
Bu derede, bu bulutun gölgesi,

Yalnızca bir anlıktır.

Bir daha tekrarlanmaz asla.

Dere gider bir yana,

Bulut gider bir yana,

Sen kalırsın ortada.



Son vapurda, bir kadına rastlar,

Kibarca gülümsersin.

Kaybettin, geri gelmez artık.

Vapur gider bir yana,

Kadın gider bir yana,

Kalbin kalır ortada.



Yalnızca bir anlıktır mutluluk.

Sevdalar, heyecanlar;

Hepsi bir anlık.

Kalansa, tortusudur hayatın,

Yalanlar ve acılar;

Bir de yalnızlık.



Hey koca Yusuf!

Yusuf'cuk, ah yusufçuk!



Rüzgarlara savurdun hep, şarkını.

Herkesten saklandın,

Herşeye gücendin durdun.

Yoruldun,

İflah etmezsin sen.



Ömrün gitti bir yana,

Hüznün gitti bir yana,

Şiirin kaldı ortada...
Can dostum

Dün gece düşümde can dostu gördüm

Ulu bir çınardan dal verdi bana

Uzandım yüzüne yüzümü sürdüm

Ben zehir istedim bal verdi bana



Dağ yanarsa yağmur çiser mi dedim

Ten yanarsa rüzgar eser mi dedim

Can yağarsa canan küser mi dedim

Çağırdı yanına el verdi bana

Can dostum dostum kül verdi bana



Ben aşkı sırtıma vurdum da geldim

Hasretin acısını çöl verdi bana

Can dostu görünce eridim bittim

Yüreğime ateş kül verdi bana

Can dostum dostum kül verdi bana



Aşk olmazsa kalem yazar mı dedim

Dost olmazsa gönül tozar mı dedim

Hayaloğlu sana kızar mı dedim

Yanağımdan öptü gül verdi bana

Can dostum dostum gül verdi bana
Ah ulan Rıza

Neden hala gelmedi, yoksa

Saati mi şaşırdı bu hıyar?

Gerçi hiç saati olmadı ama

En azından birine sorar.



Cebimde bir lira desen yok,

Madara olduk meyhaneye!

Ah eşşek kafam benim,

Nasıl da güvendim bu hergeleye!



Gelse balığa çıkacaktık,

Ne çekersek kızartıp birayla yutacaktık.

Kafamız tam olunca, şarkılar döktürüp

Enteresan hayallere dalacaktık.



Bu sandalı geçen hafta denk getirip

Çalıntıdan düşürdük.

Arkadaşlar ısrar etti,

Biz de, iyi olur, bize uyar diye düşündük.



Saat sekizde gelecekti,

Bana birkaç milyon borç verecekti.

Yoksa o nemrut karısı kaçtı da

Onun peşinden mi gitti?



Eğer öyleyse yandık,

Gudubet gene yaptı yapacağını!

Geçen sene de merdivenden itip

Kırmıştı Rıza' nın bacağını.



Abi, kadında boy şu kadar;

Kalça fırıldak, göz patlak, kafa çatlak!

Korkuyorum, bir gün ya kendini asacak,

Ya horlarken Rıza' yı boğacak!



Bak şimdi acıdım, aşkolsun adama,

Ben olsam, vallahi baş edemem!..

Hele beş tane velet var ki boy-boy,

Allah'tan düşmanıma dilemem!



Aslında iyi çocuktur Rıza, efendi huyludur,

Herkesin suyuna gider.

Yoksa, kalıba vursan hani,

Tek başına on tane adam eder!



Bir keresinde, hiç unutmam

Üç-beş zibidi haraca dadandı;

Rıza, sandalyeyi kaptığı gibi

Herifleri hastaneye kadar kovaladı!



Aynı mahallede büyüdük, aynı kızları sevdik,

Aynı kafadaydık.

Orta ikiden bıraktık, matematik ağır geliyordu,

Biz, başka havadaydık.



Aynı gömleği giyer, aynı sigaraya takılır,

Aynı takımı tutardık.

Fener' in her maçında iddialaşıp

Millete az mı yemek ısmarladık!..



Bir tek askerde ayrıldık,

Bana Bornova düştü, ona Gelibolu.

Döner dönmez evlendirdiler,

En büyük salaklığı da bu oldu!..



Bense hiç düşünmedim, zaten param da yoktu.

Hep tek tabanca gezdim.

Benim beğendiğimi anam istemedi,

Onun gösterdiğini ben sevmedim.



Neyse bunlar derin mevzu...

Anlaşıldı, bu herif artık gelmeyecek.

Ufaktan yol alayım

Anam evde yalnız, şimdi merakından ölecek!..



Gittim, vurup kafayı yattım;

Rüyamda gördüm, gülümseyerek geldiğini.

Ne bilirdim, yolda kamyon çarpıp

Hastaneye kavuşmadan can verdiğini!..



Vay be Rıza!..

Sonunda sen de düşüp gittin Azrail'in peşine!

Dün, boşuna günahını almışım,

Ne olur, kızma bu kardeşine!



Öğlen kahvede söylediler, Rıza öldü, dediler

Ne kolay söylediler!

Sanki dev bir taş ocağını

Kökünden dinamitleyip üstüme devirdiler!



Ah dostum... o kocaman gövdene

O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?

O zalim tabutun tahtalarını

Senin üstüne nasıl böyle çivilediler?



Yani sen şimdi gittin, yani yoksun,

Yani bir daha olmayacak mısın?

Yani bir daha borç vermeyecek,

Bir daha bira ısmarlamayacak mısın?



Peki beni kim kızdıracak,

Kim zar tutacak, kim ağzını şapırdatacak?

Peki, beni bu köhne dünyada

Senin anladığın kadar kim anlayacak?



Ulan Rıza... ne hayallerimiz vardı oysa,

Ne acayip şeyler yapacaktık...

Totoyu bulunca dükkan açacak,

Adını Dostlar Meyhanesi koyacaktık.



Talih yüzümüze gülecekti be!..

Karıyı boşayıp sıfır mersedes alacaktık.

Hafta sonu iki yavru kapıp

Boğaz yolunda o biçim fiyaka atacaktık!



Ah ulan Rıza... bu mahallenin,

Nesini beğenmedin de öte yere taşındın?

Ara sıra gıcıklaşırdın ama inan ki,

Benim en kral arkadaşımdın!..



Ah ulan Rıza... ben şimdi,

Bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?

Senden ayrılacağımı sanma,

Bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim
Hangi Ayrılık
Hangi sevgili var ki, senin kadar duyarsız ve kalpsiz?

Ve hangi sevgili var ki, benim kadar çaresiz?



Hangi ayrılık var ki, böyle kanasın ve böyle acısın?

Ve hangi taş yürek var ki, benim kadar ağlasın?





Hangi gün karar verdin, küt diye çekip gitmeye?

Hangi lafım dokundu sana, böyle inceden inceye?

Hangi otobüs söyle, hangi uçak, hangi tren?

Seni benden götüren, beni bir kuş gibi öttüren.

Hangi kırılası eller dolanır, kırılası beline?

Hangi rüzgar şarkı söyler, o ay tanrıçası teninde?

Hangi çirkin gerçek uğruna, tükettin güzel ütopyamızı?

Hangi boşboğazlara deşifre ettin, en mahrem sırlarımızı?

Hangi cama kafa atsam?

Hangi kapıyı omuzlayıp kırsam?

Hangi meyhanede dellenip, hangi masaları dağıtsam?



Bende bu sersem başımı, karakolun duvarına vursam.

Kendimi caddeye atıp, arabaların altına savursam.

Hangi tercih beni en hızlı şekilde öldürür?

Hangi şekil öldürmez de, ömür boyu süründürür?

Kayıp ilanı mı versem, şehir şehir dolanmak yerine?

Ödül mü koysam, ölü veya diri seni bulup getirene?

Hangi ayrılık var ki, böyle diş ağrısı gibi durmadan zonklasın?

Hangi cam kesiği var ki, böyle musluk gibi içime damlasın?

Hiç sanmam! ...

Hasta kalbim bunu bir süre daha kaldıramaz! .

Feriştah olsa, böyle eli kolu bağlı bekleyip duramaz.

Hangi mübarek dua,

Hangi evliya tesir eder, seni döndürmeye?

Hangi aptal mazeret ikna eder, ateşimi söndürmeye?

Olur mu be! . olur mu?

Bu da benim gibi adama yapılır mı?

Aşk dediğin mendil mi?

Buruşturup bir kenara atılır mı?

VEFA bu kadar basit mi? Alınır mı? Satılır mı?



Hangi hırsız çaldı, seni yırtık cebimden?

Hangi pense kopardı bizi birbirimizden?

Hangi uğursuz hamal taşıdı valizini?

Hangi çöpçü süpürdü yerden bütün izini?

Hangi yaldızlı otel çarşaf serip barındırdı?

Hangi süslü manzara seni kolayca kandırdı?

Hangi şarlatan imaj böyle çabuk ilgini çekti?

Hangi pembe vaadler o saf kalbini cezbetti?



Dağ gibi adamı eze eze! .....

Hangi anası tipli parlak çömeze,

Hangi alemlerde kahkahanı ettin meze?

Hangi yamyamlara yedirdin o masum rüyamızı?

Hangi mahluklar çiğnedi el değmemiş sevdamızı?

Hangi bıçak keser şimdi benim biriken hıncımı?

Hangi mermi dağıtır insanlara olan inancımı?

Hangi bekçi, hangi polis artık zapteder beni?

Ve! .. Hangi su bağışlatır?

Hangi musalla temizler seni?



Bu Nasıl Ayrılık? ...
Hımmm ............
Sayfalar: 1 2 3