Sessiz sakin bir geceydi. Tek tük evlerin ışıkları yanıyordu. Ağaçlar rüzgarın hızıyla, tuhaf sesler çıkarıyordu. Yolumuzu bekleyen korkunç eşkiyalar gibiydiler.
Sessizce yürüdük.
İkimizden başka kimse yoktu caddelerde. Çöp kutusunu karıştıran kedileri saymazsak tabi.
Bayiden bir sigara aldım çekinerek.
Birşeyler söylemeni bekledim. En azından söylenmeni yada "yakıştı mı? hani içmeyecektin?" demeni.
Hiç birini yapmasan da küsüp, bir kaç adım önden gitmeni.
Ama bu defa hiçbir şey demedin. Sadece yüzüme bakıp yürüdün. Arkana bakıp, gelip gelmediğimi yokladın. Koşar adımlarla yetişirken sana aklım karışmıştı.
Bu vazgeçişinin işareti miydi?
Yoksa artık yorul muşmuydun? bilmiyordum.
O an denizler birbirne girdi içimde. Tufan çıkacak, bütün gemilerim alabora olacak diye korktum. Sustun sokak buz gibiydi, hafif yağmur çiseliyordu.
"Üşüdün mü?" dedim ses vermedin.
Ürpertti aramızda soğuk bir nefes gibi dolaşan acı.
Bende sustum.
Bir banka oturdun, bir evin köşesinde. Öylece kalakaldın gözlerimde.
Hafızam birden kalkıp, en eski mahzenini açıp, ne var ne yok toplayıp önüme bıraktı.
Bakamadım.
Suçunu saklamaya çalışan bir çocuk gibi, telaşlıydı bakışlarım.
Sen bakışlarını hiç ayırmadan, aklımdan geçenleri okumaya çalışıyordun. Yanılmıştın çünkü hiçbir şey düşünemiyordum.
Aklım sendeydi ne diyeceğini, ne yapacağını bekliyordum telaşla.
Bir sözün tufanım olurdu.
Yutkundun, bir kaç kez öksürdün. Önemli birşey söyleyecektin anlamıştım. Kalbimi yerinde tutmak zorlaşmıştı bu anda.
-Yosun kokusu geliyor. Duyuyor musun?
-Yosun kokusu mu?
-Evet, saatlerdir duyuyorum. Başım döndü acaba nereden geliyordur?
Yosun kokan bir şehrin, sokağında kalmış, içimdeki tufanlara bahaneler uyduruyordum. Yani herşey bu koku uğruna mıydı?
Yosun kokusu geliyordu içimden, bir ben duymuyordum.
Saadet Bayri
Bugün de geç kaldım, "yakalarım"dediğim herşeye.
Sevgi kapımdan geçerken görememişim, uyuyormuşum o sıralarda.
"Kimler geldi geçti?" diye soruyor şarkılar... Ben geçenlerin değil, gidenin derdindeyim. Bir ömür geçmiş gidiyor, ben dünlerin peşindeyim.
Saçlarıma aklar düşmüş, yaşım bilmem kaçıncı seneden gün almış. Ben yorgun seferlerden dönerken, geç kalmışım kapımda bekleyenlere..
Yani habersiz geçmiş yaşam penceremden. Çocukluğum keşkelerimin arasında, gençliğim hangi zamanda olduğunu hatırlayamıyor.
Şimdilerde ağlasam mı? gülsem mi? iki delilik arasında gidip geliyorum.
Geç kaldıklarım arkamda, ben onların derdine düşüyorum.
cok quzel qercekten cnm saqol miley13:
Kelimelerle köşe kapmaca oynuyorum bugünlerde.
Onlar içimdekileri dökmek için birbiriyle yarışıyor. Ben inadına tutuyorum, kilitlediğim kapıların ardında.
Çok oldu dayandılar kapıma, ama direniyorum hâlâ.
Havalardan mıdır? Bilemiyorum.
Zira “Ben bu havalarda âşık oldum demişti” şair. Ve başına ne geldiyse, havaları sorumlu tutup, diklendikçe diklenmişti.
Uzun zamandır, sıcak günlerin özlemini çekerken, şikâyet etmeyi çok görüyorum kendime. İstediğim ve “Ah bir yaz gelse” diye içlendiğim günleri yaşarken, hâlâ “Yorgunum” demek yakışmaz dilime.
Yoksa kafama taktığım küçük şeyler yüzünden midir bu halim? Şimdilik bilmiyorum.
Çocukları görünce etrafımda, en çok istedikleri şeyi soruyorum merakla… Cevaplar hem güldürüp, hem düşündürtüyor.
Biri elleri havada, ille de söz istiyor. Sabredemeyecek kadar istekli. Söz alınca “Ben uzun boylu olmak ve sarı saçlı olmak istiyorum” diyor ve ekliyor “Bir de mavi gözlü olayım, saçlarım da uzun olsun” derken, çantasının üzerindeki çizgi film karakterini gösteriyor; “İşte bu kız gibi.” Bütün çocuklar resmin üzerine üşüşüyor, “Ben de bu kız gibi olmak istiyorum.”
Oysa hepsi o kadar güzel ki, onlar gibi olmak isteyen birçoğundan habersiz, ellerindeki nimeti fark etmeden istiyorlar.
Biri, duruyor ve “Ben gelin olmak istiyorum” diyor.
Bir diğeri “Ben en çok Convers'im olsun istiyorum. Ama sahtesi değil, gerçeğini istiyorum” diyor.
Ve bir sürü küçük, ama onlar için büyük hayal ve istek uçuşuyor havalarda.
Çocukları dinlerken gülümsüyorum, arada gözlerim doluyor ama yutkunuyorum.
Onlara imkânsız ve kocaman gelen hayaller, bana ne kadar küçük ve basit geliyor. Gözlerime yansıyan masum güzelliklerinden habersiz bir başka güzelliği istiyorlar. Oysa bana göre hiç de çekici değil o istedikleri güzellik. Bunu o küçük yüreklerine anlatmak nerede ise imkânsız.
Bir ara kendime dönüyorum, benim de tıpkı bu kadar küçük hayallerim yok mu?
Benim de bu mânâsız ve sıradan isteklerime hayat gülüyor arada.
Boşuna dememişler zira bilenler: “İnsan kurar kader güler” diye.
Eğiyorum, isteklerimin başını…
İnsan büyüyor, ama istekleri hâlâ çocuk.
***
Meselâ bazen üzülüyorum. Üzülmek olağan da, ilginç olan; neye üzüldüğümü unutmam.
Sizin de başınıza geliyor mu böyle durumlar? Geliyorsa; epey rahatsız edici bir durum olduğunu biliyorsunuzdur.
Ben böyle durumlarda, kendimi tesellî etmek için neye üzüldüğümü hatırlayıp, bin tane sebep sunuyorum üzülmemem için. Her zaman başarılı olduğum söylenemez.
Hayat arada hüzünleri yama yapıp dikiyor üzerime. Bu elbiseleri hiç beğenmesem de, onlarla gezmek zorunda kalıyorum.
Her güne bir şikâyet sunuyorum çoğu zaman. Yeni icatlar yapar gibi, her gün yeni bir hüzün çıkarıyorum karşıma.
Sonra kızıp kendime, sahip olduğum birçok şeyi saatlerce sıralayıp, susuyorum. Zira hüzünden eser kalmıyor geriye.
Hüzün gelmeden, nelere sahip olup, neden mutlu olmanız gerektiğini siz de arada hatırlatın kendinize...
Tavsiye ederim. İyi geliyor.
saadet bayri
Yüzümde bir tokat izi, hâlâ ilk günkü kadar sızlıyor.
Bir kaç damla kan, dişlerimin arasında. Yutkundukça, yeniden deşiliyor yaram. Kızılcık şerbeti diyorlardı bu tadın adına, henüz öğreniyorum.
Suçlu arıyorum, bütün yaptıklarımı yükleyecek. “Sebebimsin” deyip bütün keşkelerimi heybesine dolduracak birini arıyorum geçmişimde.
Ben ararken, bir de bakıyorum, suç arkasını dönmüş gidiyor. Sahip aramaktan yorgun, bacakları titriyor. Kime yaklaştıysa, sırt dönmüş ona. Bu yüzden yorgun bir hâlde. O da kimden kaldığının, kime gideceğinin şaşkınlığı içinde.
Ona da kızamıyorum.
Acı; nefes nefese geldiğinden, hissedemiyorum henüz.
Gelip kurulmuş hemen, hayat yoluma. Ne “Yol ver, geçeyim.” diyebiliyorum. Ne “Kalk, yoluna git”… Ben de oturmuşum dizinin dibine, nefeslenmesini bekliyorum.
Ruhum şaşkın, “Ne yapsam?” diye, viran bir şehrin başında bekliyor.
Kalmak ve gitmek arasında sıkışığım.
Ne arkamda bırakabiliyorum “Benim” dediklerimi. Ne sahip çıkabiliyorum, ellerimden kaydıkça. Hiçbir şeyi tutmanın mümkün olmadığını, bir kez daha fark ediyorum; ömrümün içinden geçerken, yanıma aldıklarımı kaybederken tek tek.
Sahip olduklarımın, sadece emanet olduğunu anlıyorum. Sonra kızıp duruyorum, aynadaki çehreme… Neden sahip olmayınca bu kadar üzülüyorsun.
Sahip olduğunu sandıkların bile senin değilken.
Katil bir yüz beliriyor gölgelerden.
Birileri eşkalini çizmemi istiyor, gördüğüm suretin. Her çizdiğim şekil, benden biraz daha uzağa düşüyor.
Şizofrene çıkmış adım, üçüncü sayfada.
Oysa ben değildim anılarımı öldüren. “Unutkanlık” denilen hastalık düşünce bütün “unutamam” dediklerimin arasına, hangisini saklasaydım ki; hatırlayamıyorum… Yani yaşadıklarım bile benim olmuyor ve hiçbir şeye sahip çıkamıyorum, âcizim.
Kimse bilmiyor, tek suçlunun bu illet hastalığın olduğunu.
***
Gözlerinin iplerinde sallandırdın her sözümü. Bütün gerçek dediklerim, yalan çıktı ve içimin boşluğuna gelince, intihar etti bir bir.
İnanmadılar, hayatın içinde tek başımıza olduğumuza, sahiplikleriyle gururlananlar. Sustum.
Bilsen...
Kaç kere vazgeçtim, yaşayacaklarımdan. Ve “bir daha mı?” diye, tehdit ettim yarınlarımı.
Dinmedi, burnumu sızlatan yanık kokuları. Gidişime sürtüne sürtüne alev almış bütün bıraktıklarım. Külleri dağılmış caddelerime.
Şimdi ben, hangisini delil diye sunayım soranlara.
Bırak, dokunma...
Adım kalsın manşetlerde, şaşkın bir bakışla....
Söylesene: Bu kaçıncı idam mangası gönderdiğin ey geçmişim?
Serenat olsun sana... Aç pencereni! Ömrümü sallandıracağım.
[url=http://www.duygusuz.com/cikis.php?url=http://dts.msxlabs.org/DreAmTeaM/resimvesiir_gel-desen-gelecektim.jpg][/url]
"Gel" de ne olur.
Bir kereliğine dilin yalan söylesin, de işte. Şu arkaya bakan yüzüm, gülsün . Yaşlarımla ıslattığım şu çehrem, aydınlanıversin. Yağmurum nisan yağmuru gibi, tohumlarımı çatlatsın
Sadece bir kereliğine "gel "de
"Gel" de bir kere de ve bitsin içimin yangını.
Ne zamandır, kesik kesik geliyor dünler avucuma. Gideyim diyorum, anılar çelme takıyor yollarda bana. Şimdi ben hangi kapıda kime ne diyeyim?
Yorgunum... Yorgunluğumdan konuşamıyorum.
Sense hicap örtmüş sanıyorsun dilimi.
Ah! yüreğimi yüreğine esir eden.... Konuşamayacak kadar içemedim ben aşkın zehrini. Üzgünüm.
"Aşk; yar buhurdanında kalbin tütmesiymiş,
Aşk; hak etmeyene kalbin meyletmesiymiş."
demişler sevgili.
Ama inan bu sözü söylerken seni tanımıyorlarmış.
Seni tanısalardı, aşkın aslında bir damla yaşta saklı olduğunu, bir pencere ardında gizli olduğunu anlarlardı.
Ama geç kaldın sevgili, bütün şiirler yazıldı, bütün masallar okundu. Sen geldiğinde, ben vuslata gidiyordum.
Artık sen buhurdanına koy yüreğimi, tütsün "vuslat" diye diye şimdi.
Sükûtun kapısındayım bugün.
Zorla gelmişim.
Sürünerek aşmışım bu yolları.
Ayaklarım yara bere içinde, sarmaya bile zaman bulamamışım. İzimi kırmızı bir boya damlatarak sürmüşüm. Yabancı gelmemiş bu kapı bana. Zira çocukluğumdan kalma “Çocuklar konuşmaz” ikazını sırtıma yüklediklerinden yadırgamamışım bu durumu, bir daha çıkarmaya da cesaret edememişim.
O kadar çok şey birikmiş ki içimde, hangisini yutkunacağıma şaşmışım. Kimi sözleri çok söylemek isterken çekinmiş, utanmış, başımı öne eğmişim. Söyleyemediklerim bir mahzenin en kuytu köşesine gizlenip kalmış.
Kimisini söylemek istemiyorken, çıkıp gitmiş benden habersiz. Kime ne zarar verdiğini bilmeden, yakıp yıkmış her yeri.
Yıllardır “Sus” denildikçe konuşmuşum içimden, “Cevap verme” dediklerinde, inadına cevaplamışım her söyleneni sessizce.
Önce susmayı öğrettiklerinden, hırs yapmışım kelimelere.
Yaşım çocuk denecek kadar küçüktü ve ağzımı her açıp, bir şey söyleyecekken: “Sen sus! Kes sesini” sözüyle, susturulduğumdan olsa gerek.
Büyüyünce ilk işim konuşmak oldu. Susmadan, durmadan, düşünmeden, sınamadan konuşmak. Kimsenin bilmediği cevapları, bağıra bağıra duyurmuşum. Biraz geç kalmış olsam da, umurumda olmamış. Nerede nasıl konuşacağımı öğre-nemediğimden. Kelimeler en büyük düşmanım olup, yakmış başımı.
***
Sükûtun kapısındayım
Çocukken sükûtumla kanlı bıçaklı iken, şimdi cümlelerle dâvâlıyım.
Oysa şimdi ne kadar çok şey söylemek istiyorum, bütün birikmişlikleri anlatacakken susuyorum ve kapının önünde beklemekteyim.
Bir kargaşa ruhumda.
Hafızamın çeperlerine kadar gelen kaçaklar var. “Söylenmemesi gerekenler” mahzeninde sakladığım cümleler, koparıp zincirlerini gelmişler.
Zorluyorlar sınırımı.
İsyan var kelimelerle aramda.
Sınanmaktayım farkındayım.
Bu başka bir öfke, başka bir hiddet.
Konuşursam hiçbir şey kararında kalmayacak. Bu defa taşlar galeyana gelip, harekete geçecek.
Elim tereddüt halinde kalmış. Çalsam mı? Çalmasam mı? Yine kapılarda kalmış kararlarım. Kabul edilirsem, zor bir imtihanı seçmiş olacağım. Kelimelerin iktisadını yaparken, içimdekilerin ağırlığından belki yitip gideceğim.
Sabır tavsiye ediyorum, hiç tanımadığım yanıma.
“Sabır kalmadı.” diyor içimde ayrık bir ses. “
Susuyorum.
Yeniden başlamalıyım, sözsüzlüğe biliyorum.
Ancak ben böyle susarken, başka biri yetişiyor imdada ve “Sabır sabrın bittiği yerde başlar” diyor. Hatırlıyorum, sükûtun diğer adının sabır olduğunu.
Sükûtun kapısına gidip gelen elimi tutup, kapıyı açmaya çalışıyorum.
Ve kapının açılmasını beklerken, kapıdan dönen nicelerinin kervanına katılmak için aldığım bileti yırtıyorum.
Tüm şairler yalan söylemiş... Tüm yazılanlar kandırdı beni...
Güzel dediğim satırlar, ezberlediğim mısralar silinsin artık hafızamdan.
En büyük aşık dün; "sevda dilsiz olur." dedi.
Ve sustu.
O susunca dünya sustu. Alem başka bir renge büründü. Göğün rengi açıldı, beyaza döndü.
Rüzgar sessizce esip uçurdu tüm hafif olanları. Ağırlığıyla karşı koyanları, okşayıp geçti.
En büyük aşık dün; "Ömrün yetmez, anlatmaya" dedi.
O an zaman bir nefes kadar kısaldı. Aldım, ya veremezsem telaşı düştü.
Ve yürek; "bu kadar kısa zamana sevda fazla" dedi.
Dün bir aşık; "insan aşığım demesin, unutmaya meyilli bir yürek taşırken." dedi.
Gözlerimden tane tane yaş düştü. Hatırlamaya çalışırken, çok sevdim dediğim o yüzü.
Gözlerim semaya kaydı....
Dün bir aşık; "ömür fani aşka kifayet etmez" dedi.
Ve ben dün anladım: Mecnun "Leyla" derken, neden "Mevla" dedi.
Ölümle tanışmamız geç değil, çok erken oldu.
Önce bebekliğimi öldürdüm; yürüyüp, konuşmaya başlayınca. Sonra çocukluğum öldü, gençliğe adım atınca.
Sonra her anım "geçmiş" adıyla ölmeye başladı. Hatıralar arada gelip, zorlayıp gittiler. Çoğunu unutarak öldürdüm.
Ne aşklar vardı yüreğimde.
"Asla unutamam" dediğim isimler kazılıydı belleğimde.
Hepsini unuttum.
Şimdi yazmaya kalksam yoklar. Hayal meyal hatıralar da artık can çekişiyor.
Nice şairler öldü, ben büyürken. Nice şarkılar eskidi, yüzkez dinlerken, şimdi dinlemeye tahammülüm yok.
Şiirler can verdi ellerimde.
Nice kelimeler nefretim diye geçti defterlerime.
Ve ölüm kimleri, neleri alıp götürdü benden. Gidenleri anamıyorum bile.
Birçok yaşanmışlığım ölü toprağın altında bekliyor.
Birgün gelip onlara katılacağım anın çetelesi ellerinde, çentik atıyorlar her anı ömrüme. Ve bir ben kalmışım, gidişi hep ertelenen- hep erteletilen. Gidenler her an gideceğimi fısıldayıp gidiyor .
Vakit tamam olunca, kimin hatırasına ekleyecek beni ecel.
Kimbilir.