:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: H.a.g
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12
Meşhur Wimbledon'un ilk zenci Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS'den ölüm döşeğindeydi..

Hayranlarından biri sordu.. "Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?"

Arthur Ashe cevap verdi..

"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tuttuğum zaman Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Tanrı'ya nasıl 'Neden ben?' derim?.

Mutluluk insanı hoş yapar. Başarı ışıl ışıl.. Zorluklar güçlü.. Hüzün insanı insan yapar, yenilgi mütevazı..

Tarihin mübarek hatunlarından Rabiatül adeviye bir gün başı ağrıyınca bir tülbenti başına sarıvermişti. Sarıvermesi ile çıkarıp atması bir olmuş. Kendi kendine” Ey utanmaz nefsim. Rabbim yıllar boyu sağlık, afiyet verdi. Birgünden bir güne bu sağlığını belirtecek bir zünnarı başına sarmamışken, bir defacık başın ağrıyınca başına bu zünnarı bağlayıp, dünya aleme ilan etmeye haya etmiyormusun” diye nefsine öfkelenivermiş.

Başınıza gelen sıkıntı ve müsibetlerde dahi ALLAH’a asla 'Neden ben?' diye sormayın. Şekva etmeyin. Sabrederek ve size verdiği nimetlere teşekkür ederek karşılayın. Ne olacaksa olur zaten.

Hoştur bana senden gelen
Ya hilat yahut kefen
Ya taze gül yahut diken
Kahrın da hoş lutfun da hoş.

Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa
Ikisi de cana safa
Kahrın da hoş lutfun da hoş...
Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.

Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
”Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

Müşfik KENTER
herşey ii hoş güzelde başlık ne onuda açıklarmısın h.a.g ne demek oluor Big Grin
adyge55 Adlı Kullanıcıdan Alıntı:herşey ii hoş güzelde başlık ne onuda açıklarmısın h.a.g ne demek oluor Big Grin
Smile Kayan Yazımı incelersen görürsün..
Adamin biri Bilge bir kral olmakla un salmis olan

kralin yanina gider.Krala sunu sorar

'Efendim soyleyin bana hayatta ozgurluk var midir? '

Kral 'Elbette' der,'Kac bacagin var senin? '

Adam soruya sasirarak 'İki efendim' der.

Kral 'Pekala, tek bacaginin ustunde durabilir misin? '

'Elbette' diye cevap verir adam.

Kral 'O halde hangi bacagin ustunde duracagina karar ver'.

Adam biraz dusunur ve sol bacagi ustunde durmaya karar verir.

'Tamam' der kral

'Simdi de oteki bacagini kaldir.'

Adam sasirir 'Bu imkansiz kralim' der.

'Gordun mu? ' der kral '

Ozgurluk budur.

Sadece ilk karari almakta ozgursun.

Ondan sonrasinda degil.'

Tiziano Terzani'nin 'Atlikarincada Bir Tur Daha' adli kitabinda

Okudugum bu kucuk oyku yillardir tartisilan ozgurluk kavrami

uzerinde bir kez daha dusunmeme yol acti.

Hayat gercekten boyleydi.

İlk karari aliyordun ve gerisi o ilk karara bagli olarak

gerceklesiyordu.

Hayat hata kabul etmiyordu.

İlk kararin dogruysa isler yolunda gidiyordu

ama eger yanlis bir karar aldiysan,

hersey zincirleme yanlis gidiyordu.

Mesela meslegini secerken...

Hasbelkader, iyi dusunmeden, yeteneklerinin farkinda olmaksizin

bir meslek sectiginde omur boyu isini zorla yapmaya

mahkum oluyordun.

İsinin basindayken baska bir is yapmayi ozluyordun.

Ama biliyordun ki; ozgurlugunu kullanmis ilk karari vermistin ve

Yeniden baslama cesaretin yoktu.

Bazi insanlar vardi hayatta...

Onlar ise her seyi ardlarinda birakip yeniden baslayacak kadar

cesurlardi. Ama sen onlardan biri olamiyordun.

Bunca emek bunca calismayi sanki copmus gibi bir cirpida

ativeremiyordun.

Oysa goz ardi ettigin bir sey vardi. Hayat cok kisaydi

Ve mutsuz oldugun islerle zaman oldurmek

ayni zamanda ruhunu oldurmekle es anlamliydi.

Evlilik konusunda da iyi karar vermek gerekiyordu.

Yanlis bir karar ayni evde yasayan iki dusman yaratabilirdi.

Ask zorunluluga donusebilir ve hayatini cehenneme cevirebilirdi.

İlk karari aliyordun, bu konuda ozgurdun

ama devaminda senin kararina bagli olmayan

pek cok sey gerceklesiyordu.

Hayat kararlardan ibaretti ve kararlar birer kibritti.

Dogru yerde ateslediginde seni isitacak ates,

corbani kaynatacak ates oluyordu,

yanlis yerde atesledigin vakit ise

icinde bulundugun evle birlikte seni de yakiyordu.

Hayat oyle basite alinacak bir oyun degildi.

Oyunun kurallarini bilmen ve ona gore oynaman gerekiyordu.

Ama cogu zaman oyunun kurallarini bilmek yetmiyordu.

Cok daha onemli olan baska bir sey vardi.

Kendini bilmek...

Ne istedigini, neyin seni mutlu edecegini ve kim oldugunu,

Neler yapabilecegini bilmek zorundaydin.

Ancak o zaman dogru kararlar veriyor ve

mutlu bir hayata sahip oluyordun.

Ve kararlar birer kibritti...
Kurtların, kuşların dilinden anlayan Hazret-i Süleyman aleyhisselama gelen bir adam yalvarır:

- Ne olur ey Allah'ın nebisi bana da hayvanların dilini öğret de ben de konuştuklarından anlayayım. Süleyman aleyhisselam izin vermez:

- Olmaz, der. Sen onların konuştuklarını dinlersen sabredemezsin. Arkasındaki hikmetleri düşünemezsin.

Ne var ki adam ısrar eder. Süleyman aleyhisselam da adama hayvanların dilini öğretir. Sevinçle evine gelen adam çöplükteki köpekle horozun konuşmalarını dinlemeye başlar. Bir ara köpekten şu sözleri duyar. Yanındaki horoza diyor ki:

- Horoz kardeş, sen arpayla da buğdayla karnını doyurabilirsin. Biraz ötedeki taneleri yesen de ekmek kırıntılarını bana bıraksan olmaz mı, benim karnım çok açtır. Horoz şu cevabı verir:

- Sabret köpek kardeş, yarın buraya ağanın ölen eşeğini getirip bırakacaklar, bolca et yer, karnını iyice doyurursun. Bunu duyan ağa hemen koşar ahırdaki eşeği alıp pazarda satar. Kendi kendine söylenerek döner:

- İyi ki hayvanların dilini öğrendim, yoksa eşek elimde ölecekti.

Ertesi gün yine kulak kabartır çöplükteki seslere. Köpek sitem etmektedir horoza:

- Hani ağanın eşeği ölecekti de ben de bolca et yiyecektim ya? Horoz cevap verir:

- Ağanın eşeği öldü ölmesine de, satın alan zavallının elinde öldü. Ağa açıkgözlülük edip eşeği sattı. Ama üzülme, bu sefer ağanın atı ölecek. Buraya getirip bırakacaklar, bolca et yer karnını doyurursun. Ağa yine hızla kalkar, ahıra gidip atı alarak pazara götürüp satar. Dönerken de yine söylenir:

- İyi ki hayvanların dilini öğrendim, yoksa at da elimde ölecekti. Gelip yine merakla kulak misafiri olur. Bu sefer köpek daha yüksek sesle sitem ediyor:

- Horoz kardeş, beni yine aldattın. Hani ağanın atı ölecekti ya?

- Ağanın atı öldü ölmesine de, sattığı zavallının elinde öldü. Üzülme der, bu sefer daha büyük bir ziyafete konacağız hep birlikte. Köpek inanmaz.

- Hadi hadi beni yine aldatıyorsun. Horoz kesin cevap verir:

- Hayır, aldatma falan yok. Durum kesin. Çünkü der, bu sefer ağanın kendisi ölecek, malına gelecek olan bu defa kendi canına gelecek. Arkasından yemekler yapılıp etler pişirilecek, artanını da bizlere dökecekler, ye yiyebildiğin kadar. Ağa bunu duyunca şaşırır, sağa sola koşuşturmaya başlar, yok mu beni satın alacak biri, diye söylenir. Derken gece hastalanan ağa sabaha çıkmaz ölür. Arkasından yapılan yemek, pişirilen etlerden artanlar çöplüğe dökülür, uzun zaman hayvanlar ziyafete konmuş olurlar. Bu sırada horoz söylenir:

- İnsanlar, keşke canıma gelecek olan malıma gelsin, diyebilselerdi de hileye başvurmasalardı. Bunda da bir hayır vardır, diye düşünselerdi. Bunu diyemiyorlar maalesef. Sonra da mallarına gelen canlarına geliyor; ama pişmanlık fayda vermiyor...
Arkadasimin kizi bir yasina gelmisti,
'Sen egitimcisin neler ogretmem gerekiyor, bazen kendimi cok caresiz
hissediyorum' dedi.
Sorusu kolaydi ama, yaniti zordu, akil vermesi basitti ama
uygulamasi
karmasikti,anlatmaya basladim:
Annelik uzun zaman alan ve gunun yirmi dort saati devam eden adi
'insan yetistirmek' olan bir is.
Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak.
Neye zaman harcarsan onun karsiligini alirsin.
İsine zaman harcarsan isinden, esine zaman harcarsan esinden,
cocuguna zaman ayirirsan da ondan karsiligini alirsin.

Yapabiliyorsan gozyaslarini tutmamasini ogret,
aci cekmeden olgunlasamayacagini...

Kiskanmamayi ogret ona, arkadasinin basarisindan mutlu olmayi,
birlikte sevincleri paylasmayi, icinden 'neden ben degil de o?'
demeden...

Kazanmaktan mutluluk duyup icine sindirmeyi,
ama ayni zamanda kaybetmeyi ogrenmesini.
Cunku bir adim sonrasinda gorunuste galip olanlari gosterecek hayat
ona.

Her seyin bir sonu oldugunu ogret.
Sahip oldugu butun degerlerin bir gun keyif vermeyebilecegini.
Kazanilan ve harcananin bir sonu oldugunu,
gidilen yerlerin zamanla bikkinlik verebilecegini, her seyi
tuketebilecegini,
tuketemeyecegi tek seyin bilgi oldugunu ogret.
Kitaplardan keyif almasini, ders calismak istemiyorsa
zorlanmamasini,
ama okumayi sevmesini ogret ona.
Elbet er ya da gec alacaksin biliyorum,
ama mumkun oldugunca gec al ona bilgisayari.
Ona kendisi ile kalacagi sakin zamanlar ver,
sikilmayi ogret ona, sikilip ta kendini yonlendirmeyi bulmasini.

Dogaya gotur onu, hayvanlardan korkmamasi gerektigini ogret.
Arilarin bizi sokmasindan cok, nasil bal yaptigini anlat.
Doganin kendi icindeki gizemini bulmasina yardimci ol,
yagmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasini sagla.
Soguk kis gecesinde ates yakmayi ogret,
belki buyudugunde bir gece sevgilisine ates yakar ve belki
binlerce yildizin altinda birbirlerine sarilirlar,
bunu ogrenmemis diger sevgililerin aksine...

Sartlar cok zor olsa da yalan soylememesi gerektigini ogret ona.

Kazandigi elli milyonun piyangodan cikan bes yuz milyardan
cok daha keyifli oldugunu ogret.
Alin terine saygiyi ogret ona.

Ask acisi cekmenin hic asik olmamaktan daha guzel bir duygu
oldugunu ogret.
Kendi dogrulari uzerinden kimsenin onu yargilamasina izin vermemesi
gerektigini ogret,
baskalarini da kendi dogrulari uzerinden yargilamamayi...
Bunun baskalarini dinlememek oldugunu degil, soylenenleri kendi
eleginden gecirmesi gerektigini ogret.
Kendi fikirlerine inanmanin guzelliklerini anlat.

Hayati sorgulamayi ogret ona...
Bilginin en buyuk guc oldugunu ogret.
Yapabilirse bunu en buyuk fiyata satmasini,
ama kalbini ve ruhunu kendisine saklamasi gerektigini ogret.

Hakli oldugu konuda sonuna kadar diretmesini ogret
ve hakliyken dik durmasini.

Gunun birinde yaptiklari degil yapmadiklari icin pismanlik
duyabilecegini ogret.

Basit yasamasi gerektigini ogret ona, cay icmekten keyif almayi...

"İstemiyorum", "hayir" demeyi ogret ona,
istediginde ise "istiyorum" demeyi,

Sevdiginde ise "seni seviyorum" diyebilmeyi ogret ona.

Bir kot pantolon ve tisortle universiteyi bitirmeyi ogret ona.

Temiz kokmasini...

Sorgusuz sevmeyi...

El yazisi ile notlar yazmayi...

Lafi dolandirmamayi...

Sevdiklerinin hicbir zaman cantada keklik olmadigini,
dostluga yatirim yapmasi gerektigini,
kiymetini bilmeyenlerden uzaklasmasini ogret ona.

Muzigi sevmesini, sporla barisik yasamasini,

İslerin hicbir zaman bitmedigini soyle ona,
en yogun zamanda bile kendine vakit ayirmasi gerektigini ogret...

Ama en cok da kendini sevmesini ogret...
Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyecegini...
Kendine cicek almazsa kimseden cicek beklememesi gerektigini...
Kendine ozenli yemekler yapip sofralar kurmazsa
kimsenin onun icin yemek hazirlamayacagini...


Hayatta her seyden cok kendisinin onemli oldugunu ogret ona...

post_groan.gif quote.gif
Doğan Cüceloğlu'nun eğitimindeki katılımcılarla bir konuşmasından:

Doğan Cüceloğlu: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?
Bir katılımcı: Allah'a şükür, hocam, bildiğimiz kadarıyla yok.
Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?
Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar: Ölüm.
Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan sonra başa gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Başka hiçbir şey insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?
Katılımcılar burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır...
Cüceloğlu: Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?
Katılımcılar: Hayır
Cüceloğlu: Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?
Bir katılımcı: Var.
Cüceloğlu: Yarın?
Bir katılımcı: Evet.
Cüceloğlu: 30 yıl sonra?
Bir katılımcı: Olabilir.
Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?
Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü genellikle yaşama böyle bakmamışlardır.
Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? Var mıdır böyle bir garanti?
Bir katılımcı: Yoktur Hocam.
Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz az sonra telefonun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?
Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlar.
Bir katılımcı: Hocam konuyu değiştirsek?
Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?
Bir katılımcı: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.
Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular, tartışma ya da gerginlik yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona, yüreğinizin derininden gelen bir "Seni gerçekten çok seviyorum" demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?
Burada bazı katılımcılar ağlıyordur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.
Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde "Şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim" diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı?
Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?
Bir zamanlar bir kralın aklına şöyle bir düşünce geldi:
"Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi başarırdım."
Aklına böyle bir fikir düşünce, krallığın dört bir yanına, kim
kendisine her iş için en uygun vakti, bu iş için en gerekli kişinin kim
olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona büyük
bir mükafat vereceğini ilan etti.

Bilgeler kralın huzurunda toplandı, fakat sorulara verdikleri cevaplar
birbirinden tamamen farklı çıktı. İlk soruya cevap olarak; kimileri her
hareketin doğru vaktini bilmek için önceden günlerin, ayların, yılların
yer aldığı bir takvim hazırlamak ve sıkı sıkıya buna uyarak yaşamak
gerektiğini söylediler. "ancak böylece" dediler "her şey tam zamanında
yapılabilir".

Diğerleri ise her hareketin doğru vaktine önceden karar
verilemeyeceğini, kişinin kendisini boş eğlencelere kaptırmayıp, hep daha önce olmuş
olayları izleyerek en lüzumlusunu yapabileceğini iddia ettiler.

Bu defa başka bilginler de kral neler olup bittiğine ne kadar ederse
etsin, tek bir kişinin her hareket için en uygun vakte karar vermesinin
imkansız olduğunu; kralın, her şeyin en uygun vaktini tespitte ona
yardım edecek bir bilge kişiler konseyi kurması gerektiğini söylediler.

Fakat bu defa da başka bilginler; "Bir konseyin önünde beklemesi
imkansız bazı şeyler vardır, bu işlerin yapılıp yapılmayacağına ancak tek bir
kişi anında kara verebilir" dediler. "Buna karar vermek içinse neler
olacağını önceden bilmek gerekir. Neler olacağını önceden bilenler de yalnızca
sihirbazlardır. Dolayısıyla her hareketin doğru vaktini bilmek isteyen,
sihirbazlara danışmalıdır.


İkinci soruya da aynı şekilde türlü türlü cevaplar geldi. Kralın en
fazla ihtiyaç duyduğu, en gerekli kişiler bazılarına göre danışmanlar;
bazılarına göre papazlar; bir kısmına göre hekimler; daha başka bir
kısmına göre ise savaşçılardı.


Üçüncü soruya, yani en önemli işin ne olduğu konusuna gelince; bazıları
dünyadaki en önemli şeyin bilim olduğunu söyledi. Bir kısmı savaşta
ustalaşmak; daha başkaları da dinî ibadet dediler.


Bütün cevaplar birbirinden farklı çıkınca, kral bunların hiçbirisini
kabul etmeyip hiç kimseye de ödül vermedi. Ama halâ doğru cevapları aradığı
için, bilgeliğiyle ünlü bir münzeviye danışmaya kara verdi.

Münzevi, hiç ayrılmadığı bir ağaç kovuğunda yaşar, yanına sade halktan
başkasını kabul etmezdi. Bu yüzden kral üstüne sade elbiseler giyerek
kendisini halktan biri gibi göstermeye çalıştı ve yola düştü.
Münzevinin kovuğuna yaklaştıklarında atından indi ve muhafızını da geride bırakıp
yola devam etti. Kral yaklaşırken münzevi kovuğunun önüne çiçek
tarhları kazıyordu. Kralı gördü, selamlayıp kazmaya devam etti. Münzevi mecalsiz
ve zayıf birisiydi; küreğini toprağa her sokuşunda bir parçacık toprak
çıkarıyor, soluk soluğa kalıyordu. Kral yanına gelip şöyle dedi.

"Ey bilge münzevi, size üç sorunun cevabını sormak için geldim. Doğru
şeyi doğru zamanda yapmayı nasıl öğrenebilirim? En fazla muhtaç olduğum,
dolayısıyla diğerlerinden fazla ilgi göstermem gereken insanlar kimdir?
En önemli ve her şeyden önce kendimi vereceğim işler nelerdir?"

Münzevi kralı dinledi, ama cevap vermedi. Avuçlarına tükürüp kazmaya
devam etti.


"Yoruldunuz" dedi kral, " Küreği bana verin de biraz dinlenin."
Münzevi, "Sağolun" diyerek küreği krala verip yere oturdu. Kral iki tarh
kazdıktan sonra durup sorularını tekrarladı. Münzevi yine cevap vermedi; bu defa
ayağa kalktı, elini küreğe uzattı ve şöyle dedi: "Biraz dinlenin; bir
parça da ben çalışayım." Fakat kral küreği ona vermeyip kazmaya devam
etti. Bir saat geçti, bir saat daha. Güneş, ağaçların ardından batmaya
başladı; sonunda kral küreği toprağa saplayıp şöyle dedi: "Ey bilge
kişi, senin yanına sorularıma bir cevap bulmak için geldim. Eğer cevap
vermeyeceksen, söyle de evime gideyim". Münzevi, "Buraya koşarak birisi
geliyor" dedi, "bakalım kim?" Kral arkasına döndüğünde bir adamın
koşarak kendilerine doğru geldiğini gördü. Adamın karnına bastırdığı ellerinin
altından kan sızıyordu. Kralın yanına ulaşınca, kendinden geçercesine
inledi, sonra da bayılıp yere düştü. Kral ve münzevi, hemen adamın
üstündeki elbiseleri çıkardılar. Karnında büyük bir yara vardı. Kral
yarayı elinden geldiğince yıkadı, mendiliyle ve münzevinin havlusuyla
sardı. En sonunda kan durdu, adam kendisine gelince içecek bir tey
istedi.
Kral dereden taze su getirip ona verdi. Bu arada akşam olmuş hava
soğumuştu. Kral, münzevinin de yardımıyla yaralı adamı kovuğa taşıyarak
yatağa yatırdı. Yatağa uzanan adam gözlerini kapatıp derin bir uykuya
daldı.

Kral, koşuşturmadan ve yapmış olduğu işlerden öylesine yorulmuştu ki
eşiğe çöktü ve uyuyakaldı; kısa yaz gecesi boyunca deliksiz bir uyku çekti.
Sabah uyanınca nerede olduğunu, yatakta uzanmış ve canlı gözlerle
dikkatle kendisine bakan yabancının kim olduğunu uzun süre hatırlayamadı. Kralın
uyandığını ve kendisine baktığını gören adam; "Beni affedin" dedi,
zayıf bir sesle. Kral, "Sizi tanımıyorum, üstelik affedilecek bir şey
yapmadınız ki" dedi. "Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum" dedi adam.
"Ben, kardeşimi astırdığınız ve mallarını elinden aldığınız için sizden
öç almaya yemin etmiş bir düşmanınızım. Tek başınıza münzeviyi görmeye
gittiğinizi öğrendim ve dönerken yolda sizi öldürmeye karar verdim. Ama
akşam olduğu halde dönmediniz. Ben de sizi arayıp bulmak için pusuya
yattığım yerden çıkınca muhafızlarınıza rastladım, beni tanıyıp
yaraladılar. Onlardan kaçtım, fakat yaramdan çok kan akıyordu. Yaramı
sarmasaydınız kan kaybından ölürdüm. Ben sizi öldürmek istedim, siz ise
hayatımı kurtardınız. Eğer yaşarsam şimdiden sonra en sadık köleniz
olup size hizmet edeceğim ve oğullarıma da aynı şeyi emredeceğim. Affedin
beni." Kral, düşmanıyla bu denli kolay barıştığı ve onun dostluğunu
kazandığı için çok mutlu oldu; onu affetmekle kalmayıp uşaklarını ve
kendi doktorunu gönderip onun tedavisini yaptıracağını söyledi, ayrıca
mallarını iade edeceğine de söz verdi.

Yaralı adamla vedalaşan kral, kapının
önüne çıkıp münzeviyi aradı. Gitmeden önce, sormuş olduğu sorulara cevap
vermesini bir kez daha rica etmek istiyordu. Münzevi dışarda, bir gün
önce kazmış oldukları tarhlara çiçek tohumlarını ekiyordu. Kral ona yaklaştı
ve şöyle dedi: "Sorularıma cevap vermeniz için size son defa
yalvarıyorum!"
Yorgun dizlerinin üstünde çömelmeye devam eden münzevi, gözlerini
kaldırıp krala baktı ve, "Cevabınızı aldınız" dedi. "Nasıl aldım? Ne demek
istiyorsunuz?" diye sordu kral. "Anlayamıyorsunuz" diye cevapladı
münzevi.
"Dün eğer benim dermansızlığıma acımayıp şu tarhları kazmasaydınız,
gidecek ve şu adamın saldırısına uğrayacaktınız ve yanımda
kalmadığınıza pişman olacaktınız. Yani en önemli vakit, tarhları kazdığınız vakitti;
en önemli kişi bendim ve en önemli işiniz bana iyilik yapmaktı. Daha sonra
bu adam yanımıza koşarak geldiğinde, en önemli vakit onunla ilgilendiğiniz
vakitti, çünkü eğer onun yaralarını sarmasaydınız, sizinle barışmadan
ölecekti. Dolayısıyla en önemli kişi oydu, en önemli iş de onun için
yaptıklarınızdı." "Bundan sonra şu gerçeği unutmayın: Tek önemli vakit
vardır, içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o
zaman elimizden bir şey gelebilir.
En önemli kişi, kiminle beraberseniz
odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini
bilemez; ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya
gönderilmesinin tek sebebi budur.",

Paylaşımın için saol kardeş....
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12