Rep Derecesi:
Hz. Bilâl-i HabeşÃ®'nin İşkenceye Uğraması
Gizli davet devresinde İslâm ile şereflenen ve bundan dolayı müşriklerin şiddetli işkencelerine maruz kalan ilklerden biri de Bilâl-i HabeşÃ® diye bilinen, Bilâl bin Rebah Hazretleridir.
Hazret-i Bilâl, Müslümanların amansız düşmanı Ümeyye b. Halef’in kölesi iken, Hazret-i Ebû Bekir vasıtasıyla İslâmla şereflenmiştir.1
Bir anda gönlünü çepeçevre saran imân nûru, Hazret-i Bilâl için hadsiz bir cesaret kaynağı oluvermişti. Öyle ki, bir köle iken, efendisini ve müşriklerin her türlü baskı, işkence ve eziyetlerini hiçe sayarak Müslümanlığını açıkça ilân etmekten çekinmedi.
İmanın girmediği kalb taştan daha katı, Allah korkusunun bulunmadığı vicdan, kayalardan daha hissizdir. Böyle bir kalb ve vicdana sahip bir insanda acıma, şefkat ve merhamet aramak abestir. O insan, artık bu hâliyle mânen canavarlaşmıştır. Hatta tahribatı cihetiyle canavarları bile geride bırakmıştır.
İşte İslâmın diğer bütün amansız düşmanları gibi Ümeyye bin Halef de böyle bir kalb ve vicdanın sahibiydi. Ve Hazret-i Bilâl, merhamet ve şefkat yoksunu bu kalb sahibinin kölesi idi.
Bu merhamet yoksunu adamın nazarında, Hz. Bilâl’in kendisini yaratan tek Allah’a îmân etmesi ve Onun gönderdiği Peygamberi Hazret-i Muhammed’e sadâkat elini uzatması büyük suçtu!
Bunun için de o, en amansız işkencelere tâbi tutuluyordu. Bazen yirmi dört saat aç, susuz bırakılıyor, bazen boynuna ip takılarak, Mekke’nin ücretle tutulan çocukları tarafından sokak sokak dolaştırılıyordu.
Ümeyye bin Halef’in bütün bu gayretleri boşunaydı. Hazret-i Bilâl bir kere îmân etmişti ve Allah’a teslim olmuştu. Gönlü Resûlullahın muhabbetiyle gülşen olmuştu. Onun için, bu eziyet ve işkenceler altında inim inim inlerken bile davasını müşriklerin yüzlerine yüzlerine haykırmaktan geri durmuyordu:
“Ehad Ehad! Allah birdir! Allah birdir!”
İnandığı İslâm davasından her türlü eziyete rağmen zerre kadar taviz vermeyen Hazret-i Bilâl’i, bu sefer efendisi Ümeyye bin Halef, kavurucu sıcaklar altında, sırtını, güneşin sıcaklığından ateş parçası haline gelmiş kızgın taş ve kumlara sürttürüp yaktırır, ağzına güneşte kurumuş bir lokma et verdikten sonra, göğsüne kocaman bir kaya parçası koydurur ve şöyle derdi:
“Andolsun ki; sen ölmedikçe, yahud Muhammed’i ve Onun dinini inkâr ve reddederek Lât’a Uzzâ’ya tapmadıkça bu azabı üzerinden eksik etmeyeceğim!”
Fakat, vücudunun bütün zerreleriyle âdeta bir îmân abidesi kesilmiş olan Hazret-i Bilâl, ölümü göze alarak şöyle haykırırdı:
“Ben, Lât ve Uzzâ’yı kabul etmem. Allah birdir! Allah birdir!”1
Bu sözleri duyan Ümeyye bin Hâlef bütün bütün çileden çıkar, Hazret-i Bilâl’in işkencesini bayılıp kendinden geçinceye kadar arttırırdı. Sonra da çekip giderdi. Hazret-i Bilâl nice sonra kendine gelirdi.
Hazret-i Bilâl’in, bütün bu dayanılmaz eziyetlere, bu çekilmez işkenceye karşı tek dayanak noktası, o haşmetli ve azametli îmânıydı. İman, evet, kâinatı kabza-i tararrufunda tutan Cenâb-ı Hakka îmân, Onun sonsuz kudretine i’timad, insan için sarsılmaz, yıkılmaz bir istinad noktasıdır. O, bu kahramanca tavrıyla âdeta, “ÃŽmân hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki îmânı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir” hakikatını bütün dünyaya ilân ediyordu.
Yine bir gün, Ümeyye bin Halef’in onu işkenceden işkenceye uğrattığı bir sırada, oradan geçen Hz. Ebû Bekir bu durumu gördü. Ümeyye’ye, “Sen hiç Allah’tan korkmaz mısın? Bu zavallıya daha ne zamana kadar işkence edeceksin” dedi.
“Onun itikadını sen bozdun,” diye cevap verdi Ümeyye. “Kurtulmasını istiyorsan, onu satın al da kurtar.”
Hz. Ebû Bekir, “Ey Ümeyye,” dedi, “benim, senin dininden siyah bir kölem var. Bundan daha güçlü, daha kuvvetlidir. Onu Bilâl’e karşılık sana vereyim, kabul eder misin?” dedi.
Ümeyye, “Kabul ettim,” dedi. Sonra da gülerek, “Vallahi, kölenin karısını da vermedikçe olmaz” diye konuştu.
Hz. Ebû Bekir, “Olur,” dedi.
Ümeyye yine sinsi sinsi güldü ve “Vallahi, bana kölenin karısı ile birlikte kızını da vermedikçe olmaz” dedi.
Hz. Ebû Bekir, bu teklife de, “Olur” diye cevap verdi. Fakat, azılı müşrik Ümeyye, âdeta işi yokuşa sürmek istiyormuşcasına davranıyordu. Bu sefer hâince gülüşler arasında şu istekte bulundu:
“Vallahi, bana onlarla birlikte 200 dinar da üste vermedikçe olmaz!”
Onun bu durumuna sinirlenen Hz. Ebû Bekir hiddetle, “Sen,” dedi, “ne utanmaz adamsın. Boyuna yalan söyleyip duruyorsun.”
Ümeyye bu sefer, “Hayır,” dedi, “Lât’a, Uzzâ’ya and olsun ki, artık bunları bana verirsen, dediğimi yapacağım.”
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, “Onların hepsi senin olsun” dedi ve Hazret-i Bilâl’i bu zâlim adamın elinden kurtardı.
Hazret-i Bilâl’i alan Ebû Bekir’e (r.a.) Peygamber Efendimiz, “Yâ Ebâ Bekir,” dedi, “onun üzerinde bir hakkın olacak mı?”
Hz. Ebû Bekir, “Hayır, yâ Resûlallah,” dedi. “Onu azâd ettim.”1
Hazret-i Bilâl’i Ümeyye bin Hâlef gibi azılı bir müşrikin elinden kurtarıp hürriyetine kavuşturan Hz. Ebû Bekir, bir müddet sonra onun gibi köle olan annesi Hamâme’yi de satın alıp âzad etti.2
Hazret-i Bilâl-i HabeşÃ®, Resûlullah Efendimizin has müezzini idi. Bir an olsun Onun yanından ayrılmak istemezdi. Fahr-i Kâinat’ın dâr-ı bekâya irtihâlleri üzerine, Zatına ve yüksek ahlâkına olan muhabbetinden dolayı Medine-i Münevveri’de kalmaya tahammül edemedi ve oradan ayrılmaya mecbur kaldı. Bu esnada Halife olan Hz. Ebû Bekir, yanında kalması için ısrar edince, “Yâ Ebâ Bekir,” dedi. “Beni, kendin için satın aldınsa yanında tut! Yok eğer Allah rızası için satın aldınsa, serbest bırak da, Allah yolunda cihada katılayım.”
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, kendisine müsâade etti. O da ŞÃ¢m’a gitti. Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti sırasında orada vukû bulan gazâlara iştirâk etti.3
* * *