Bazen yazmak istemez insan.
Gökyüzüne başını kaLdırıp sadece Mavi'yi hissetmek ister ve bırakır ruhunu o başdöndürücü ferahLığa...İçine çeker Mavi'yi ve söyLeyemedikLerini içinde haykırır asLında sessizden gizLice...
Bazen yazmak istemez insan.
Kelimelerin taşıyamayacağı ağırlıklar olduğunu düşünür. Cümle kuramaz, kurar kurar bozar. Hiçbir cümlenin tam olarak doğru anlamı veremeyeceği kanaati yerleşir içine, her nedense.
Bazen yazmak istemez insan.
Koşmak ister, gece güne, kış bahara dönene kadar. Kapalı hava açılana kadar. Her şey durulana, kelimelere sığana kadar. Bir yazının ahengine ayak uyduracak durgunluğa erişene kadar. Durmadan, yavaşlamadan, anlaşılmaz bir şekilde koşmak ister.
Bazen yazmak istemez insan.
Konuşmak da istemez, söyleyeceği her şeyi teker teker susmak ister. Suskunluğa sığdıracaklarının, sözlerle; boş sayfayla ifade edeceklerinin, yazıyla heba olmasından korkar.
Bazen yazmak istemez insan.
Düşünüp içine atmanın, susup içinde saklamanın, söylemeyip sır olarak saklamanın daha doğru olduğuna inanmaya başlar. Belki öyle kabullendiğinden değil, doğru harfin damarlarından parmaklarına doğru bir türlü akmamasından, doğru cümlenin sayfada bir türlü yerleşmemesinden, kelimelerin yerlerini tayinde içine düştükleri kararsızlıktan gelen bir isteksizliktir bu. Söylemek istediği çok şey var da söylemeyi mi beceremiyor, yoksa söylemek istediği hiçbir şey yok, onun için mi susuyor, anlayamaz bazen insan.
Bazen yazmak istemez insan.
Parmakları ile bilgisayarin klavyesi, kalemi tutan eli ile kâğit arasında bir yabancılık keşfeder. Harflerin yerini ve şeklini unutur bir süre. Bildiği kelimeleri hatırlamaya çalışır ama başaramaz. Eşyanın isimlerini ne zamandan beri bilmediği kurcalar zihnini, başlangıcını hatırlayamaz.
Bazen yazmak istemez insan.
Yazıyla, sözle anlatacakları olduğu düşüncesine muhalefet edeceği tutar. Yazıyı ve sözü bir başka dünyadan gibi görmeye başlar. Onlarla anlaşacağı noktalar oldugunu inkar etmez, ama onlarla bir ilişkiye girmenin kendisine bir yarar getirmeyeceğini zanneder. Oturup başını öne eğmek, kalkıp yürümek, derin bir nefes almak, olamayacağı yerlerde olduğunu düşlemek, hayaller kurup ütopyalar üretmek ister.
Bazen yazmak istemez insan.
Ellerine ve diline yabancılaşır, kâğida ve söze yaklaştığı zaman. Kendisiyle baş başa kalmanın her şeyi zorlaştıracağı açıktır ona göre. Bazı şeyler sırf düşünülmeli, söylenmemelidir sanki. Bazı şeyler düşünülmemeli bile. Böyle bir yargının doğru olduğundan şüphelidir ama böyle hissettigi anlar da olur mutlaka.
Bazen yazmak istemez insan.
Bir mecburiyet olarak yazmayı ise hiç istemez. Susmanın mecbur olmasından daha zordur yazmak zorunluluğu. Ne söyleyeceğine kendin karar vermiyorsan daha da zordur elbette. Ama kendin karar veriyorsan bile, bunun senin kararın olmasının da kolay olmayan bir yanı vardır. Zira, ruhların taşıyamadığını kelimelere yükleme gayretindesindir. Akılların alamadığını gramer kurallarına taşıtırsın. Kalplere sığmayan şeyleri, noktalara, virgüllere sığdırırsın. Ya yapamazsam diye korkması makul değil midir insanın? Yazmak istememesi makul değil midir?
Bazen yazmak istemez insan.
Önüne bir kâğit alıp karalamak ister. Bu çizgilerin içinden anlamlı sözlerin daha çok çıkacağı duygusuna kapılır. Hiçbir şey düşünmeden yürüse, vardığı yerin, yazdıklarıyla vardiği yerden daha güvenli olacağı fikri dolaşır beyninde. Koştuğu zaman yaşıayacağı yorgunluk, yazarken yaşadığı zıhnî ıstıraptan daha hafiftir muhakkak.
Bazen yazmak istemez insan.
O bir insandır sonuçta. Kalemi kırmak, kâğıdı yırtmak, bilgisayarı devirmek ister bazen. Susmak ister, yorulmak, dağılıp paramparça olmak ister. Büyük bir yorgunlukla derin bir uykuya dalmak, derin bir susuzlukla, kana kana sular içmek, dağılıp yeni baştan dirilmek ister.
Bazen yazmak istemez insan.
Ama bazen istemez. Geçecektir, herkes gibi olacaktır. Treni kaçıracak, istasyonda tek başına kalakalacaktır.
Bazen yazmak istemez işte hepsi o kadar...