Canavar binaların giysilerine
sarı lekeler asarak saklanmış Güneş.
Camlarda asılı kalmış,
günün yorgun parıltıları...
Umursamadan ötüşen, sevişen
hatta döğüşen kuşlar sanki biz.
Kendimi buluyorum,
yalnızlığımı buluyorum
diğerlerince unutulmuş bir kuşun başını
kanatlarının arasında yok etmiş halinde.
Çünkü sen yoksun...
*
Mekanım sokaklar, caddeler.
Zamanın ilerisine, yaşamın gerisine,
kırgın, beklentisiz, umutsuz beni taşımakta;
kaldırımların ezberindeki adımlarım.
Aklımın dumanlı berisinde yok oldu, olacak
bir zamanlar bitmez sandığım anlarım...
Çünkü sen yoksun…
*
Gecenin deli aydınlığı.
Kocaman kentin bir yarısı uykunun esrikliğinde...
Pahalı lokantalarda,
kafelerde, barlarda diğer kalanı.
Gönül pazarlarının sergisinde
kilosuna, metresine göre satılık sevdalar.
Parayı çok verene;
günlük, anlık hayalleri yaşatmak için
koşmakta sahte bedenler.
Kapı önlerine acımasızca
öteye, beriye saçılmış kirli yüzlü aşklar.
Caddeleri parselleyip otopark yapanlar,
el açıp, aldığı parayı öpenler;
nara atıp ağlayanlar,
duvar dibinde yarım şarabını yudumlayanlar.
Şaşmadan izliyorum alışık kareleri
hırsız bakışlarım, dualı yakarışımla.
Ve yine arıyorum kahve buğusu gözleri.
Maalesef… Yoksun...
*
Bir park kanepesindeyim kuş nefesi sevdamla.
Sabahın yorgun ışıkları yıkamakta küskün yüzümü.
Gözlerim soluk kırmızı,
alnıma düşmüş saçlarım sevdam gibi karmakarışık.
İşe güce gidenler, el ele sevgililer,
sohbet edenler geçiyor önümden...
Son umutla, özlemle bakıyorum tanımadık yüzlere,
bildik bir çift bakış bulur muyum diye...
Yok… Kahretsin yok....
.
Neden yoksun?
Gerçeğinden vazgeçtim,
hayalin, düşlerin de yok!
“Neden?” diye sana sormayacağım.
Çünkü, biliyorum yanıtı...
Onun için sus sen, sus sevgili,
sen söyleme... Bir şey söyleme…
sarı lekeler asarak saklanmış Güneş.
Camlarda asılı kalmış,
günün yorgun parıltıları...
Umursamadan ötüşen, sevişen
hatta döğüşen kuşlar sanki biz.
Kendimi buluyorum,
yalnızlığımı buluyorum
diğerlerince unutulmuş bir kuşun başını
kanatlarının arasında yok etmiş halinde.
Çünkü sen yoksun...
*
Mekanım sokaklar, caddeler.
Zamanın ilerisine, yaşamın gerisine,
kırgın, beklentisiz, umutsuz beni taşımakta;
kaldırımların ezberindeki adımlarım.
Aklımın dumanlı berisinde yok oldu, olacak
bir zamanlar bitmez sandığım anlarım...
Çünkü sen yoksun…
*
Gecenin deli aydınlığı.
Kocaman kentin bir yarısı uykunun esrikliğinde...
Pahalı lokantalarda,
kafelerde, barlarda diğer kalanı.
Gönül pazarlarının sergisinde
kilosuna, metresine göre satılık sevdalar.
Parayı çok verene;
günlük, anlık hayalleri yaşatmak için
koşmakta sahte bedenler.
Kapı önlerine acımasızca
öteye, beriye saçılmış kirli yüzlü aşklar.
Caddeleri parselleyip otopark yapanlar,
el açıp, aldığı parayı öpenler;
nara atıp ağlayanlar,
duvar dibinde yarım şarabını yudumlayanlar.
Şaşmadan izliyorum alışık kareleri
hırsız bakışlarım, dualı yakarışımla.
Ve yine arıyorum kahve buğusu gözleri.
Maalesef… Yoksun...
*
Bir park kanepesindeyim kuş nefesi sevdamla.
Sabahın yorgun ışıkları yıkamakta küskün yüzümü.
Gözlerim soluk kırmızı,
alnıma düşmüş saçlarım sevdam gibi karmakarışık.
İşe güce gidenler, el ele sevgililer,
sohbet edenler geçiyor önümden...
Son umutla, özlemle bakıyorum tanımadık yüzlere,
bildik bir çift bakış bulur muyum diye...
Yok… Kahretsin yok....
.
Neden yoksun?
Gerçeğinden vazgeçtim,
hayalin, düşlerin de yok!
“Neden?” diye sana sormayacağım.
Çünkü, biliyorum yanıtı...
Onun için sus sen, sus sevgili,
sen söyleme... Bir şey söyleme…