Garip bir dava, imam şafii Hazretleri
Muhammed bin idris henüz dört yaşındadır. Tevafuk bu ya, o gün kadı efendinin sokaklarından geçeceği tutar. Tam o sıra iki öfkeli adam bir garibi sürükler, kadı efendinin önüne yıkarlar. Muhammed akranlarıyla birlikte hadise mahalline koşar. Davacılardan biri alel acele anlatmaya başlar:
- Efendim biz üç arkadaştık. Birlikte bir iş yaptık ve iyice bir para kazandık. Yalanı yok ya birbirimize itimadımız yoktu. Paramızı hepimizin güveneceği birine ,yani buna emanet ettik ve altını çize çize ,üçümüz birlikte gelmedikçe vermeyeceksin diye tembihledik. Ama o bize hıyanet etti.
Kadı yaka paça sürüklenen adama bakar:
- Doğru mu söylüyor bunlar?
- Doğru efendim ama eksik.
- Nasıl yani?
- Evet bunlar dün akşam bana bir kese para bıraktılar ve birlikte gelmedikçe hiçbirimize verme dediler. Ancak henüz 50 adım bile gitmeden içlerinden biri geri geldi ve altınları istedi. Uzaktan Bakın veriyorum diye bağırdım, bu ikisi de kafa sallayıp Tamam dediler. Söyleyin başka ne yapabilirdim ki?
Kadı bu kez diğerlerine döner:
- Peki buna ne diyeceksiniz?
- Onu da açıklayalım. Keseyi emanet edip giderken şimdi burada olmayan arkadaşımız aniden durdu. Bütün paramızı emanetçiye bıraktık ama bu akşam ne yiyeceğiz? dedi. Biz de harcanacak kadar bir şeyler almasına izin verdik. Hepsini alıp kaybolacağını nereden bilebilirdik?
- Hımmm şimdi iş vuzuha erdi. Arkadaşınız paraları alıp kaçtı desenize.
- Evet ama biz emanet verdiğimiz adamı tanırız. Ona üstüne basa basa üçümüz birlikte gelmedikçe verme dedik mi, dedik. O da bunu kabul etti mi, etti. Gözünü açaydı, aldanmasaydı. Madem bir saflık yaptı, ceremesini çeksin, bedeli kesesinden ödesin.
ödesin demek kolaydır ama delikanlı sözkonusu parayı verecek güçte değildir. Zaten üzgün ve bitkindir. Ağlamamak için dudaklarını ısırır ve büyük bir teslimiyetle boynunu büker. Zor duyulan titrek bir sesle Hatalıyım efendim der, cezama razıyım. Hava bir anda emanetçinin aleyhine döner. Merhametli kadı gözlerini kısar, sakalını sıvazlar. Bir çıkış yolu arar… Arar ama nereye kadar?
işte tam o sıra küçük dinleyici bedbin gencin elinden tutar. Ağlama be amca der, kendini niye üzüyorsun ki?
- Nasıl üzülmem be gülüm, başıma gelenleri duydun işte.
- Sen gel beni dinle ve de ki: Kese bende.
- Haydi istediğin gibi olsun . Diyelim ki kese bende.
- Emaneti almaları için bunların üç kişi olmaları gerekmiyor mu?
- Gerekiyor.
- öyleyse söyle onlara getirsinler arkadaşlarını, alsınlar paralarını!
Ne berrak bir muhakeme ve ne müthiş zeka değil mi? Eh, yıllar sonra imam-ı şafii diye anılacak bir çocuk başka nasıl olabilir
Muhammed bin idris henüz dört yaşındadır. Tevafuk bu ya, o gün kadı efendinin sokaklarından geçeceği tutar. Tam o sıra iki öfkeli adam bir garibi sürükler, kadı efendinin önüne yıkarlar. Muhammed akranlarıyla birlikte hadise mahalline koşar. Davacılardan biri alel acele anlatmaya başlar:
- Efendim biz üç arkadaştık. Birlikte bir iş yaptık ve iyice bir para kazandık. Yalanı yok ya birbirimize itimadımız yoktu. Paramızı hepimizin güveneceği birine ,yani buna emanet ettik ve altını çize çize ,üçümüz birlikte gelmedikçe vermeyeceksin diye tembihledik. Ama o bize hıyanet etti.
Kadı yaka paça sürüklenen adama bakar:
- Doğru mu söylüyor bunlar?
- Doğru efendim ama eksik.
- Nasıl yani?
- Evet bunlar dün akşam bana bir kese para bıraktılar ve birlikte gelmedikçe hiçbirimize verme dediler. Ancak henüz 50 adım bile gitmeden içlerinden biri geri geldi ve altınları istedi. Uzaktan Bakın veriyorum diye bağırdım, bu ikisi de kafa sallayıp Tamam dediler. Söyleyin başka ne yapabilirdim ki?
Kadı bu kez diğerlerine döner:
- Peki buna ne diyeceksiniz?
- Onu da açıklayalım. Keseyi emanet edip giderken şimdi burada olmayan arkadaşımız aniden durdu. Bütün paramızı emanetçiye bıraktık ama bu akşam ne yiyeceğiz? dedi. Biz de harcanacak kadar bir şeyler almasına izin verdik. Hepsini alıp kaybolacağını nereden bilebilirdik?
- Hımmm şimdi iş vuzuha erdi. Arkadaşınız paraları alıp kaçtı desenize.
- Evet ama biz emanet verdiğimiz adamı tanırız. Ona üstüne basa basa üçümüz birlikte gelmedikçe verme dedik mi, dedik. O da bunu kabul etti mi, etti. Gözünü açaydı, aldanmasaydı. Madem bir saflık yaptı, ceremesini çeksin, bedeli kesesinden ödesin.
ödesin demek kolaydır ama delikanlı sözkonusu parayı verecek güçte değildir. Zaten üzgün ve bitkindir. Ağlamamak için dudaklarını ısırır ve büyük bir teslimiyetle boynunu büker. Zor duyulan titrek bir sesle Hatalıyım efendim der, cezama razıyım. Hava bir anda emanetçinin aleyhine döner. Merhametli kadı gözlerini kısar, sakalını sıvazlar. Bir çıkış yolu arar… Arar ama nereye kadar?
işte tam o sıra küçük dinleyici bedbin gencin elinden tutar. Ağlama be amca der, kendini niye üzüyorsun ki?
- Nasıl üzülmem be gülüm, başıma gelenleri duydun işte.
- Sen gel beni dinle ve de ki: Kese bende.
- Haydi istediğin gibi olsun . Diyelim ki kese bende.
- Emaneti almaları için bunların üç kişi olmaları gerekmiyor mu?
- Gerekiyor.
- öyleyse söyle onlara getirsinler arkadaşlarını, alsınlar paralarını!
Ne berrak bir muhakeme ve ne müthiş zeka değil mi? Eh, yıllar sonra imam-ı şafii diye anılacak bir çocuk başka nasıl olabilir