İstanbul , masallardaki kaf dağı...
İstanbul , aşkların , aşıkların kenti...
İstanbul , sarhoşların meyhanesi...
Ve İstanbul’u onun varlığıyla İstanbul yapan, gizemini taşıyan, alımlı, sevdalı, denizin ortasında, bir başına, yalnız, kendi kendine yeten, İstanbul’un uyurgezer kızı... Ulaşılmaz Kız Kulesi...
Ve rüyalar aleminden gerçeğe kanatlarıyla akmış, Haliç’ten Boğaz’a doğru usul usul süzülen, var olduğundan bu yana dimdik ayakta İstanbul’u seyreden Galata Kulesi...
Galata Kulesi’nin Kız Kulesi’ne aşkını bilir misiniz?
İstanbul’un topraklarından fışkıran, gökyüzünden akan, denizinden çıkan hep sevdayken vurulmuş Galata Kulesi Kız Kulesi’ne... Zerafetine, ihtişamına hayran kalmış...
Bakmayın Kız Kulesi nin aldırmaz tavırlarına, her ne kadar ilgilenmiyormuş gibi gözükse de o da vurulmuş Galata Kulesi ne. Lakin Kız Kulesi’nin ünü fazla olduğundan, endamlı olduğundan, alımlı olduğundan herkesin gönlü varmış onda... Ve Kız Kulesi de bundandır gözü yükseklerdeymiş...
Galata Kulesi bunu bildiği halde asırlardır gözlerinin içine bakmış sevdiğinin ve sevmiş hep sevmiş... Bu büyük sevda uğruna kaç kez ıslanmış İstanbul’un delicesine yağan yağmurunda...
Sonunda Kız Kulesi de sevdiğini söylemiş Galata Kulesi’ne... İstanbul’un uykuda olduğu zamanlar fısıldaşır dururlarmış. Öyle gizli konuşurlarmış ki dalgaların sesi örtermiş seslerini... Çünkü martıların konuştuklarını duymalarını istemezlermiş. Galata Kulesi sevdiceğine şiirler yazar, yürek çalkalayan şarkılar söylermiş. Kız Kulesi de yunuslarla gönderirmiş selamını...
Ama gel gör ki koskoca bir Boğaz varmış hep aralarında... Ve bu Boğaz Galata Kulesi ile Kız Kulesi’nin birleşmelerine hiç izin vermezmiş...
Onlar da asırlar boyunca yaptıkları gibi bakışmalarla , geceleri konuşmalarla, yunuslar aracılığıyla selam göndermelerle yetinirlermiş...
Hikayesini bilir misiniz dedim ya Galata Kulesi ile Kız Kulesi’nin...
İşte ben bir Kız Kulesi...
İstanbul’un uyuyan prensi...
Ve sen Galata Kulesi...
Bu dünyada bir deli aşık yani...