Yokum bugün.
Burada göründüğümü biliyorum. Bana eziyet ediyor bütün gürültünüz. Ama yokum işte. Uzaklaşıyorum.
Ardıma bakamam. Cesaretim ve isteğim yok buna. Sizi bütün karmaşanızla arkamda bırakma niyetim.
Sessizliğim tüm gürültünüzü bastırırken içimdeki çığlıklar ölümü çağırıyorlar bana. Şarkısını söylüyorlar...
Yokum işte anlayamıyorsunuz.
Sessizliğimle yokum.
Sessiz çığlıklarımla...
O kadar sağırsınız ki, duyamıyorsunuz çığlıklarımı, duyamıyorsunuz kendi boşluğunuzun gürültüsünden başka.
Ve o kadar körsünüz ki göremiyorsunuz yokluğumu.
Göremiyorsunuz kendinizden başka.
Susma zamanınız geldiğinde açılacak gözleriniz, boş bakan.
İşte o zaman göremeyeceksiniz asıl:
Yokum çünkü.
Hiç olmadım ki zaten.
Bağırış çığrışlarınızla yarattınız suretimi. İçinde yaşadığınız yalanda bir rol verdiniz bana. Oynadığımı sandınız.
Yoktum oysa ki ben.
Hiç olmadım.
Öyle bir roldü ki bu, varlığınızın tüm günahlarını yüklediniz, gürültünüzün tüm suçunu üstüne attınız; üzerine yapıştırdınız.
Bilemediniz ama, yokum ben.
İçi boş bir korkuluktu giydirdiğiniz, rolü. Yanına yaklaşamayan kargaların gürültüsü, nefret ettiğiniz sesi.
Var sandınız, canlı sandınız.
Bu canavarı siz yarattınız. Üzerime yapıştırdınız.
Yoktum ki ben.
Sessizliğim saf bir çocuktu aslında dokunamadığınız. Korktunuz ondan biliyorum. Korkmalıydınız, yoktum ben.
Yalanlarla diktiğiniz bir kostüm var yine elinizde. Günahlarla inşa ettiğiniz sahne...
Çığlıklarıma giydirmek istiyorsunuz. Biçtiğiniz rolü oynamamı...
Alın sizin olsun benliğim, bedenim. Giydirin ona yine yalanlarınızı, bütün günahlarınızı.
Ama yokum ben.
Sessizliğimle yokum.
Ufak bir çocuğun kıskançlıktan sakındığı ilk oyuncağı gibi korurum onu.
Erişemeyeceksiniz ona. Ruhumun derinlerine sakladım çünkü.
Sadece bana ait.
Sadece yokluğuma...
Hadi gidin artık.
Susun!
Yokum ben.
Hiç olmadım.
Burada göründüğümü biliyorum. Bana eziyet ediyor bütün gürültünüz. Ama yokum işte. Uzaklaşıyorum.
Ardıma bakamam. Cesaretim ve isteğim yok buna. Sizi bütün karmaşanızla arkamda bırakma niyetim.
Sessizliğim tüm gürültünüzü bastırırken içimdeki çığlıklar ölümü çağırıyorlar bana. Şarkısını söylüyorlar...
Yokum işte anlayamıyorsunuz.
Sessizliğimle yokum.
Sessiz çığlıklarımla...
O kadar sağırsınız ki, duyamıyorsunuz çığlıklarımı, duyamıyorsunuz kendi boşluğunuzun gürültüsünden başka.
Ve o kadar körsünüz ki göremiyorsunuz yokluğumu.
Göremiyorsunuz kendinizden başka.
Susma zamanınız geldiğinde açılacak gözleriniz, boş bakan.
İşte o zaman göremeyeceksiniz asıl:
Yokum çünkü.
Hiç olmadım ki zaten.
Bağırış çığrışlarınızla yarattınız suretimi. İçinde yaşadığınız yalanda bir rol verdiniz bana. Oynadığımı sandınız.
Yoktum oysa ki ben.
Hiç olmadım.
Öyle bir roldü ki bu, varlığınızın tüm günahlarını yüklediniz, gürültünüzün tüm suçunu üstüne attınız; üzerine yapıştırdınız.
Bilemediniz ama, yokum ben.
İçi boş bir korkuluktu giydirdiğiniz, rolü. Yanına yaklaşamayan kargaların gürültüsü, nefret ettiğiniz sesi.
Var sandınız, canlı sandınız.
Bu canavarı siz yarattınız. Üzerime yapıştırdınız.
Yoktum ki ben.
Sessizliğim saf bir çocuktu aslında dokunamadığınız. Korktunuz ondan biliyorum. Korkmalıydınız, yoktum ben.
Yalanlarla diktiğiniz bir kostüm var yine elinizde. Günahlarla inşa ettiğiniz sahne...
Çığlıklarıma giydirmek istiyorsunuz. Biçtiğiniz rolü oynamamı...
Alın sizin olsun benliğim, bedenim. Giydirin ona yine yalanlarınızı, bütün günahlarınızı.
Ama yokum ben.
Sessizliğimle yokum.
Ufak bir çocuğun kıskançlıktan sakındığı ilk oyuncağı gibi korurum onu.
Erişemeyeceksiniz ona. Ruhumun derinlerine sakladım çünkü.
Sadece bana ait.
Sadece yokluğuma...
Hadi gidin artık.
Susun!
Yokum ben.
Hiç olmadım.