yine sana sesleneceğim
senin kim olduğunu hiç bilmeden senin kim olduğunu en çok bilerek
isyankar zambakların çılgın nilüferlerin
dört nala açarak kiraz çiçeklerinin dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım
sarı bir hüzün kızıl bir gurur ve siyah bir öfkeyle konuşacağım sana
sana oklardan değil yaydan bahsedeceğim
gülün dikenlerinden değil
gülleri ve dikenlerini doğurmaktan yorulmayan topraktan söz açacağım
akan su gelmeyecek kelimelerime
suyu şefkatla kucaklayan sessiz taşların canını yakan damlaları
dillendireceğim
yine sana sesleneceğim senin kim olduğunu hiç bilmeden
bilmek istemeden
alaaddin'in sihirli lambasından çıkan cin bana gelseydi
ve ne dilersem dilememi isteseydi hiç bir şeyi elde etmeyi dilemezdim
bir şeyden vazgeçmeyi isterdim sadece
hayatta bir şeyden vazgeçmem lutfedilseydi...
bedeli herşeyim olsa bile
sana seslenmekten vazgeçmek isterdim
garip değil mi?
sana seslenmekten vaçgeçmediğimi
bundan hoşlandığımı düşünüyorsun belki de
oysa
sana seslenmek bütün hesaplarımı gördüğüm bu dünyadaki
tek geride kalmiş hesap benim için
bu dünyadaki tek yük bu seslenişin kalbini avcumda tutabilmek
kürek mahkumu için kürek ne ise benim için de sana seslenmek o
bir yandan gemiyi ufka ulaştırmanın tek yolu
öbür yandan bileklerimden sızan kanların
gönlümü işgale yeltendiği bir rotanın can suyu
oysa ben sana küreklerden değil
gemiden bahsetmek isterdim!
atalarım bana kadınlara gökyüzünü
gemileri ve yelkenleri anlatmayı öğrettiler
sen kürekleri yağlı urganları
geceyi siyaha gömen fırtınaları ögretmeye calışıyorsun
sana ellerimle dokunarak gözlerimle okşayarak göstermek isterdim
rüzgarla şişen beyaz yelkenleri
ama senin vaktin yoktu
ben bunu hiç anlayamadım
kavminin kadınlari bana öğretmediler ki!
bazı kadınların beyaz güvercinlerden daha çok siyah apoletleri
sevebileceğini
sana sesleniyorum
ve gözlerim bileklerinden parmak uçlarına kadar toplanmış
kan pıhtılarını seyrediyor
kürekleri bırakmıyorum
önce yücelttiğin sonra terk ettiğin aşkın onuru için
kalemi bir an elimden düşürmüyorum
Ankara kalesinin önünde sana sesleniyorum
benden kaçıp cennete gitmek isteseydin
seni cennetin kapısına kadar ***ürürdüm
bana gelmek için seni korkutan cehennem olsaydı
cehennemle konuşurdum
seni ona anlatabilirdim
oysa sen ne cenneti isteyecek kadar aşk oldun
ne de cehennemi isteyecek kadar ayrılık
"seviyorum seni ama" dedin "hoşçakal" diye ekledin
"şimdi gitmeye mecburum belki yine gelirim
umarım gelirim" son sözün oldu
cennetin ve cehennemin dillerini
savaş mağaralarını ve aşk şiirlerini
gazelleri ve boleroları öğreten atalarım
senin sözlerinin anlamını ögretmediler
hiçbir şey söylemedin gittin
ayrılığın dilsiz olduğunu ben senden öğrendim
dilsiz olanın yaşayabileceğini sen ögrettin bana
ve kalemime ilk defa yaban gözlerle baktım
yine yeniden sadece sana sesleneceğim
müebbet bir aşk dışında bildiğim tüm duyguları terk edeceği
sana sesleneceğim yine
seni sadece kuru bir sevgiyle değil
derin bir hüzünle
binlerce yıllık bir gururla
ve pervasız bir öfkeyle sevdiğimi duyumsuyor musun?
mütevazi bir sevgiyle değil küstah bir aşkla sevdim seni
ben osmanlı gibi kollarımın yetışemediği bir aşkı
kucaklamaya çalışırken
sen köprülerin ülkesi venedikteki son sancağı
kışın üşümemek için şal yaptın kendine
neden bilmiyorum özlemin artıyor içimde
zaman geçtikce eksilir demiştin oysa
atalarımın öğrettiklerine ters düşse de sana inanırım bilirsin
zamanla unutursun demiştin niye daha derinleşiyor öyleyse?
derinleşiyor özlemin ve gönlümde bir iç savaşta dökülen kanları
coşturuyor ayrılık sözlerin
öfkelerin kararlılığını aşka katık ederek konuşacağım
bedenim bu dünyayı terk edene kadar
öyle sanıyorum ki
hüzünle ve acıyla pek barışık olmadığım için
benden uzun yaşıyacaksın
benden sonra kelimelerim gelecek gönlüne
onların benden geldiğini bir tek sen bileceksin
küstah bir aşkla seveceğim seni
ben savaş ve ölümle haşır neşir olan kelimeler dışındakileri
unutmaya gayret edeceğim
ömrümün geri kalanında
sana sesleneceğim yine
ben seni beyrut gibi sevdim ama
sana ne Mağrib'i ne de Manhatten'ı anlatamadım
Bağdat'ı ve Şam'ı işgale yeltenmişken
venedikten gelen ihanet tarumar etti ordularımı
sarı bir keder kızıl bir kibir siyah bir isyanla konuşacağım sana
senin kim olduğunu hiç bilmeden
ağlayan zambakların dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım
senin kim olduğunu en çok bilerek
kavmimin bana vaad ettiği tüm aşkları terk edeceğim
müebbet bir aşk sarı bir hüzün
kızıl bir gurur ve siyah bir öfkeyle konuşacağım
bu dünyayı terk etme müjdesi gelene kadar...
hüznü gururu ve öfkeyi bilseydim keşke
hüznümün beni aşan taşkınlığını
gururumun binlerce yıl önce'den miras kalmış hoyratlığını
öfkelerimin hiç bir zaman sona ermeyecek ve azalmayacak kararlılığını
anlayabilseydim anlatabilirdim sana
seninle yaşanan bir aşktan sonra
ayrılığın ölüm bile olsa MAVİ BİR ÖLÜM olacağını.
alıntıdır
senin kim olduğunu hiç bilmeden senin kim olduğunu en çok bilerek
isyankar zambakların çılgın nilüferlerin
dört nala açarak kiraz çiçeklerinin dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım
sarı bir hüzün kızıl bir gurur ve siyah bir öfkeyle konuşacağım sana
sana oklardan değil yaydan bahsedeceğim
gülün dikenlerinden değil
gülleri ve dikenlerini doğurmaktan yorulmayan topraktan söz açacağım
akan su gelmeyecek kelimelerime
suyu şefkatla kucaklayan sessiz taşların canını yakan damlaları
dillendireceğim
yine sana sesleneceğim senin kim olduğunu hiç bilmeden
bilmek istemeden
alaaddin'in sihirli lambasından çıkan cin bana gelseydi
ve ne dilersem dilememi isteseydi hiç bir şeyi elde etmeyi dilemezdim
bir şeyden vazgeçmeyi isterdim sadece
hayatta bir şeyden vazgeçmem lutfedilseydi...
bedeli herşeyim olsa bile
sana seslenmekten vazgeçmek isterdim
garip değil mi?
sana seslenmekten vaçgeçmediğimi
bundan hoşlandığımı düşünüyorsun belki de
oysa
sana seslenmek bütün hesaplarımı gördüğüm bu dünyadaki
tek geride kalmiş hesap benim için
bu dünyadaki tek yük bu seslenişin kalbini avcumda tutabilmek
kürek mahkumu için kürek ne ise benim için de sana seslenmek o
bir yandan gemiyi ufka ulaştırmanın tek yolu
öbür yandan bileklerimden sızan kanların
gönlümü işgale yeltendiği bir rotanın can suyu
oysa ben sana küreklerden değil
gemiden bahsetmek isterdim!
atalarım bana kadınlara gökyüzünü
gemileri ve yelkenleri anlatmayı öğrettiler
sen kürekleri yağlı urganları
geceyi siyaha gömen fırtınaları ögretmeye calışıyorsun
sana ellerimle dokunarak gözlerimle okşayarak göstermek isterdim
rüzgarla şişen beyaz yelkenleri
ama senin vaktin yoktu
ben bunu hiç anlayamadım
kavminin kadınlari bana öğretmediler ki!
bazı kadınların beyaz güvercinlerden daha çok siyah apoletleri
sevebileceğini
sana sesleniyorum
ve gözlerim bileklerinden parmak uçlarına kadar toplanmış
kan pıhtılarını seyrediyor
kürekleri bırakmıyorum
önce yücelttiğin sonra terk ettiğin aşkın onuru için
kalemi bir an elimden düşürmüyorum
Ankara kalesinin önünde sana sesleniyorum
benden kaçıp cennete gitmek isteseydin
seni cennetin kapısına kadar ***ürürdüm
bana gelmek için seni korkutan cehennem olsaydı
cehennemle konuşurdum
seni ona anlatabilirdim
oysa sen ne cenneti isteyecek kadar aşk oldun
ne de cehennemi isteyecek kadar ayrılık
"seviyorum seni ama" dedin "hoşçakal" diye ekledin
"şimdi gitmeye mecburum belki yine gelirim
umarım gelirim" son sözün oldu
cennetin ve cehennemin dillerini
savaş mağaralarını ve aşk şiirlerini
gazelleri ve boleroları öğreten atalarım
senin sözlerinin anlamını ögretmediler
hiçbir şey söylemedin gittin
ayrılığın dilsiz olduğunu ben senden öğrendim
dilsiz olanın yaşayabileceğini sen ögrettin bana
ve kalemime ilk defa yaban gözlerle baktım
yine yeniden sadece sana sesleneceğim
müebbet bir aşk dışında bildiğim tüm duyguları terk edeceği
sana sesleneceğim yine
seni sadece kuru bir sevgiyle değil
derin bir hüzünle
binlerce yıllık bir gururla
ve pervasız bir öfkeyle sevdiğimi duyumsuyor musun?
mütevazi bir sevgiyle değil küstah bir aşkla sevdim seni
ben osmanlı gibi kollarımın yetışemediği bir aşkı
kucaklamaya çalışırken
sen köprülerin ülkesi venedikteki son sancağı
kışın üşümemek için şal yaptın kendine
neden bilmiyorum özlemin artıyor içimde
zaman geçtikce eksilir demiştin oysa
atalarımın öğrettiklerine ters düşse de sana inanırım bilirsin
zamanla unutursun demiştin niye daha derinleşiyor öyleyse?
derinleşiyor özlemin ve gönlümde bir iç savaşta dökülen kanları
coşturuyor ayrılık sözlerin
öfkelerin kararlılığını aşka katık ederek konuşacağım
bedenim bu dünyayı terk edene kadar
öyle sanıyorum ki
hüzünle ve acıyla pek barışık olmadığım için
benden uzun yaşıyacaksın
benden sonra kelimelerim gelecek gönlüne
onların benden geldiğini bir tek sen bileceksin
küstah bir aşkla seveceğim seni
ben savaş ve ölümle haşır neşir olan kelimeler dışındakileri
unutmaya gayret edeceğim
ömrümün geri kalanında
sana sesleneceğim yine
ben seni beyrut gibi sevdim ama
sana ne Mağrib'i ne de Manhatten'ı anlatamadım
Bağdat'ı ve Şam'ı işgale yeltenmişken
venedikten gelen ihanet tarumar etti ordularımı
sarı bir keder kızıl bir kibir siyah bir isyanla konuşacağım sana
senin kim olduğunu hiç bilmeden
ağlayan zambakların dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım
senin kim olduğunu en çok bilerek
kavmimin bana vaad ettiği tüm aşkları terk edeceğim
müebbet bir aşk sarı bir hüzün
kızıl bir gurur ve siyah bir öfkeyle konuşacağım
bu dünyayı terk etme müjdesi gelene kadar...
hüznü gururu ve öfkeyi bilseydim keşke
hüznümün beni aşan taşkınlığını
gururumun binlerce yıl önce'den miras kalmış hoyratlığını
öfkelerimin hiç bir zaman sona ermeyecek ve azalmayacak kararlılığını
anlayabilseydim anlatabilirdim sana
seninle yaşanan bir aşktan sonra
ayrılığın ölüm bile olsa MAVİ BİR ÖLÜM olacağını.
alıntıdır