Bir dost ararsın,
elini uzatırsın elin havada kalır...
Gözlerin tavanda, sözlerin ağzında çaresiz kalır...
Uzun ince bir ah gibi,
bir sızı gelip saplanır kalbinin tam orta yerine burgulu bıçak gibi...
Ne kadar sevgi varsa kanar içinde işte o zaman, ne kadar özlem varsa yanar... Oturup ağlamak istersin
şöyle doya doya ama akmaz bir damla yaş gözlerinde...
Yüreğinin ağladığını hissedersin o an,
yüreğinle beraber geçmişin de ağlar içinde...
Ömrünce hep kırılırsın, kanarsın, durduramazsın kanamayı...
Kırgın,
kızgın, yorgun,
bir o kadar da yaralısın...
“Hayat ki,hakkını hep başkalarına vermiştir ama yinede haklı çıkan hep başkaları olmuştur”.
Anlatamazsın derdini kimselere hep içine atarsın.
Acıların dehşetli dalgalarında yolunu yitirmiş bir gemi gibi kalakalırsın tanımadığın denizlerin ortasında,şaşkın bitkin,bir o kadar da yorgun ve çaresiz...
Unutursun içindeki ışıkların beyazlığını,bütün renkler siyaha çalmıştır artık.
Dalgın dalgın bakarsın sulara,Umut yaralı bir kuş olmuş, uçmuş elinden...
Ayrılık sözleri su olup sızı sızı akar dilinde,içindeki bütün pınarlar kanamaya başlamıştır...
Kar yangını bir gecedir zaman artık,kahrolası ıssız sokaklarda...
Akşam şehire her gelişinde, hüzünle gelir.
Acılarını alıp gitmez...
Kanadı kırılmış yavru bir kuş gibi sığınacak bir dal ararsın...
Ve sessizce solursun bir hazan yaprağı gibi.
Önünde çocukluğun geçer, ilk gençliğin geçer yıl yıl.
Gömülürsün karanlığın en derin dehlizlerine...
Hüzün kokar rıhtımlar, yalnızlık kokar. Yalnızlık ölüm kokar...
Bazen karanlıkta kalır tükenir nefesin....
Bazen gözpınarlarından akan damlalar,bir nehir gibi süzülerek Ren’in kirli sularına karışır.Daralırsın,çıkıp bir dağbaşına haykırmak geçer içindeki ateşi,yankılı kayalara...
Koşarsın doruklara, ayakların kırık,dikenler acımasız, yüreğin kanrevan...
Hasretle sarılmak gelir son bir defa sevdiklerine.
Hüznün yırtık gömlek gibi durur sırtında,kırılgan bakışlarında hüzün sızar aynalara her gece.
Ne kimselere anlatacak bir öykün var,
mutlulukla başlayan. Ne de bir sevinç,gözlerinde bahar yeşili umutlar taşıyan.
Suların ötesinde bir çiçek büker boynunu her akşam.
Adı gül,
kokusu gül,
rengi gül,
gözyaşı gül,
iki gözü iki çeşme.
Mutsuz avuntusuz ve suskun.
Ey der susarsın,susar yürürsün yüreğinin yollarına sererek hıçkırıklarını,
yağmur yağmur tomurcuklara yağar gözyaşların.
İçindeki kör karanlık patikalarda yolunu bulmaya çalışırsın ama nafile,
kaderindeki hoyrat rüzgarlar bir yandan bir yana savurur
incinen ince ruhundaki incinmişlikleri...
“Ey gecelerinde kahrolduğum hayat,sokaklarında sırılsıklam ıslandığım şehir,artık bu yerlere sığamıyorum” dersin.
Gökyüzünde katar katar turnalar göçüp gider sılana,turnalar gider sen kalırsın.
Uyku tutmaz geceleri,yitik düşlerinin gölgesine sığınınırsın,gölgeler gider sen kalırsın.
Bilirsin ki, göçmen hiç bir kuş uçamaz kanatları kırıksa...
Hasretin ince bir yol olur uzanır yangınlara,kırılır kendine saklaya saklaya içindeki gül.
Ardına saklanacak ne bir gölgen ne de duldan kalır.
Sevinçler dağıtırken acılar toplayan bir çardak kuşusun şimdi,
şimdi ömrün,saçların kadar karlı ve puslu.
Hüzünlü bir ırmaktır şimdi yanaklarında yüreğine akan,
bilirsin ki,artık hiç bir şey avutmaz seni,şefkatine sığındığın sıcak bir kucak bile.
Vefasız dünyanın ihaneti yiyip bitirir seni.
Ezilmiş gelinciklerin çığlığında gizlersin sesini ve gözyaşını,
kırların ürperişi gibi dökülür dudağında sözcükler.
Hıçkırıklar boğazına tıkanıp kalır her defasında,
her defasında dudağında binlerce şiir kanar;binlerce şiir yanar içinde her defasında...
İhanetin,
kalleşliğin,
göğsünden vurulmuşluğun acısını taa iliklerinde duyarak yürürsün ıslak caddelerde.
Ne şarkıların,
ne de şiirlerin bir tadı kalır dilinde.
Yanıp kavrulursun hasretin ateşiyle,
bir çöle döner yüreğin.
Bir yanın Leyla’dır artık kıyılarının
bir yanın Mecnun...
Bir yanı Ferhat’dır
dağlarının bir yanı Şirin...
Başını önüne eğer yürürsün...
Bir hüzün yağmuru tepende,
adım adım ölüme götürür seni adımların...
elini uzatırsın elin havada kalır...
Gözlerin tavanda, sözlerin ağzında çaresiz kalır...
Uzun ince bir ah gibi,
bir sızı gelip saplanır kalbinin tam orta yerine burgulu bıçak gibi...
Ne kadar sevgi varsa kanar içinde işte o zaman, ne kadar özlem varsa yanar... Oturup ağlamak istersin
şöyle doya doya ama akmaz bir damla yaş gözlerinde...
Yüreğinin ağladığını hissedersin o an,
yüreğinle beraber geçmişin de ağlar içinde...
Ömrünce hep kırılırsın, kanarsın, durduramazsın kanamayı...
Kırgın,
kızgın, yorgun,
bir o kadar da yaralısın...
“Hayat ki,hakkını hep başkalarına vermiştir ama yinede haklı çıkan hep başkaları olmuştur”.
Anlatamazsın derdini kimselere hep içine atarsın.
Acıların dehşetli dalgalarında yolunu yitirmiş bir gemi gibi kalakalırsın tanımadığın denizlerin ortasında,şaşkın bitkin,bir o kadar da yorgun ve çaresiz...
Unutursun içindeki ışıkların beyazlığını,bütün renkler siyaha çalmıştır artık.
Dalgın dalgın bakarsın sulara,Umut yaralı bir kuş olmuş, uçmuş elinden...
Ayrılık sözleri su olup sızı sızı akar dilinde,içindeki bütün pınarlar kanamaya başlamıştır...
Kar yangını bir gecedir zaman artık,kahrolası ıssız sokaklarda...
Akşam şehire her gelişinde, hüzünle gelir.
Acılarını alıp gitmez...
Kanadı kırılmış yavru bir kuş gibi sığınacak bir dal ararsın...
Ve sessizce solursun bir hazan yaprağı gibi.
Önünde çocukluğun geçer, ilk gençliğin geçer yıl yıl.
Gömülürsün karanlığın en derin dehlizlerine...
Hüzün kokar rıhtımlar, yalnızlık kokar. Yalnızlık ölüm kokar...
Bazen karanlıkta kalır tükenir nefesin....
Bazen gözpınarlarından akan damlalar,bir nehir gibi süzülerek Ren’in kirli sularına karışır.Daralırsın,çıkıp bir dağbaşına haykırmak geçer içindeki ateşi,yankılı kayalara...
Koşarsın doruklara, ayakların kırık,dikenler acımasız, yüreğin kanrevan...
Hasretle sarılmak gelir son bir defa sevdiklerine.
Hüznün yırtık gömlek gibi durur sırtında,kırılgan bakışlarında hüzün sızar aynalara her gece.
Ne kimselere anlatacak bir öykün var,
mutlulukla başlayan. Ne de bir sevinç,gözlerinde bahar yeşili umutlar taşıyan.
Suların ötesinde bir çiçek büker boynunu her akşam.
Adı gül,
kokusu gül,
rengi gül,
gözyaşı gül,
iki gözü iki çeşme.
Mutsuz avuntusuz ve suskun.
Ey der susarsın,susar yürürsün yüreğinin yollarına sererek hıçkırıklarını,
yağmur yağmur tomurcuklara yağar gözyaşların.
İçindeki kör karanlık patikalarda yolunu bulmaya çalışırsın ama nafile,
kaderindeki hoyrat rüzgarlar bir yandan bir yana savurur
incinen ince ruhundaki incinmişlikleri...
“Ey gecelerinde kahrolduğum hayat,sokaklarında sırılsıklam ıslandığım şehir,artık bu yerlere sığamıyorum” dersin.
Gökyüzünde katar katar turnalar göçüp gider sılana,turnalar gider sen kalırsın.
Uyku tutmaz geceleri,yitik düşlerinin gölgesine sığınınırsın,gölgeler gider sen kalırsın.
Bilirsin ki, göçmen hiç bir kuş uçamaz kanatları kırıksa...
Hasretin ince bir yol olur uzanır yangınlara,kırılır kendine saklaya saklaya içindeki gül.
Ardına saklanacak ne bir gölgen ne de duldan kalır.
Sevinçler dağıtırken acılar toplayan bir çardak kuşusun şimdi,
şimdi ömrün,saçların kadar karlı ve puslu.
Hüzünlü bir ırmaktır şimdi yanaklarında yüreğine akan,
bilirsin ki,artık hiç bir şey avutmaz seni,şefkatine sığındığın sıcak bir kucak bile.
Vefasız dünyanın ihaneti yiyip bitirir seni.
Ezilmiş gelinciklerin çığlığında gizlersin sesini ve gözyaşını,
kırların ürperişi gibi dökülür dudağında sözcükler.
Hıçkırıklar boğazına tıkanıp kalır her defasında,
her defasında dudağında binlerce şiir kanar;binlerce şiir yanar içinde her defasında...
İhanetin,
kalleşliğin,
göğsünden vurulmuşluğun acısını taa iliklerinde duyarak yürürsün ıslak caddelerde.
Ne şarkıların,
ne de şiirlerin bir tadı kalır dilinde.
Yanıp kavrulursun hasretin ateşiyle,
bir çöle döner yüreğin.
Bir yanın Leyla’dır artık kıyılarının
bir yanın Mecnun...
Bir yanı Ferhat’dır
dağlarının bir yanı Şirin...
Başını önüne eğer yürürsün...
Bir hüzün yağmuru tepende,
adım adım ölüme götürür seni adımların...