"Soru: 1) Dinimiz yüsr (kolaylık) felsefesi üzerine vaz’ edildiği halde, bir kısım ibadetler ve sorumluluklar insanlara zor ve ağır gelebilmektedir. Bazı mükellefiyetlerdeki bu zorluk, dinin özündeki kolaylık prensibi ile nasıl telif edilebilir?
[INDENT]-Dinde asla zorluk yoktur; İslam “yüsr” (kolaylık) üzere vaz’ edilmiştir. Fıtratları ve karakterleri gözetmeden, onu şiddetlendiren ve ağırlaştıran, dinin ruhuna zıt bir iş yapmış olur. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, “Bu din kolaydır. Hiç kimse kaldıramayacağı mükellefiyetlerin altına girerek onu zorlaştırmasın; (insan ne yaparsa yapsın yine de mutlaka bir kısım eksik ve kusurları vardır ve) galibiyet dinde kalır.” mealindeki hadis-i şerifiyle bu hakikate dikkat çekmiştir. (01.05)
-Hazreti Ali ve Osman bin Maz’un gibi bazı sahabe efendilerimiz, dünyevî duygulardan bütünüyle sıyrılmak, mâsivâyı zihinlerinden tamamen atmak, kalblerini sadece Sultan’a ait bir saray haline getirmek, kendilerini iyice ibadete vermek ve vakitlerinin hepsini Allah’a kullukta geçirebilmek gayesiyle hadımlaşmak isteyince, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz “Allah’ı en iyi bileniniz ve O’ndan en çok korkanınız benim. Bununla beraber, ben ibadet ediyorum ama hanımlarımın hakkını da gözetiyorum. Gece ibadetimi yapıyorum fakat istirahat de ediyorum. Bazı günler oruç tutuyor, diğer günleri ise oruçsuz geçiriyorum. Bu, benim yolumdur. Kim benim yolumdan yüz çevirirse, o benden değildir” demiş ve getirdiği dinde ruhbanlık olmadığını beyan buyurmuştur. (02.08)
-Peygamber Efendimiz’in (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) getirdiği din, bir hanifiye-i semhâdır; yani, herkesin rahatlıkla yaşayıp, kolayca tatbik edebileceği bir sistemdir ve objektif prensipleriyle tam bir denge unsurudur. İslâm, sadece belli bir grup için değildir; onun mesajı herkesedir. İslâm’da “teklif-i mâlâyütak”, yani insanlara güç yetiremeyeceği sorumlulukları yükleme söz konusu değildir; o herkesin biraz gayret ederek altından kalkabileceği emirlerle gelmiş olan ve ruhunda müsamaha bulunan bir nizamdır. “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin!” hadis-i şerifi gereğince, her zaman dinin özündeki bu kolaylık nazara verilmelidir. (05.36)
-Kulluğa ait mükelefiyetler, okula giden bir öğrencinin yapması gereken vazifelere de benzetilebilir. Nasıl, eğitim çemberinden geçme ve belli bir kıvama erme o talebede bir liyakat metamorfozu meydana getiriyorsa, bir kul da ibadetler sayesinde o metamorfozu yaşamalıdır ki ahirete bir farklılık içinde gitsin ve ötelerin leziz meyvelerine erişsin. (07.15)
-Dinin emirleri arasında nice zor görülen mükellefiyetler vardır ki, aslında onların her biri ebedî saadetin birer vesilesidir. Meselâ, insanı nefisle mücadeleye alıştıran, kalbî ve ruhî hayata yükselten, onu uhrevîleştiren ve ahirete ehil hale getiren ibadetler çok küçük bir meşakkat taşısalar bile aynı zamanda insana çok büyük mükafat kazandırırlar. Dolayısıyla, insanların dünyevî ve uhrevî saadeti için vaz’ edilen bu mükellefiyetler birer külfet olarak görülemez. Bunlara dense dense “izafî külfetler” denir. (09.40)
-Bazı yerlerde ve bir kısım şartlar altında dini yaşamak çok zor olabilir; fakat, o asla “yaşanamaz” değildir. Hakiki mü’minler, her türlü şartlar altında dinlerini yaşamanın bir yolunu mutlaka bulurlar. (12.33)
-Var mısınız ibadetleri değişmeye?!. Siz o zor şartlarda kıldığınız namazları bana verin, ben de beş vaktin yanına kırk da ilave yaptığım namazlarımı size vereyim!.. (17.17)
-Siz hiç abdest hesabı yaptınız mı? “Hesaplı namaz” nasıldır bilir misiniz? (18.40)
[/INDENT]Soru: 2) Bir hadis-i şerifte, ağır şartlar altında dahi zahmetine katlanıp eksiksiz abdest almak, mescidle ev arasında gidip gelip çok yol yürümek ve bir namazdan sonra diğer bir namazı beklemeye koyulmak günahlardan temizlenmeye ve derece derece yükselmeye vesile olarak zikrediliyor. Bu hususları da -az önce zikrettiğiniz- “hesaplı namaz” çerçevesinde değerlendirebilir miyiz?
[INDENT]-Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bu hadis-i şerifte abdest almayı “isbağ” kelimesiyle ifade etmiştir ki, bu kelime, abdestin gereklerini eksiksiz ve tastamam yerine getirmek, ağıza ve buruna dolu dolu su vermek, elleri ve ayakları iyice yıkamak demektir. Hadiste kullanılan diğer bir ifade de “ale’l-mekârih” sözüdür; bu da, bütün zorluklarına rağmen, soğuk-sıcak demeden suyun başına koşup tastamam abdest almak manasını ihtiva etmektedir. (22.27)
-Şartlar ne olursa olsun abdest alma meselesi ve arz ettiğim bu nebevî söz bana hep Erzurum’un kışında, her yanı donmuş şadırvanın başında, buz tutmuş kurnalardan akan sopsoğuk suyla abdest alan insanları hatırlatır. O namaz yolcularının, insanın içine işleyen uhrevî halleri bugünkü gibi gözümün önüne gelir. Her tavır ve davranışlarından Cenâb-ı Hakk’a tam inanmışlık dökülen ve O’na ait gizli bir kısım fısıltılar duyulan bu samimi kulların iç çekişlerinin su çağıltılarına karışıp Allah’a yükselişi hatıralarımda hâlâ capcanlıdır. (22.53)
-Veda tavafı ve Kabe’den ayrılışın hüznü… (25.00)
-Dinin ve milletin başına gelmesi muhtemel tehlikelere karşı hudut boylarında nöbet beklemenin ve hasım güçlerin toplum yapısında açtığı gedikleri tıkamak için gayret göstermenin adı olan “ribât” kelimesi, zikredilen hadis-i şerifte hangi manaları ihtiva etmektedir? (27.15)
-Çoğunlukla zor şartlar altında bulunan kimseler, ibadet ü taate imkan buldukları anlarda geçmişi telafi edercesine ve var güçleriyle kendilerini kulluğa vermelidirler. (29.00)
-İbadet ü taatteki kusurlarımızı, yaptığımız hizmetlerle kapatamayız. Unutmamalıyız ki, hizmetlerimizin kıymeti de Allah’la münasebetlerimizdeki derinliğe vabestedir. (31.00)"alıntı
[/INDENT]
[INDENT]-Dinde asla zorluk yoktur; İslam “yüsr” (kolaylık) üzere vaz’ edilmiştir. Fıtratları ve karakterleri gözetmeden, onu şiddetlendiren ve ağırlaştıran, dinin ruhuna zıt bir iş yapmış olur. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, “Bu din kolaydır. Hiç kimse kaldıramayacağı mükellefiyetlerin altına girerek onu zorlaştırmasın; (insan ne yaparsa yapsın yine de mutlaka bir kısım eksik ve kusurları vardır ve) galibiyet dinde kalır.” mealindeki hadis-i şerifiyle bu hakikate dikkat çekmiştir. (01.05)
-Hazreti Ali ve Osman bin Maz’un gibi bazı sahabe efendilerimiz, dünyevî duygulardan bütünüyle sıyrılmak, mâsivâyı zihinlerinden tamamen atmak, kalblerini sadece Sultan’a ait bir saray haline getirmek, kendilerini iyice ibadete vermek ve vakitlerinin hepsini Allah’a kullukta geçirebilmek gayesiyle hadımlaşmak isteyince, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz “Allah’ı en iyi bileniniz ve O’ndan en çok korkanınız benim. Bununla beraber, ben ibadet ediyorum ama hanımlarımın hakkını da gözetiyorum. Gece ibadetimi yapıyorum fakat istirahat de ediyorum. Bazı günler oruç tutuyor, diğer günleri ise oruçsuz geçiriyorum. Bu, benim yolumdur. Kim benim yolumdan yüz çevirirse, o benden değildir” demiş ve getirdiği dinde ruhbanlık olmadığını beyan buyurmuştur. (02.08)
-Peygamber Efendimiz’in (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) getirdiği din, bir hanifiye-i semhâdır; yani, herkesin rahatlıkla yaşayıp, kolayca tatbik edebileceği bir sistemdir ve objektif prensipleriyle tam bir denge unsurudur. İslâm, sadece belli bir grup için değildir; onun mesajı herkesedir. İslâm’da “teklif-i mâlâyütak”, yani insanlara güç yetiremeyeceği sorumlulukları yükleme söz konusu değildir; o herkesin biraz gayret ederek altından kalkabileceği emirlerle gelmiş olan ve ruhunda müsamaha bulunan bir nizamdır. “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin!” hadis-i şerifi gereğince, her zaman dinin özündeki bu kolaylık nazara verilmelidir. (05.36)
-Kulluğa ait mükelefiyetler, okula giden bir öğrencinin yapması gereken vazifelere de benzetilebilir. Nasıl, eğitim çemberinden geçme ve belli bir kıvama erme o talebede bir liyakat metamorfozu meydana getiriyorsa, bir kul da ibadetler sayesinde o metamorfozu yaşamalıdır ki ahirete bir farklılık içinde gitsin ve ötelerin leziz meyvelerine erişsin. (07.15)
-Dinin emirleri arasında nice zor görülen mükellefiyetler vardır ki, aslında onların her biri ebedî saadetin birer vesilesidir. Meselâ, insanı nefisle mücadeleye alıştıran, kalbî ve ruhî hayata yükselten, onu uhrevîleştiren ve ahirete ehil hale getiren ibadetler çok küçük bir meşakkat taşısalar bile aynı zamanda insana çok büyük mükafat kazandırırlar. Dolayısıyla, insanların dünyevî ve uhrevî saadeti için vaz’ edilen bu mükellefiyetler birer külfet olarak görülemez. Bunlara dense dense “izafî külfetler” denir. (09.40)
-Bazı yerlerde ve bir kısım şartlar altında dini yaşamak çok zor olabilir; fakat, o asla “yaşanamaz” değildir. Hakiki mü’minler, her türlü şartlar altında dinlerini yaşamanın bir yolunu mutlaka bulurlar. (12.33)
-Var mısınız ibadetleri değişmeye?!. Siz o zor şartlarda kıldığınız namazları bana verin, ben de beş vaktin yanına kırk da ilave yaptığım namazlarımı size vereyim!.. (17.17)
-Siz hiç abdest hesabı yaptınız mı? “Hesaplı namaz” nasıldır bilir misiniz? (18.40)
[/INDENT]Soru: 2) Bir hadis-i şerifte, ağır şartlar altında dahi zahmetine katlanıp eksiksiz abdest almak, mescidle ev arasında gidip gelip çok yol yürümek ve bir namazdan sonra diğer bir namazı beklemeye koyulmak günahlardan temizlenmeye ve derece derece yükselmeye vesile olarak zikrediliyor. Bu hususları da -az önce zikrettiğiniz- “hesaplı namaz” çerçevesinde değerlendirebilir miyiz?
[INDENT]-Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bu hadis-i şerifte abdest almayı “isbağ” kelimesiyle ifade etmiştir ki, bu kelime, abdestin gereklerini eksiksiz ve tastamam yerine getirmek, ağıza ve buruna dolu dolu su vermek, elleri ve ayakları iyice yıkamak demektir. Hadiste kullanılan diğer bir ifade de “ale’l-mekârih” sözüdür; bu da, bütün zorluklarına rağmen, soğuk-sıcak demeden suyun başına koşup tastamam abdest almak manasını ihtiva etmektedir. (22.27)
-Şartlar ne olursa olsun abdest alma meselesi ve arz ettiğim bu nebevî söz bana hep Erzurum’un kışında, her yanı donmuş şadırvanın başında, buz tutmuş kurnalardan akan sopsoğuk suyla abdest alan insanları hatırlatır. O namaz yolcularının, insanın içine işleyen uhrevî halleri bugünkü gibi gözümün önüne gelir. Her tavır ve davranışlarından Cenâb-ı Hakk’a tam inanmışlık dökülen ve O’na ait gizli bir kısım fısıltılar duyulan bu samimi kulların iç çekişlerinin su çağıltılarına karışıp Allah’a yükselişi hatıralarımda hâlâ capcanlıdır. (22.53)
-Veda tavafı ve Kabe’den ayrılışın hüznü… (25.00)
-Dinin ve milletin başına gelmesi muhtemel tehlikelere karşı hudut boylarında nöbet beklemenin ve hasım güçlerin toplum yapısında açtığı gedikleri tıkamak için gayret göstermenin adı olan “ribât” kelimesi, zikredilen hadis-i şerifte hangi manaları ihtiva etmektedir? (27.15)
-Çoğunlukla zor şartlar altında bulunan kimseler, ibadet ü taate imkan buldukları anlarda geçmişi telafi edercesine ve var güçleriyle kendilerini kulluğa vermelidirler. (29.00)
-İbadet ü taatteki kusurlarımızı, yaptığımız hizmetlerle kapatamayız. Unutmamalıyız ki, hizmetlerimizin kıymeti de Allah’la münasebetlerimizdeki derinliğe vabestedir. (31.00)"alıntı
[/INDENT]