Bir Leyla düşlemesidir aşk.
Yanmaktır bir gülün kırmızısında, türküler yakmaktır sevgiliye.
Gün batımlarında tutulan sevdaları gün doğumlarında aramanın adıdır aşk.
Seherlerde bülbülün yanık nağmelerinde gül hasreti çekmektir; güle rengini veren, yüreğini veren bülbül olmaktır aşk.
Ve biz şimdi büyüsü kaybolmuş zamanlarda
aşkın peşine düştük.
Pazar pazar gezinen Zeliha olduk aşkımıza bir Yusuf bulmak için.
Yusuf, esrarını gizleyen ebedi iffetti.
Mecnun'a özendik sevdamızı bir Leyla'ya yüklemek için.
Leyla bir ışıktı, ab-ı hayattı aşkı filizlendiren.
Ferhat olup Şirin'ler hatırına gönül kazmasını yamaç yüreklere vurmak istedik.
Şirin, gönül aynasında aşkı büyüten bir suretti.
Bitmeyen özlemler büyütüyoruz bağrımızda.
Leyla'ya, Şirin'e, Aslı'ya adadığımız yüreklerimiz vardır. Suretten öte aradığımız bir yâr vardır.
Yârin adıyla yana yana bilinsin istediğimiz adlarımız vardır.
"Aşk" ile "ilgi duyma"nın karıştırıldığı bir dönemde yaşıyoruz.
Artık güllerimiz Leyla kokmuyor, sevda kokmuyor.
Aşkın ilk basamağına dahi çıkamadık.
Tutkulara takılıp kaldık.
Dergâha gelen delikanlıya şeyhin "Sen git, âşık ol da gel, aşkı bil de gel!" dediği kadar dahi olsa,
yüreklerimize işleyemedik aşk nakışını.
Gönül toprağına atamadık aşk tohumunu.
Nadasa bırakılmış yüreklerimize bir Leyla tohumu düşmedi.
Biz ölümsüz ve günahsız aşklara değil, günübirlik sevdalara takılıp kaldık.
Cismaniyetin ağında ateş böceklerini yıldız sayanlar gibi, tutkuları aşk sandık.
Talihsiz yanılgılarla yanlış ateşlerde yandı ruhumuz.
Sonu "kaf"la biten, "aşk"ta kalb vardır.
Kaf, kalbidir aşkın. Aşkın kalbini çıkarıp aldığınızda geriye "aş" (k) kalır, ceset kalır, madde kalır.
Mecnun'un aşkına özenip de yürüdüğümüz yollar, çöl değil. Oysa aşk, çölde haz verir insana.
Kalb, çöl yanmışlığında kanıyorsa aşk vardır.
Aşk, yanmışlıkla daha bir lezzet verir aşığa.
Susuzluktan çatlayan dudaklardan dökülen Leyla adı, cânân adı, can verir ölür ruhlara. Çölde ceylanların sürmeli gözlerinde Leyla'yı görenler, aşka uyanır seherlerde.
Ve aşkın büyüsü örülür seherlerde.
Toprak öperken alınlarımızdan, aslında Leyla'dır buseler konduran.
Bizim seherlerimizde ceylanlar yok artık.
Biz seherlerimizi uykulara feda ettik, göremiyoruz Leyla bakışlı ceylanları.
Üstümüze güneşler doğar oldu.
Geceler boyu yıldızlarla söyleşip de
onlara elveda diyemedik gün doğumlarında.
Biz, ceylanların gözlerini öpemedik, bu gözler Leyla'nın gözlerine benziyor diye.
Uykulara feda ettiğimiz seherlere ağlayamadık.
Leylasızlığa akmadı göz yaşlarımız.
Biz sevemedik yaratılanı Yaratan'dan ötürü.
Yunus mektebinde diz çöküp okuyamadık aşk kitabını.
Oysa, varlığın özünde sevda hamuru vardı.
O hamuru besleyen aşkın pişmanlık gözyaşı vardı.
Adem ile Havva'dan dökülen.
Şimdi ezeli pişmanlıklara değil, günübirlik sancılara akar oldu gözyaşlarımız.
En sevgiliye iltifatlar vardı sevgililer sevgilisinden, "Ben sana âşık olmuşam ey şerif!" hitabının tatlı sıcaklığı vardı. "Levlake..." hitabıyla başlayan bin bir renkte iltifatlar vardı. Âşık ile mâşÃ»kun ezelde yazılı, göklerde yan yana asılı adı vardı.
Aşk medeniyetinin sevda pazarında, gönlümüzü bir Leyla'ya, [SIZE=5]son Leyla'ya, EN Leyla'ya sunmanın hesabındayız.
Yere göğe sığmayan Sevgililer Sevgilisini gönül Kâbe'sinde misafir etmenin telaşındayız.
Misafirlikler bir olmak içindir, tek olmak içindir.
Tıpkı kapısına gelen âşıkına seslenen sevgilinin tek olma hayali gibi.
"Kimsin?" diye seslenir kapısını çalana. Aşka tutulan âşık "benim" der. Ve tekrar seslenir sevgili.
"Burada iki kişiye yer yok.
Gönlüm teki arzular."
Tekrar kapının tokmağına dokunan ve ısrarından vazgeçmeyen âşık, benlik libasından sıyrılır. "Sen'im" der. Vahdete adım atar, bırakır ikiliği, küfrü bırakır, çokluğu bırakır.
Sevdiğinde fânî olur.
Aşkın bekâsını bulur.
Ebedî aşkı arzulayanlar, sevdiğinde fânî olup ölümsüzlüğe kucak açanlardır.
Ve sevenlerin dilinde sevilenlerin adı bayraklaşır.
Dillerde hep Leyla kitabı okunur. Kulağa gelen her nağmede Leyla, esen her rüzgârda Leyla... Buram buram hep Leyla... Kuşların ötüşünde, güllerin kan kırmızı kıvrımlarında, göğün mavisinde, ağacın yeşilinde hep Leyla vardır.
Yağmur damlaları vuslata koşar, düşer toprağa.
Toprak, Leyla'sıdır yağmurun; toprağın Leyla'sı yağmur...
Mecnun'a adını sorarlar, Leyla der. Geldiği yeri sorarlar, gideceği yeri sorarlar yine Leyla,
hep Leyla der.
Hep aşk...
Gönlünü Leyla'ya kaptırmışların şafaklarında, güneşin ışıldayan çehresinde gamzeli tebessümler saklıdır.
Dağların doruklarında hiç kaybolmayan beyazlıklar, Leyla'nın yüreğe serinlikler bahşeden sevdasıdır.
Aşk, kar beyazı vefalar saklar bağrında.
Yüreğine yasak koyanlar, vefalara bezenmiş aşklarında ölümsüzlüğün kapılarını aralar.
Gecenin mavi karanlığında yıldızlardan taç yapan âşıklar.
Leyla durağında sevda yağmurlarıyla ıslanırlar.
"Cennet gözlüm" dediğimiz ve yarım kalmış yanımızı tamamlayan sevgiliyi alıp da yanımıza...
"Sen ey cenneti müjdeleyen Sevgili, Sevgilim!" deyip düşüp de peşine, tutunup da eteğine aradık mı hiç gecenin ve gündüzün Leylasını?
Sevdanın ve Leyla'nın aşkına kaç gün doğumlarını sancıyla yaşadık?
Gün batımlarında kaybettiğimiz Leyla'yı bir gülün kırmızısında bir bülbülün feryadında aradık mı hiç?
Leyla'dan başkasını görmez oldu mu gözlerimiz?
Yanıklığıyla ve ceylanlarıyla kendisini aşka çağıran çöldedir Mecnun.
Dolaşır bir baştan bir başa.
Yüreğinden aşka ırmaklar akar çöl kumlarında.
Gönlünü avutur.
Dolaştığı günlerden bir gün... Fark edemez namaz kılan bir dervişin önünden geçtiğini. Leyla'dan başkasını görmeye yasaklı gözleriyle göremez, namaz kılan dervişi. Namaz biter. Kırk yıllık bekleyiş yükünü bilen derviş kızar Mecnun'a. Özür kuşanmış kelimelerin ardından, paslı vicdanlara bir hançer gibi, saplanan sözler dökülür Leyla kitabı okuyan dudaklardan. "Kusura bakma derviş baba, ben Leyla'nın aşkından seni göremedim.
Ya sen, huzurunda bulunduğun Mevla'nın aşkından beni nasıl gördün?"
Aşk yanılgısıyla avunan yürekler sıtmaya tutulur.
Yeni bir sevdanın, ezelî ve ebedî Leyla'nın eşiğinde aşka uyanır canlar, Leyla'ya uyanır.
Vuslat kokan düşler Leyla'ya uzanır.
alıntı[/SIZE]
Yanmaktır bir gülün kırmızısında, türküler yakmaktır sevgiliye.
Gün batımlarında tutulan sevdaları gün doğumlarında aramanın adıdır aşk.
Seherlerde bülbülün yanık nağmelerinde gül hasreti çekmektir; güle rengini veren, yüreğini veren bülbül olmaktır aşk.
Ve biz şimdi büyüsü kaybolmuş zamanlarda
aşkın peşine düştük.
Pazar pazar gezinen Zeliha olduk aşkımıza bir Yusuf bulmak için.
Yusuf, esrarını gizleyen ebedi iffetti.
Mecnun'a özendik sevdamızı bir Leyla'ya yüklemek için.
Leyla bir ışıktı, ab-ı hayattı aşkı filizlendiren.
Ferhat olup Şirin'ler hatırına gönül kazmasını yamaç yüreklere vurmak istedik.
Şirin, gönül aynasında aşkı büyüten bir suretti.
Bitmeyen özlemler büyütüyoruz bağrımızda.
Leyla'ya, Şirin'e, Aslı'ya adadığımız yüreklerimiz vardır. Suretten öte aradığımız bir yâr vardır.
Yârin adıyla yana yana bilinsin istediğimiz adlarımız vardır.
"Aşk" ile "ilgi duyma"nın karıştırıldığı bir dönemde yaşıyoruz.
Artık güllerimiz Leyla kokmuyor, sevda kokmuyor.
Aşkın ilk basamağına dahi çıkamadık.
Tutkulara takılıp kaldık.
Dergâha gelen delikanlıya şeyhin "Sen git, âşık ol da gel, aşkı bil de gel!" dediği kadar dahi olsa,
yüreklerimize işleyemedik aşk nakışını.
Gönül toprağına atamadık aşk tohumunu.
Nadasa bırakılmış yüreklerimize bir Leyla tohumu düşmedi.
Biz ölümsüz ve günahsız aşklara değil, günübirlik sevdalara takılıp kaldık.
Cismaniyetin ağında ateş böceklerini yıldız sayanlar gibi, tutkuları aşk sandık.
Talihsiz yanılgılarla yanlış ateşlerde yandı ruhumuz.
Sonu "kaf"la biten, "aşk"ta kalb vardır.
Kaf, kalbidir aşkın. Aşkın kalbini çıkarıp aldığınızda geriye "aş" (k) kalır, ceset kalır, madde kalır.
Mecnun'un aşkına özenip de yürüdüğümüz yollar, çöl değil. Oysa aşk, çölde haz verir insana.
Kalb, çöl yanmışlığında kanıyorsa aşk vardır.
Aşk, yanmışlıkla daha bir lezzet verir aşığa.
Susuzluktan çatlayan dudaklardan dökülen Leyla adı, cânân adı, can verir ölür ruhlara. Çölde ceylanların sürmeli gözlerinde Leyla'yı görenler, aşka uyanır seherlerde.
Ve aşkın büyüsü örülür seherlerde.
Toprak öperken alınlarımızdan, aslında Leyla'dır buseler konduran.
Bizim seherlerimizde ceylanlar yok artık.
Biz seherlerimizi uykulara feda ettik, göremiyoruz Leyla bakışlı ceylanları.
Üstümüze güneşler doğar oldu.
Geceler boyu yıldızlarla söyleşip de
onlara elveda diyemedik gün doğumlarında.
Biz, ceylanların gözlerini öpemedik, bu gözler Leyla'nın gözlerine benziyor diye.
Uykulara feda ettiğimiz seherlere ağlayamadık.
Leylasızlığa akmadı göz yaşlarımız.
Biz sevemedik yaratılanı Yaratan'dan ötürü.
Yunus mektebinde diz çöküp okuyamadık aşk kitabını.
Oysa, varlığın özünde sevda hamuru vardı.
O hamuru besleyen aşkın pişmanlık gözyaşı vardı.
Adem ile Havva'dan dökülen.
Şimdi ezeli pişmanlıklara değil, günübirlik sancılara akar oldu gözyaşlarımız.
En sevgiliye iltifatlar vardı sevgililer sevgilisinden, "Ben sana âşık olmuşam ey şerif!" hitabının tatlı sıcaklığı vardı. "Levlake..." hitabıyla başlayan bin bir renkte iltifatlar vardı. Âşık ile mâşÃ»kun ezelde yazılı, göklerde yan yana asılı adı vardı.
Aşk medeniyetinin sevda pazarında, gönlümüzü bir Leyla'ya, [SIZE=5]son Leyla'ya, EN Leyla'ya sunmanın hesabındayız.
Yere göğe sığmayan Sevgililer Sevgilisini gönül Kâbe'sinde misafir etmenin telaşındayız.
Misafirlikler bir olmak içindir, tek olmak içindir.
Tıpkı kapısına gelen âşıkına seslenen sevgilinin tek olma hayali gibi.
"Kimsin?" diye seslenir kapısını çalana. Aşka tutulan âşık "benim" der. Ve tekrar seslenir sevgili.
"Burada iki kişiye yer yok.
Gönlüm teki arzular."
Tekrar kapının tokmağına dokunan ve ısrarından vazgeçmeyen âşık, benlik libasından sıyrılır. "Sen'im" der. Vahdete adım atar, bırakır ikiliği, küfrü bırakır, çokluğu bırakır.
Sevdiğinde fânî olur.
Aşkın bekâsını bulur.
Ebedî aşkı arzulayanlar, sevdiğinde fânî olup ölümsüzlüğe kucak açanlardır.
Ve sevenlerin dilinde sevilenlerin adı bayraklaşır.
Dillerde hep Leyla kitabı okunur. Kulağa gelen her nağmede Leyla, esen her rüzgârda Leyla... Buram buram hep Leyla... Kuşların ötüşünde, güllerin kan kırmızı kıvrımlarında, göğün mavisinde, ağacın yeşilinde hep Leyla vardır.
Yağmur damlaları vuslata koşar, düşer toprağa.
Toprak, Leyla'sıdır yağmurun; toprağın Leyla'sı yağmur...
Mecnun'a adını sorarlar, Leyla der. Geldiği yeri sorarlar, gideceği yeri sorarlar yine Leyla,
hep Leyla der.
Hep aşk...
Gönlünü Leyla'ya kaptırmışların şafaklarında, güneşin ışıldayan çehresinde gamzeli tebessümler saklıdır.
Dağların doruklarında hiç kaybolmayan beyazlıklar, Leyla'nın yüreğe serinlikler bahşeden sevdasıdır.
Aşk, kar beyazı vefalar saklar bağrında.
Yüreğine yasak koyanlar, vefalara bezenmiş aşklarında ölümsüzlüğün kapılarını aralar.
Gecenin mavi karanlığında yıldızlardan taç yapan âşıklar.
Leyla durağında sevda yağmurlarıyla ıslanırlar.
"Cennet gözlüm" dediğimiz ve yarım kalmış yanımızı tamamlayan sevgiliyi alıp da yanımıza...
"Sen ey cenneti müjdeleyen Sevgili, Sevgilim!" deyip düşüp de peşine, tutunup da eteğine aradık mı hiç gecenin ve gündüzün Leylasını?
Sevdanın ve Leyla'nın aşkına kaç gün doğumlarını sancıyla yaşadık?
Gün batımlarında kaybettiğimiz Leyla'yı bir gülün kırmızısında bir bülbülün feryadında aradık mı hiç?
Leyla'dan başkasını görmez oldu mu gözlerimiz?
Yanıklığıyla ve ceylanlarıyla kendisini aşka çağıran çöldedir Mecnun.
Dolaşır bir baştan bir başa.
Yüreğinden aşka ırmaklar akar çöl kumlarında.
Gönlünü avutur.
Dolaştığı günlerden bir gün... Fark edemez namaz kılan bir dervişin önünden geçtiğini. Leyla'dan başkasını görmeye yasaklı gözleriyle göremez, namaz kılan dervişi. Namaz biter. Kırk yıllık bekleyiş yükünü bilen derviş kızar Mecnun'a. Özür kuşanmış kelimelerin ardından, paslı vicdanlara bir hançer gibi, saplanan sözler dökülür Leyla kitabı okuyan dudaklardan. "Kusura bakma derviş baba, ben Leyla'nın aşkından seni göremedim.
Ya sen, huzurunda bulunduğun Mevla'nın aşkından beni nasıl gördün?"
Aşk yanılgısıyla avunan yürekler sıtmaya tutulur.
Yeni bir sevdanın, ezelî ve ebedî Leyla'nın eşiğinde aşka uyanır canlar, Leyla'ya uyanır.
Vuslat kokan düşler Leyla'ya uzanır.
alıntı[/SIZE]