Sevda muştuları getiren ben ve kederin kara habercisi. Kaderimle bir türlü kesişmeyen kaderine SİYAHLAR giydirmişken; SİYAHI sevdiğini bilseydim, damatırdım bütün hüzünlerimi.
Yokluğunun sitemkârı karanlık uykusuzluğumun üstüne, gece denen örtüyü çekerken, bilsem ki en sevdiğin renk SİYAHTIR, sitemini sustururdum uykularımın.
SİYAHI sevdiğini bilseydim, sevdamın hasar raporunu SİYAH kalemle düşmezdim BEYAZ sayfalara. Aşk ilminin, nice ilimlerden üstün olduğunu fehmettiğim günden beri, yârin sevdiğini bilmek ilminin büyüklüğüne de vâkıfım. Bildiğimin kibri değil, bilmediğimi bilmenin mahcubiyetiyle..
Ben sana "SEVDAMSIN" dedim ya sevgili. Sevda’nın Acem dilinde "KARA" demek olduğunu bile bile söyledimse, aşkın bir sezgi olduğunun da ispatını yaparak ispat ediyorum sana aşkımı.
Bir zeytin tanesine bakıp, Aşk-ı Siyah risalesi yazmaya kalkışan deli gönül hikayesini bilir misin? Ya da KARA tahtalara BEYAZ tebeşirle yazdığı sevda şiirlerini, karalığına helal getirdi diye silen meczup kızın öyküsünü...
Sen SİYAHI seversin, ben KIRMIZIYI. Yani biz seninle bir UÄžURBÖCEÄžİ'NİN kanatları gibiyiz. Annesi babası sandıkta, biz ise karanlıktayız, karalar içinde. Hadi gül de aydınlat artık bizi sevgili. Öyle aydınlat ki, birden aydınlanan gözlerimize düşen karanlıklardan, yine sana açayım gözlerimi. Hani UÄžURBÖCEÄžİNİN kanatları ayrılmaz ya..
Ve sen ey mürekkebimin karası, mektuplarımın ucu tutuşturulmuş zifiri külleri, denizin dibindeki nadir SİYAH inciler, gurbetin rezmi kara tren, cümle SİYAH kuşlar, toprak, yağmur bulutu, ay tutulması, sobadaki kömür, taşplağın döndüğü eski gramafon, güzel ceylan gözleri ve sen ey süveydâ..
Yar siyah severmiş, bilmeyip matemimi..