Ne keyifle okuduğum şiirler ezberimde, ne de bağıra çağıra
söylediğim şarkıların sözleri. Dalgın gözlerle yürüdüğüm caddelerde
kayboluyorum.
Sonsuz bir inatla sarıldığım radyodan gelen o harika melodilerin de
tadı yok? Peki ya o yağmurda iliklerime kadar ıslanmalarımı kim çaldı
benden? Bilmiyorum!
Susuyorum artik... Sustukça susuyorum. Sustukça, üzerime gelen
insanlardan kurtarmak için ruhumu, suskunluğuma sarılıyorum. Ama yine de
saplanıyor yüreğime bazı kelimeler. Bazıları da acıtıyor üstelik…
Sessiz geceler benim için sığınılan bir liman sanki. Kendimi bulup
bulup kaybettiğim karanlıkta, söyle bir uğradığım kelime hazinem de bir
anlam ifade etmiyor. Düşünüyorum da bu güne kadar hep; gibi yazmışım, gibi
okumuşum, gibi söylemişim ve en önemlisi; gibi sevmişim...
Elbette hiçbir şey, ben ol deyince olmaz. Bunu biliyorum ama zaman
da geçiyor hızla. Tükenmez sandığım bütün sözler bitiyor ve ben de yavaş
yavaş tükeniyorum... Onca yıldan sonra; hayata dair ne kaldı ki elimde?
Kocaman bir hiç! Öyleyse neden bunca caba, neye bunca isyan?
Öyle anlamsız ki yasadığım hayat. Her şey az sonra gerçekleşecekmiş
gibi duruyor, elimi uzatıyorum tutmak için, kayboluyor. Benim dışımda
kopuyor bütün kıyametler ve ben kendime uyan bir kıyamet beğenmiyorum…
Kalbime bir kursun sıkacak gönüllü katilimi arıyorum ya da yüreğime
su serpecek elin sahibini... Toprağa ateşi düşürecek, denizi yakamozlarla
süsleyecek sesin sahibini… Artik basit şeyler bekliyorum yasamdan. Örneğin,
kimselerin bilmediği sırlarım olmalı olurken... Kimselerin gitmediği
sokaklarım olmalı... İçimi kanatan özlemlerle yaslanıp, sonra da sessizce
gitmeliyim bu dünyadan.
İşte yine susuyorum; siyah bir geceye donuyor her anım ve okuduğum
her şiir kanatıyor yaralarımı. İçimdeki çocuk ölüyor... Yalancı
gülümseyişlerle beni ciddiyete çağıran insanları da önemsemiyorum. Elimden
kayıp gidenlerden korkmadığımı bilmiyor ki hiç biri…
söylediğim şarkıların sözleri. Dalgın gözlerle yürüdüğüm caddelerde
kayboluyorum.
Sonsuz bir inatla sarıldığım radyodan gelen o harika melodilerin de
tadı yok? Peki ya o yağmurda iliklerime kadar ıslanmalarımı kim çaldı
benden? Bilmiyorum!
Susuyorum artik... Sustukça susuyorum. Sustukça, üzerime gelen
insanlardan kurtarmak için ruhumu, suskunluğuma sarılıyorum. Ama yine de
saplanıyor yüreğime bazı kelimeler. Bazıları da acıtıyor üstelik…
Sessiz geceler benim için sığınılan bir liman sanki. Kendimi bulup
bulup kaybettiğim karanlıkta, söyle bir uğradığım kelime hazinem de bir
anlam ifade etmiyor. Düşünüyorum da bu güne kadar hep; gibi yazmışım, gibi
okumuşum, gibi söylemişim ve en önemlisi; gibi sevmişim...
Elbette hiçbir şey, ben ol deyince olmaz. Bunu biliyorum ama zaman
da geçiyor hızla. Tükenmez sandığım bütün sözler bitiyor ve ben de yavaş
yavaş tükeniyorum... Onca yıldan sonra; hayata dair ne kaldı ki elimde?
Kocaman bir hiç! Öyleyse neden bunca caba, neye bunca isyan?
Öyle anlamsız ki yasadığım hayat. Her şey az sonra gerçekleşecekmiş
gibi duruyor, elimi uzatıyorum tutmak için, kayboluyor. Benim dışımda
kopuyor bütün kıyametler ve ben kendime uyan bir kıyamet beğenmiyorum…
Kalbime bir kursun sıkacak gönüllü katilimi arıyorum ya da yüreğime
su serpecek elin sahibini... Toprağa ateşi düşürecek, denizi yakamozlarla
süsleyecek sesin sahibini… Artik basit şeyler bekliyorum yasamdan. Örneğin,
kimselerin bilmediği sırlarım olmalı olurken... Kimselerin gitmediği
sokaklarım olmalı... İçimi kanatan özlemlerle yaslanıp, sonra da sessizce
gitmeliyim bu dünyadan.
İşte yine susuyorum; siyah bir geceye donuyor her anım ve okuduğum
her şiir kanatıyor yaralarımı. İçimdeki çocuk ölüyor... Yalancı
gülümseyişlerle beni ciddiyete çağıran insanları da önemsemiyorum. Elimden
kayıp gidenlerden korkmadığımı bilmiyor ki hiç biri…