Dudaklarının Şefkatine Sığınmış Bir İzmaritim
" Yokluğuna inat,
Dudaklarının şefkatina sığınmış bir izmarit olmayı
Yüreğimde ödül bildiğim canıma ve ölümsüz sevdama....."
Yokluğunun ayazında gülüşlerini üzerime bir çarşaf misali örttüğüm gecenin en karanlık zamanında yazıyorum bu satırları sana. Bu mektubun her satırına hasretinin dayanılmaz acısını ilmekleyip seni arıyorum yüreğimin nurlu tepelerinde. Sensizliğe uzanıp koynuma sen diye sabır taşlarını alıyorum. Yokluğuna inat varlığının huzuruyla seni " sana " yazıyorum.
Satırlarımdaki umutsuz çığlıklara bakıp sana sitem ettiğimi düşünme sakın sevgili. Bana umutsuz olmamayı, bir yudum sevgiyle yetinip hayatı solumayı öğreten sen değil miydin ? Aldırma sen. Yokluğunda canım sıkılıyor işte. Pes etmeler bize göre değil yılmakta öyle.. Lakin yüreğini " yüreğim " bilmesem, çoktan unutulduğumu düşüneceğim. Off yalnızlık ve sen..Sessizliğin içinde yavaç yavaş eriyorum. Gitmez diyorum, bu kadar sevmişken gidemez diyorum. Bu sevda ölümsüzdü, gidemezdin işte..
Uzaklardasın şimdilerde. Geldiğinde yokluğuna inat yıldızların avuçlarında gezineceğiz seninle. Gürül gürül akan derenin başına geçip yetim kelebeklerin tozlu kanatlarını yıkacağız. Bir an bile durmayacağız. Hasrette biriktirdiğimiz gözyaşlarımızın nehir yataklarını ezip en sonunda ulaştığı sarı denizlerde kağıttan gemilerimizle vuslata yol alacağız seninle..
Bana ve yüreğime geldiğinde, şehrimin sabah ezanları göğe yükseliyor olmalı. Koca şehir uyurken biz seninle ayakta olmalıydık. Köhne binaların ardına gizlenmiş mahalle fırınına uğrayıp yeni çıkmış taze simitlerin en sıcağını ve susamı en bol olanı almalıydık seninle. Yeşil çimenlerin üzerinde bir simiti yüreklerimizle paylaşmanın tarif edilmez hazzını ve lezzetini yaşamalıydık. Avuçlarımızda birikmiş susamları aşkımıza şahitlik eden kuşlara verip onları uzaktan izlemenin verdiği huzurla güneşin doğuşuna tanıklık etmeliydik seninle..
Gelecektin, biliyorum. Saçlarına baharları, gözlerine yıldızları doldurup dönecektin. Zaman geçiyor yokluğun ayazlarında. Düşler kuruyorum sana dair. Utangaç yanaklarından yuvarlanıp senin teninden toprağa yağmayı diliyorum. Zamanı " gözlerinde " durdurup adını oluşturan her harfi Cennetin Kevser ırmağında yıkamayı düşlüyorum...
Ayazların elini kolunu sallayarak gezindiği zemherilerde dudaklarının üşümüşlüğüne bir yudum alevi serebilmek için devasa yangınları sırtlamıştım yüreğimin kamburuna. Hatırladın mı ? Ya da kirpiklerinin ıslaklığına bir avuç güneşi sürebilmek için en mahzun halimle mevsimlerle kavgaya girişmiştim. Hatırladıkça gülümsedim, gülümsedikçe seni aradım nefesimin tek kişilik duraklarında.
Rüzgarın saçlarını usul usul okşayışını, Nisan yağmurlarının kurak çöllerine nazlı nazlı yağışını izledim durdum uzaklardan. Sen farkına bile varamazdın. Kıskanırdım seni. Tenini terinden, gözlerini kirpiklerinden kıskanırdım seni. Kıskanç biri olduğumdan değil sevgili. Söylesene bana sevgili; gece vardiyasından yorgun dönen yıldızların kirpiklerinde dinlendiği o Meleksi yüreğini kim kıskanmaz ki sevgili....
Biliyorum bir yağmur sonrası üzerine gökkuşağını giyinip kurak toprağıma süzüleceksin. Güneşi gözlerine serip soğuk gölgelerime düşeceksin. Lakin gelmesen de korkumuyorum artık. Neden diye sorma sevgili. Ben, sen olmuşken; kendimi yüreğinden hayata ödül diye bırakılan bir nefes bilmişken korkmuyorum gidişini yüreğime söylemeden sevgili. Korkmuyorum yokluğundan. Bir yudum sevginle yaşıyor, dudaklarının şefkatine sığınmış bir izmarit olmuşken korkmuyorum gelmeleri ertelemelerinden sevgili..
" Sendeki " beni " öldürebilirsin lakin bendeki " seni " asla ! "
" Yokluğuna inat,
Dudaklarının şefkatina sığınmış bir izmarit olmayı
Yüreğimde ödül bildiğim canıma ve ölümsüz sevdama....."
Yokluğunun ayazında gülüşlerini üzerime bir çarşaf misali örttüğüm gecenin en karanlık zamanında yazıyorum bu satırları sana. Bu mektubun her satırına hasretinin dayanılmaz acısını ilmekleyip seni arıyorum yüreğimin nurlu tepelerinde. Sensizliğe uzanıp koynuma sen diye sabır taşlarını alıyorum. Yokluğuna inat varlığının huzuruyla seni " sana " yazıyorum.
Satırlarımdaki umutsuz çığlıklara bakıp sana sitem ettiğimi düşünme sakın sevgili. Bana umutsuz olmamayı, bir yudum sevgiyle yetinip hayatı solumayı öğreten sen değil miydin ? Aldırma sen. Yokluğunda canım sıkılıyor işte. Pes etmeler bize göre değil yılmakta öyle.. Lakin yüreğini " yüreğim " bilmesem, çoktan unutulduğumu düşüneceğim. Off yalnızlık ve sen..Sessizliğin içinde yavaç yavaş eriyorum. Gitmez diyorum, bu kadar sevmişken gidemez diyorum. Bu sevda ölümsüzdü, gidemezdin işte..
Uzaklardasın şimdilerde. Geldiğinde yokluğuna inat yıldızların avuçlarında gezineceğiz seninle. Gürül gürül akan derenin başına geçip yetim kelebeklerin tozlu kanatlarını yıkacağız. Bir an bile durmayacağız. Hasrette biriktirdiğimiz gözyaşlarımızın nehir yataklarını ezip en sonunda ulaştığı sarı denizlerde kağıttan gemilerimizle vuslata yol alacağız seninle..
Bana ve yüreğime geldiğinde, şehrimin sabah ezanları göğe yükseliyor olmalı. Koca şehir uyurken biz seninle ayakta olmalıydık. Köhne binaların ardına gizlenmiş mahalle fırınına uğrayıp yeni çıkmış taze simitlerin en sıcağını ve susamı en bol olanı almalıydık seninle. Yeşil çimenlerin üzerinde bir simiti yüreklerimizle paylaşmanın tarif edilmez hazzını ve lezzetini yaşamalıydık. Avuçlarımızda birikmiş susamları aşkımıza şahitlik eden kuşlara verip onları uzaktan izlemenin verdiği huzurla güneşin doğuşuna tanıklık etmeliydik seninle..
Gelecektin, biliyorum. Saçlarına baharları, gözlerine yıldızları doldurup dönecektin. Zaman geçiyor yokluğun ayazlarında. Düşler kuruyorum sana dair. Utangaç yanaklarından yuvarlanıp senin teninden toprağa yağmayı diliyorum. Zamanı " gözlerinde " durdurup adını oluşturan her harfi Cennetin Kevser ırmağında yıkamayı düşlüyorum...
Ayazların elini kolunu sallayarak gezindiği zemherilerde dudaklarının üşümüşlüğüne bir yudum alevi serebilmek için devasa yangınları sırtlamıştım yüreğimin kamburuna. Hatırladın mı ? Ya da kirpiklerinin ıslaklığına bir avuç güneşi sürebilmek için en mahzun halimle mevsimlerle kavgaya girişmiştim. Hatırladıkça gülümsedim, gülümsedikçe seni aradım nefesimin tek kişilik duraklarında.
Rüzgarın saçlarını usul usul okşayışını, Nisan yağmurlarının kurak çöllerine nazlı nazlı yağışını izledim durdum uzaklardan. Sen farkına bile varamazdın. Kıskanırdım seni. Tenini terinden, gözlerini kirpiklerinden kıskanırdım seni. Kıskanç biri olduğumdan değil sevgili. Söylesene bana sevgili; gece vardiyasından yorgun dönen yıldızların kirpiklerinde dinlendiği o Meleksi yüreğini kim kıskanmaz ki sevgili....
Biliyorum bir yağmur sonrası üzerine gökkuşağını giyinip kurak toprağıma süzüleceksin. Güneşi gözlerine serip soğuk gölgelerime düşeceksin. Lakin gelmesen de korkumuyorum artık. Neden diye sorma sevgili. Ben, sen olmuşken; kendimi yüreğinden hayata ödül diye bırakılan bir nefes bilmişken korkmuyorum gidişini yüreğime söylemeden sevgili. Korkmuyorum yokluğundan. Bir yudum sevginle yaşıyor, dudaklarının şefkatine sığınmış bir izmarit olmuşken korkmuyorum gelmeleri ertelemelerinden sevgili..
" Sendeki " beni " öldürebilirsin lakin bendeki " seni " asla ! "