[/url]
Kaç gece geçti yolculuk hüznünde beklerken seni.. Koynumda sıcaklığını kaybetmiş kelimeler saklı. Aralıksız akan zamanın bir yerinde, ansızın takıldım tire tire yokluğuna. Kendi içinde, bir tek kendine yangın acılarımla, aynı müziği dinliyorum… Çizik çizik siyaha bulanmış cümlelerin altında, belki okunursun diye seni çekip bulmaya çalışıyorum. Nafile uyanışlarım, gözlerimizde böylesine yılgın bir geçmiş saklı dururken. Yine de; bir ölünün sesini dinlemek istiyorum… Belki değil; tüm canlılığımla…
Dudakları morarmasın hayatın, saç tellerine dokunduğunda.. Bir ıslaklık hissedelim ama bu hüzün olmasın…
Zamanım saatini sana kurmuş…
Suretinde sessizlik,
gecemde durulmayan sensizlik..
Kimdeyim, nerdeyim...
Bilemiyorum.
Uykusuzluğa çözüldü tüm rüyalarım, birbirine karışan cümlelerimizin sonsuz çığlığında… Orada mıydım? Hani yokuş yukarı yaşanan, nereden gelip nereye gittiğini bazen bilemediğim bakışların yol ağzında? Aşkı karaladığım defterinde büyük bir sarhoşluk hali.. Zaman zamana kilitleyince yazılarımı, aşk da kilitleniyor bu serzenişte… Başlıklara gizlediğim melodinin arkasında, aşka yol vermiş bütün notalar. Hani bazen kelimeler sıkışır ya, nereye atacağını bilemezsin o anda ansızın içinde beliren duygunun ayağına dolaşan sorgusunu… Umutlar apansız, işkence çeke çeke çöker. Sen öyle yılgın, öyle dalga dalga taşırsın üzerine yapışan ağırlığı.. Gün eksilir; gece yoksunlaşır ve karanlığın koynunda bir devir daha kapanır.
Günlerdir içimde biriktirdiğim sessizlikle boğuşuyorum. Kapanan sayfalarını birer birer kanayarak açıyorum okuduğum kitapların. Düşlerimde isyan bayrakları.. Gecede yitirdiğim her gidişe yakın ses tonuna inat, savaşıyorum ‘sana dair’ kabullendiklerimle… Bedenimi uykusuz bırakmak da kar etmiyor; ve biliyor musun ölüm bir tek yoklukla gelmiyor…
İstanbul… Kayıp dizelerimin şehri… Ben sen’de asılı kaldım benliğime. On gecenin ayarsız unutuşuna koydun beni.
Gittin… Gelmek için… Hala neredesin?
Yaralarım derinden fışkırıyor; yüzüm gözüm kan içinde. Gecemde hiç nem kalmadı, kuruyorum…
Çalarak eksiliyoruz en çok...
Çalınıyoruz...
Kimliği belirsiz duyguların sarhoşluğunda, yalnızca tek bir pencerenin geceyi aydınlatmasıyla doyuyoruz...
Bazen bir ses,
bazen kimsesiz bir fısıltı...
Her son’da, daha da bir büyüyor yoksunluğumuzdan devşirdiğimiz
içe hain, dışa can acılarımız...
Sen geldiğinde arınıyordum izlerimden. Köşe başlarında gizlenip gece yarılarına umut bırakıyordum. Soluklanmama izin verirsin sanmıştım; oysa ben senin yorgunluğunda tıkandım… Derin uykulardaydı gözün... Derin bir uyanıklık halinden geçişte buharlaşacak ısılar bekliyordun... Gittiğinde kimse seninle gelmeyecek; sustuğunda senden başkası sızlamayacaktı… Sen dudaklarında tutuyordun; bense yüreğimde tutuyordum tiryakiliğimi..
Kuzeybatı’da, tenini hiç bilmediğim aşka katip adam!
Duy ki; sana bileniyor içimdeki sessizlik..
Bil ki; bilendikçe yaralarımdaki zehri terk ediyorum…
Yarınsız soluklarda, tek dirhem nefese muhtaç olmayacak yüreğim ben geldiğimde.. Duvarlarda siyah sözler tutuyorum. Bir kahve tadında kırk yıl hatırlanacak iklimler… Sesini hapsettim sabah saatlerinin en uykulu anına.. Çocuklar gibi sakladım yorganın altına sana kaçan rengimi, seni yaşayabilmek uğruna…
Dolunay geçti… Mevsim yaza yüz sürüyor… Zaman yine beni İstanbul’dan vurdu; ve yine sohbet sonu gidişinle durdu… Düşürme beni gecenden, sesim sana söyler şarkılarını. Kaybolsam da anlık sus payın olurum… Sen sırtını kalbine ver, ben yürüyüşün olurum…
Simsiyah bir kağıt boşluğunda sallandırıyorum şimdi bu bekleyişi… Sen hala yoksun!! Parmak uçlarımda ağır bir yolculuğun isyanı ve bu isyanı kemiren cümlelerim var. Söyle, kaç yirmi dört saat geçmesi lazım, titreyen dudaklarımı kavuşturmak için ellerinle?
Söyle kaç...?
[url=http://www.duygusuz.com/cikis.php?url=http://img8.imageshack.us/img8/5602/96359056.png]
Zamanın bir yerinde,
bir daha uzanmadan kazıdığım düşlere
ve şöyle bir sarılıp sen dolu şişelere,
koyup başımı omzuna,
ateşe yazı yazacağım.
Şimdilik karanlığa karışıyorum adına yaslanarak...
İstanbul, şiirle beklesin beni..
Koynumda sıcaklığımla geleceğim...
Burcu Yıldızer
Kaç gece geçti yolculuk hüznünde beklerken seni.. Koynumda sıcaklığını kaybetmiş kelimeler saklı. Aralıksız akan zamanın bir yerinde, ansızın takıldım tire tire yokluğuna. Kendi içinde, bir tek kendine yangın acılarımla, aynı müziği dinliyorum… Çizik çizik siyaha bulanmış cümlelerin altında, belki okunursun diye seni çekip bulmaya çalışıyorum. Nafile uyanışlarım, gözlerimizde böylesine yılgın bir geçmiş saklı dururken. Yine de; bir ölünün sesini dinlemek istiyorum… Belki değil; tüm canlılığımla…
Dudakları morarmasın hayatın, saç tellerine dokunduğunda.. Bir ıslaklık hissedelim ama bu hüzün olmasın…
Zamanım saatini sana kurmuş…
Suretinde sessizlik,
gecemde durulmayan sensizlik..
Kimdeyim, nerdeyim...
Bilemiyorum.
Uykusuzluğa çözüldü tüm rüyalarım, birbirine karışan cümlelerimizin sonsuz çığlığında… Orada mıydım? Hani yokuş yukarı yaşanan, nereden gelip nereye gittiğini bazen bilemediğim bakışların yol ağzında? Aşkı karaladığım defterinde büyük bir sarhoşluk hali.. Zaman zamana kilitleyince yazılarımı, aşk da kilitleniyor bu serzenişte… Başlıklara gizlediğim melodinin arkasında, aşka yol vermiş bütün notalar. Hani bazen kelimeler sıkışır ya, nereye atacağını bilemezsin o anda ansızın içinde beliren duygunun ayağına dolaşan sorgusunu… Umutlar apansız, işkence çeke çeke çöker. Sen öyle yılgın, öyle dalga dalga taşırsın üzerine yapışan ağırlığı.. Gün eksilir; gece yoksunlaşır ve karanlığın koynunda bir devir daha kapanır.
Günlerdir içimde biriktirdiğim sessizlikle boğuşuyorum. Kapanan sayfalarını birer birer kanayarak açıyorum okuduğum kitapların. Düşlerimde isyan bayrakları.. Gecede yitirdiğim her gidişe yakın ses tonuna inat, savaşıyorum ‘sana dair’ kabullendiklerimle… Bedenimi uykusuz bırakmak da kar etmiyor; ve biliyor musun ölüm bir tek yoklukla gelmiyor…
İstanbul… Kayıp dizelerimin şehri… Ben sen’de asılı kaldım benliğime. On gecenin ayarsız unutuşuna koydun beni.
Gittin… Gelmek için… Hala neredesin?
Yaralarım derinden fışkırıyor; yüzüm gözüm kan içinde. Gecemde hiç nem kalmadı, kuruyorum…
Çalarak eksiliyoruz en çok...
Çalınıyoruz...
Kimliği belirsiz duyguların sarhoşluğunda, yalnızca tek bir pencerenin geceyi aydınlatmasıyla doyuyoruz...
Bazen bir ses,
bazen kimsesiz bir fısıltı...
Her son’da, daha da bir büyüyor yoksunluğumuzdan devşirdiğimiz
içe hain, dışa can acılarımız...
Sen geldiğinde arınıyordum izlerimden. Köşe başlarında gizlenip gece yarılarına umut bırakıyordum. Soluklanmama izin verirsin sanmıştım; oysa ben senin yorgunluğunda tıkandım… Derin uykulardaydı gözün... Derin bir uyanıklık halinden geçişte buharlaşacak ısılar bekliyordun... Gittiğinde kimse seninle gelmeyecek; sustuğunda senden başkası sızlamayacaktı… Sen dudaklarında tutuyordun; bense yüreğimde tutuyordum tiryakiliğimi..
Kuzeybatı’da, tenini hiç bilmediğim aşka katip adam!
Duy ki; sana bileniyor içimdeki sessizlik..
Bil ki; bilendikçe yaralarımdaki zehri terk ediyorum…
Yarınsız soluklarda, tek dirhem nefese muhtaç olmayacak yüreğim ben geldiğimde.. Duvarlarda siyah sözler tutuyorum. Bir kahve tadında kırk yıl hatırlanacak iklimler… Sesini hapsettim sabah saatlerinin en uykulu anına.. Çocuklar gibi sakladım yorganın altına sana kaçan rengimi, seni yaşayabilmek uğruna…
Dolunay geçti… Mevsim yaza yüz sürüyor… Zaman yine beni İstanbul’dan vurdu; ve yine sohbet sonu gidişinle durdu… Düşürme beni gecenden, sesim sana söyler şarkılarını. Kaybolsam da anlık sus payın olurum… Sen sırtını kalbine ver, ben yürüyüşün olurum…
Simsiyah bir kağıt boşluğunda sallandırıyorum şimdi bu bekleyişi… Sen hala yoksun!! Parmak uçlarımda ağır bir yolculuğun isyanı ve bu isyanı kemiren cümlelerim var. Söyle, kaç yirmi dört saat geçmesi lazım, titreyen dudaklarımı kavuşturmak için ellerinle?
Söyle kaç...?
[url=http://www.duygusuz.com/cikis.php?url=http://img8.imageshack.us/img8/5602/96359056.png]
Zamanın bir yerinde,
bir daha uzanmadan kazıdığım düşlere
ve şöyle bir sarılıp sen dolu şişelere,
koyup başımı omzuna,
ateşe yazı yazacağım.
Şimdilik karanlığa karışıyorum adına yaslanarak...
İstanbul, şiirle beklesin beni..
Koynumda sıcaklığımla geleceğim...
Burcu Yıldızer