Hayat dediğin kısa bir an gibi, fark edemeden bitiyor. Geçmiş ne kadar hızlı geçtiyse, gelecek de aynı hızla yaklaşıp bir gün geçmiş olacak.
Yaşamın süratine yetişemediğim veya altında ezildiğim zamanlarda düşünüyorum, neden buradayız? Hepimizin farklı dertleri, farklı hayalleri ve istediği bir hayat şekli var. Çoğumuz düşlerimizin tamamını başaramıyoruz. Başardıklarımızın ise, gerçekten istediklerimiz olduğu şüpheli.
Benim hayalim bahçe içinde bir ev, öyle büyük, gösterişli olmasına gerek yok. Mütevazı, sade ama şirin bir evde yaşamak istiyorum. İstanbul’a aşık bir kadın olmakla beraber, bu şehrin içinde yaşarken tadına varılamadığını da görüyorum. Büyük şehirde yaşamak, tüm olanaklarından faydalanmak demektir. Oysa bu şehrin koşuşturması hiçbir şeyin tadına varmaya müsaade etmiyor.
İstanbul’u tamamen terk edemem ancak şöyle bir saatlik mesafede oturabilirim. Hani birisi kalk akşam yemeğe gidiyoruz dediğinde, normalden yarım saat evvel yola çıkmak zor olmaz. Ama biraz huzur ve kendime dönüş için, uzaklaşmak güzel olur sanırım.
Yerini ve evi bulduktan sonra bir de araba lazım. Gece canım sıkılınca, atlayıp dostlara gelebilme özgürlüğüm olmalı. O da tamamsa, o güzel evde yalnız uyumamak sorununu halletmek gerekecek. Aslına bakarsanız, diğer her şey maddi olarak çözülebilir ancak şu kolunda uyunması istenilen arkadaşı nereden bulacağız? Çünkü benim istediğim o arkadaşın fazla özelliği olması gerekiyor.
Şimdi diyeceksiniz ki, senin vasıfların ne ki? Ya gönül bu işte! Madem olacak iyisi olsun diye hayal ediyor. Ona da mani olamam ki! Gözümün önüne gelen resimde, ben ve sevgili sevgilim bahçede oturmuşuz. Bir bahar akşamı, rüzgar tatlı tatlı esmekte. Sevgiliciğime bir hırka getiriyorum, omuzlarına örtüyorum, üşümesin diye. O hırkanın da ne manası varsa, her hayalimin ortasından çıkıverir. Neyse, mutfakta iki fincan kahve pişiriyorum. Kokusu rüzgarla bahçeye kadar ulaşıyor. “Ellerine sağlık hanım” diyor sevgili sevgilim, uzanıp kahvesini alırken.
Bir salıncak atmışız bahçeye, çok şanslıysak bir de dere akmaktadır çitin kenarından. O gün duyduğum zararsız dedikoduları anlatıyorum. Bıyık altından gülümsüyor. “Siz kadınlar ne kadar bayılıyorsunuz dedikoduya” diyor ve kendi soruyor hikayenin devamını. O zaman da ben gülümsüyorum. İkimizin elinde kitaplar, tartışıyoruz. Mevlana’yı, Unamuno’yu, Fuzuli’yi, aşkları, ilişkileri, kadınları, erkekleri, başkaldırışları, tarihi, geleceğimizi…
Bu kadar basit bir hayal aslında, olmaz değil! Ancak sorun şurada ki, ben içinde hem kalp, hem mantık olan adamlara sevdalanıyorum. Biraz babacan, biraz otoriter ama mutlaka akıllı ve kültürlü! Bilmediğim dünyaların kapılarını birlikte açalım istiyorum. Ya da o önden gitsin, bana yolu göstersin. Böyle bir adam tanıyorsanız, lütfen bana yollayın, şu zavallı gönlüm yeniden sevmeyi öğrensin.
Yaşamın süratine yetişemediğim veya altında ezildiğim zamanlarda düşünüyorum, neden buradayız? Hepimizin farklı dertleri, farklı hayalleri ve istediği bir hayat şekli var. Çoğumuz düşlerimizin tamamını başaramıyoruz. Başardıklarımızın ise, gerçekten istediklerimiz olduğu şüpheli.
Benim hayalim bahçe içinde bir ev, öyle büyük, gösterişli olmasına gerek yok. Mütevazı, sade ama şirin bir evde yaşamak istiyorum. İstanbul’a aşık bir kadın olmakla beraber, bu şehrin içinde yaşarken tadına varılamadığını da görüyorum. Büyük şehirde yaşamak, tüm olanaklarından faydalanmak demektir. Oysa bu şehrin koşuşturması hiçbir şeyin tadına varmaya müsaade etmiyor.
İstanbul’u tamamen terk edemem ancak şöyle bir saatlik mesafede oturabilirim. Hani birisi kalk akşam yemeğe gidiyoruz dediğinde, normalden yarım saat evvel yola çıkmak zor olmaz. Ama biraz huzur ve kendime dönüş için, uzaklaşmak güzel olur sanırım.
Yerini ve evi bulduktan sonra bir de araba lazım. Gece canım sıkılınca, atlayıp dostlara gelebilme özgürlüğüm olmalı. O da tamamsa, o güzel evde yalnız uyumamak sorununu halletmek gerekecek. Aslına bakarsanız, diğer her şey maddi olarak çözülebilir ancak şu kolunda uyunması istenilen arkadaşı nereden bulacağız? Çünkü benim istediğim o arkadaşın fazla özelliği olması gerekiyor.
Şimdi diyeceksiniz ki, senin vasıfların ne ki? Ya gönül bu işte! Madem olacak iyisi olsun diye hayal ediyor. Ona da mani olamam ki! Gözümün önüne gelen resimde, ben ve sevgili sevgilim bahçede oturmuşuz. Bir bahar akşamı, rüzgar tatlı tatlı esmekte. Sevgiliciğime bir hırka getiriyorum, omuzlarına örtüyorum, üşümesin diye. O hırkanın da ne manası varsa, her hayalimin ortasından çıkıverir. Neyse, mutfakta iki fincan kahve pişiriyorum. Kokusu rüzgarla bahçeye kadar ulaşıyor. “Ellerine sağlık hanım” diyor sevgili sevgilim, uzanıp kahvesini alırken.
Bir salıncak atmışız bahçeye, çok şanslıysak bir de dere akmaktadır çitin kenarından. O gün duyduğum zararsız dedikoduları anlatıyorum. Bıyık altından gülümsüyor. “Siz kadınlar ne kadar bayılıyorsunuz dedikoduya” diyor ve kendi soruyor hikayenin devamını. O zaman da ben gülümsüyorum. İkimizin elinde kitaplar, tartışıyoruz. Mevlana’yı, Unamuno’yu, Fuzuli’yi, aşkları, ilişkileri, kadınları, erkekleri, başkaldırışları, tarihi, geleceğimizi…
Bu kadar basit bir hayal aslında, olmaz değil! Ancak sorun şurada ki, ben içinde hem kalp, hem mantık olan adamlara sevdalanıyorum. Biraz babacan, biraz otoriter ama mutlaka akıllı ve kültürlü! Bilmediğim dünyaların kapılarını birlikte açalım istiyorum. Ya da o önden gitsin, bana yolu göstersin. Böyle bir adam tanıyorsanız, lütfen bana yollayın, şu zavallı gönlüm yeniden sevmeyi öğrensin.