Kafamın içini size en azından ritimsel olarak anlatmalıyım. Durmak üzere olan bir pinpon topu düşünün, gitgide hızlanır ya işte öyle düşüncelerimin temposu.
Hep bir yere geç kaldım ve her şeye yetişmeliyim hissi. Üstelik henüz çoluk çocuğa bile karışmadım. Tek meşgalem kendimim diyebilirim.
Ah doktor, ateş basıyor zamanı hissedince, sanki havaalanındaki o tuhaf el kurutma makinesinin elimde oluşturduğu dalgalar gibi kırıştırmaya çalışıyor beni, sıkıştırmaya çalışıyor.
Ben çocukken Inspector Gadget diye bir çizgi film vardı. Adamın bedeninden çıkan, biyonik alet edevatları vardı. Mesela bir şapkası vardı.
Benim de böyle bir şapkam olmalı ama kafama kakmak için.
Çeşitli tokmaklar olmalı üzerinde, her bir tokmak bir konu mesela ve arada bana hafifçe vurup hatırlatmalılar.
Örnek vereyim, mesela kafamın sağ arkasından hissedilen tokmak ‘bu iş’, tam alnımın ortası ‘şu iş’ gibi. Bunu kimseye anlatmadım çünkü tuhaf bir düşünce.
Transandantal meditasyon gibi şeyler denemeliyim belki. Nefese odaklanmanın iyi fikir olduğunu düşünüyorum. Çünkü sadece kalbimiz ve nefesimiz şu anın ritmini tutuyor.
Aklımızın içi ve ayaklarımızsa bambaşka vuruşlar peşinde. Neyse, sonunda aklıma bir fikir geldi. Gidip kendime bir kum saati aldım. En ilkel saatlerden biri.
Teknolojik araya giricilerin olmadığı çağlardan gelmiş. Cepti, internetti, sosyal medyaydı tanımıyor.
Ben de ona sarıldım. En azından bir saat, bir şeye odaklansam kârdı. Ve başardım!
Bu kum saati benim, ‘flok’ (akis) dediğim şeye girmemi sağlıyor.
“Hadi Nil şimdi flow”a diyip, kendimi sadece bir şeye odaklıyorum ve dışardaki bütün her şeye kapatıyorum kapılarımı.
Bir memnunum bir memnunum. Ha tabi, kumlara bakıp ne kadar kaldı filan gibi endişeler ve dikkat dağılmaları normal.
Yine de, sevdiğim biriyle, bir kitapla ya da şarkıyla baş başa geçirdiğim kesintisiz bir saat günün hediyesi.
Bunda ilerlersem, kum saatini bir kere daha çevirip bunu iki saate çıkarmaya çalışacağım. Fakat henüz acelem yok.
Zamanla vals yapmak mümkünmüş. Biraz centilmenlik gösterince hemen, ayağına basıp zıplamaktan vazgeçiyor.
ınsanın disiplini de kendi içinde görüyor musun?
Hep bir yere geç kaldım ve her şeye yetişmeliyim hissi. Üstelik henüz çoluk çocuğa bile karışmadım. Tek meşgalem kendimim diyebilirim.
Ah doktor, ateş basıyor zamanı hissedince, sanki havaalanındaki o tuhaf el kurutma makinesinin elimde oluşturduğu dalgalar gibi kırıştırmaya çalışıyor beni, sıkıştırmaya çalışıyor.
Ben çocukken Inspector Gadget diye bir çizgi film vardı. Adamın bedeninden çıkan, biyonik alet edevatları vardı. Mesela bir şapkası vardı.
Benim de böyle bir şapkam olmalı ama kafama kakmak için.
Çeşitli tokmaklar olmalı üzerinde, her bir tokmak bir konu mesela ve arada bana hafifçe vurup hatırlatmalılar.
Örnek vereyim, mesela kafamın sağ arkasından hissedilen tokmak ‘bu iş’, tam alnımın ortası ‘şu iş’ gibi. Bunu kimseye anlatmadım çünkü tuhaf bir düşünce.
Transandantal meditasyon gibi şeyler denemeliyim belki. Nefese odaklanmanın iyi fikir olduğunu düşünüyorum. Çünkü sadece kalbimiz ve nefesimiz şu anın ritmini tutuyor.
Aklımızın içi ve ayaklarımızsa bambaşka vuruşlar peşinde. Neyse, sonunda aklıma bir fikir geldi. Gidip kendime bir kum saati aldım. En ilkel saatlerden biri.
Teknolojik araya giricilerin olmadığı çağlardan gelmiş. Cepti, internetti, sosyal medyaydı tanımıyor.
Ben de ona sarıldım. En azından bir saat, bir şeye odaklansam kârdı. Ve başardım!
Bu kum saati benim, ‘flok’ (akis) dediğim şeye girmemi sağlıyor.
“Hadi Nil şimdi flow”a diyip, kendimi sadece bir şeye odaklıyorum ve dışardaki bütün her şeye kapatıyorum kapılarımı.
Bir memnunum bir memnunum. Ha tabi, kumlara bakıp ne kadar kaldı filan gibi endişeler ve dikkat dağılmaları normal.
Yine de, sevdiğim biriyle, bir kitapla ya da şarkıyla baş başa geçirdiğim kesintisiz bir saat günün hediyesi.
Bunda ilerlersem, kum saatini bir kere daha çevirip bunu iki saate çıkarmaya çalışacağım. Fakat henüz acelem yok.
Zamanla vals yapmak mümkünmüş. Biraz centilmenlik gösterince hemen, ayağına basıp zıplamaktan vazgeçiyor.
ınsanın disiplini de kendi içinde görüyor musun?