Matematik Mantık: Eğer yayımlasaydı matematik mantık üzerine yazdığı eserin önemi çok büyük olurdu; çünkü bu eser matematik mantığı yaklaşık yüzelli yıl önce Leibniz’in kurduğunun kanıtı olacaktı. Ancak Leibnitz’in bu alanın öncüsü olduğu Frege ile Russell’a kadar kabul edilmedi.
Bu ayrım üç yüz yıldır ince ince işlenerek geliştirildi ve Leibnitz ile Kant arasındaki dönemde ortaya çıkan ampirik felsefe geleneğinin daha sonra da Kant’ın felsefesinin merkezi haline geldi ve 20. yüzyılda da Mantıksal Pozitivizm’e temel oluşurdu. Hiç olmazsa bu ayrımı iyi anlayan bir felsefe öğrencisinin çabalarının boşa gitmemiş olduğu söylenir. Zamanla bütün mantığın ve matematiğin analitik önermelerden ampirik dünyayla ilgili bütün bilgilerimizden ampirik dünyayla ilgili bütün bilgilerimizin de sentetik önermelerden oluştuğu kabul edildi. Bu her iki tür bilginin tasarımlanma ve edinilme tarzını derinden etkiledi. Bu ayrımın aynı zamanda önemli olumsuz sonuçları da vardır. Analitik açıdan doğru olan bir önermenin reddedilmesi kendisiyle çelişir dolayısıyla doğru olması olanaksızdır. Oysa sentetik açıdan doğru olan bir önermenin reddedilmesi kendiyle çelişmez; o doğru da olabilecek ya da olmayabilecek bir başka sentetik önermedir. O yüzden birincisi olasısızdır ikincisiyse olası.
KALKÜLÜS: 1676’da Leibnitz Londra’yı ziyaret etti ve Isaac Newton’ın çevresinden matematikçilerle yaptığı tartışmalar daha sonra infinitesimal kalkülüsü kendisinin mi yoksa Newton’ın mı bulduğu konusunda bir çekişmenin doğmasına yol açtı. Leibnitz kendi sistemini 1684’te Newton ise (gerçi daha önceki çalışmalarıyla ilişkilendirmiş olsa da) 1687’de yayımladı. Royal Society 1711’de Newton’dan yana karar verdiyse de bu tartışma gerçek anlamda çözüme kavuşmadı.
Buradan hareketle Leibnitz modern felsefeye alternatif olası dünyalar kavramını soktu. İnsanın her elinde altı ya da üç parmağın bulunması tamamen olasılık dahilindedir; ancak aynı anda hem altı hem de üç parmağa sahip olabileceğimiz olası bir dünya yoktur. Dolayısıyla her ikisi de olası olmakla beraber bir olasılığın gerçekleşmesi diğerinin gerçekleşmesini önler. Bu bizi “uyumlu olasılık” –birbiriyle bağdaşmayan olasılıklara karşı bağdaşan olasılıklar –kavramına götürür. Bir dizi uyumlu olasılığın toplamı olası bir dünya oluşturur ve böyle sonsuz sayıda uyumlu olasılıklar dizisi vardır. Leibnitz Tanrı’nın (elbette olası olması şartıyla) bu dünyayı seçerek yarattığına fakat kusursuz bir varlık olarak en olası dünyayı yaratmayı seçtiğine inanmaktaydı. Özgür iradenin dolayısıyla zulmün ve kötülüğün de bulunduğu bir dünya özgür iradenin bulunmadığı bir dünyadan daha iyidir. Kusursuz bir varlık olan Tanrı’nın neden bunca kötülüğün olduğu bir dünya yarattığının açıklaması budur.
“Ruh Yok Edilemez Bir Evrenin Aynasıdır” GOTTFRIED WILHELM LEIBNİTZ
Bu ayrım üç yüz yıldır ince ince işlenerek geliştirildi ve Leibnitz ile Kant arasındaki dönemde ortaya çıkan ampirik felsefe geleneğinin daha sonra da Kant’ın felsefesinin merkezi haline geldi ve 20. yüzyılda da Mantıksal Pozitivizm’e temel oluşurdu. Hiç olmazsa bu ayrımı iyi anlayan bir felsefe öğrencisinin çabalarının boşa gitmemiş olduğu söylenir. Zamanla bütün mantığın ve matematiğin analitik önermelerden ampirik dünyayla ilgili bütün bilgilerimizden ampirik dünyayla ilgili bütün bilgilerimizin de sentetik önermelerden oluştuğu kabul edildi. Bu her iki tür bilginin tasarımlanma ve edinilme tarzını derinden etkiledi. Bu ayrımın aynı zamanda önemli olumsuz sonuçları da vardır. Analitik açıdan doğru olan bir önermenin reddedilmesi kendisiyle çelişir dolayısıyla doğru olması olanaksızdır. Oysa sentetik açıdan doğru olan bir önermenin reddedilmesi kendiyle çelişmez; o doğru da olabilecek ya da olmayabilecek bir başka sentetik önermedir. O yüzden birincisi olasısızdır ikincisiyse olası.
KALKÜLÜS: 1676’da Leibnitz Londra’yı ziyaret etti ve Isaac Newton’ın çevresinden matematikçilerle yaptığı tartışmalar daha sonra infinitesimal kalkülüsü kendisinin mi yoksa Newton’ın mı bulduğu konusunda bir çekişmenin doğmasına yol açtı. Leibnitz kendi sistemini 1684’te Newton ise (gerçi daha önceki çalışmalarıyla ilişkilendirmiş olsa da) 1687’de yayımladı. Royal Society 1711’de Newton’dan yana karar verdiyse de bu tartışma gerçek anlamda çözüme kavuşmadı.
Buradan hareketle Leibnitz modern felsefeye alternatif olası dünyalar kavramını soktu. İnsanın her elinde altı ya da üç parmağın bulunması tamamen olasılık dahilindedir; ancak aynı anda hem altı hem de üç parmağa sahip olabileceğimiz olası bir dünya yoktur. Dolayısıyla her ikisi de olası olmakla beraber bir olasılığın gerçekleşmesi diğerinin gerçekleşmesini önler. Bu bizi “uyumlu olasılık” –birbiriyle bağdaşmayan olasılıklara karşı bağdaşan olasılıklar –kavramına götürür. Bir dizi uyumlu olasılığın toplamı olası bir dünya oluşturur ve böyle sonsuz sayıda uyumlu olasılıklar dizisi vardır. Leibnitz Tanrı’nın (elbette olası olması şartıyla) bu dünyayı seçerek yarattığına fakat kusursuz bir varlık olarak en olası dünyayı yaratmayı seçtiğine inanmaktaydı. Özgür iradenin dolayısıyla zulmün ve kötülüğün de bulunduğu bir dünya özgür iradenin bulunmadığı bir dünyadan daha iyidir. Kusursuz bir varlık olan Tanrı’nın neden bunca kötülüğün olduğu bir dünya yarattığının açıklaması budur.
“Ruh Yok Edilemez Bir Evrenin Aynasıdır” GOTTFRIED WILHELM LEIBNİTZ