Geçtiğimiz yüzyılda yaşanan iki büyük dünya savaşı, insanlık için önemli dersler barındırmaktadır. Her iki trajedi de göstermektedir ki, savaş sadece ülkeler arasındaki çıkar çatışmalarının bir sonucu değildir. Çünkü çıkar çatışmaları, diplomasi yoluyla da çözülebilir. Savaşı başlatan asıl neden, buna karar veren insanların ideolojisidir. Savaşmayı, kan dökmeyi ve acı çektirmeyi insan doğasının bir parçası olarak gören bir ideoloji vardır ve vahşetin asıl kaynağı da budur.
Bu ideoloji, Sosyal Darwinizm'dir. Yani insanların tesadüfen ortaya çıkmış bir hayvan türü olduğu ve ancak çatışarak gelişecekleri yönündeki batıl inançtır. I. Dünya Savaşı, sosyal Darwinist fikirlerini açıkça ifade eden Avrupalı liderlerin eseridir. II. Dünya Savaşı'nın en büyük sorumluları da yine koyu birer, Sosyal Darwinisttir:
Hitler, hem ırkçı ideolojisini hem de çatışmaya olan inancını Darwinizm'den almıştı. Kavgam adlı ünlü kitabının ismi, Darwin'in "yaşam kavgası" kavramından devşirmeydi.
Mussolini, gazetecilik yaptığı gençlik yıllarında Darwin için "19. yüzyılın en büyük düşürü" diyecek kadar koyu bir evrimciydi. Diktatörlüğü döneminde ise, aynı ideolojiyi korumuş ve savaşın sözde bir "evrim yasası" olduğunu savunmuştu.
Stalin, çocukluğunda rahiplik eğitimi almasına rağmen, Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını okuyarak ateist olmuştu. Kanlı iktidarı boyunca da, Darwin'in ve hatta ondan bile daha ilkel bir evrimci olan Lamarck'ın teorilerini Rusya'ya empoze etti.
İnsanları evrim teorisi uyarınca hayvan sürüleri olarak gören bu diktatörler için, kan dökmek, doğal bir biyolojik işlemdi. Cinayetlerinin ardında, Sosyal Darwinizm'e olan inançları yatıyordu...
Sosyal Darwinizm yaşadığı sürece, insanlık huzur bulamayacaktır. Bu ideoloji bireyleri, toplumları, milletleri ve hatta medeniyetleri sürekli çatışmaya davet etmektedir. Sosyal Darwinizme göre, zaten insanların var olma amacı, budur.
Oysa gerçek çok farklıdır. İnsan çatışmak için değil, Allah'a kulluk etmek ve O'nun öğrettiği ahlaka göre yaşamak için vardır. Bu ahlak ise, sevgiyi, merhameti, bağışlamayı ve barışı gerektirir. İnsanlar bunu anladıklarında, dünyaya savaş ve göz yaşı değil, barış ve mutluluk egemen olacaktır. Bir Kuran ayetinde buyrulduğu gibi;
Allah barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir." (Yunus Suresi, 25)
İman edenler, Kuran ahlakını yaşamada ve yaymada, dostluk, kardeşlik ve dayanışma içinde olmadıkları takdirde yeryüzünde fitne ve bozgunculuk eksik olmayacaktır. Bu önemli gerçek, bir Kuran ayetinde şöyle haber verilmektedir
Bu ideoloji, Sosyal Darwinizm'dir. Yani insanların tesadüfen ortaya çıkmış bir hayvan türü olduğu ve ancak çatışarak gelişecekleri yönündeki batıl inançtır. I. Dünya Savaşı, sosyal Darwinist fikirlerini açıkça ifade eden Avrupalı liderlerin eseridir. II. Dünya Savaşı'nın en büyük sorumluları da yine koyu birer, Sosyal Darwinisttir:
Hitler, hem ırkçı ideolojisini hem de çatışmaya olan inancını Darwinizm'den almıştı. Kavgam adlı ünlü kitabının ismi, Darwin'in "yaşam kavgası" kavramından devşirmeydi.
Mussolini, gazetecilik yaptığı gençlik yıllarında Darwin için "19. yüzyılın en büyük düşürü" diyecek kadar koyu bir evrimciydi. Diktatörlüğü döneminde ise, aynı ideolojiyi korumuş ve savaşın sözde bir "evrim yasası" olduğunu savunmuştu.
Stalin, çocukluğunda rahiplik eğitimi almasına rağmen, Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını okuyarak ateist olmuştu. Kanlı iktidarı boyunca da, Darwin'in ve hatta ondan bile daha ilkel bir evrimci olan Lamarck'ın teorilerini Rusya'ya empoze etti.
İnsanları evrim teorisi uyarınca hayvan sürüleri olarak gören bu diktatörler için, kan dökmek, doğal bir biyolojik işlemdi. Cinayetlerinin ardında, Sosyal Darwinizm'e olan inançları yatıyordu...
Sosyal Darwinizm yaşadığı sürece, insanlık huzur bulamayacaktır. Bu ideoloji bireyleri, toplumları, milletleri ve hatta medeniyetleri sürekli çatışmaya davet etmektedir. Sosyal Darwinizme göre, zaten insanların var olma amacı, budur.
Oysa gerçek çok farklıdır. İnsan çatışmak için değil, Allah'a kulluk etmek ve O'nun öğrettiği ahlaka göre yaşamak için vardır. Bu ahlak ise, sevgiyi, merhameti, bağışlamayı ve barışı gerektirir. İnsanlar bunu anladıklarında, dünyaya savaş ve göz yaşı değil, barış ve mutluluk egemen olacaktır. Bir Kuran ayetinde buyrulduğu gibi;
Allah barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir." (Yunus Suresi, 25)
İman edenler, Kuran ahlakını yaşamada ve yaymada, dostluk, kardeşlik ve dayanışma içinde olmadıkları takdirde yeryüzünde fitne ve bozgunculuk eksik olmayacaktır. Bu önemli gerçek, bir Kuran ayetinde şöyle haber verilmektedir