Charlie Chaplin’in “Modern Zamanlar” filminin birçok kişinin etkisinden kurtulamadığı bir başyapıt olduğu kesin… Böyle düşünenler bilir; ekranda beliren jeneriğin ardından koca bir saat, modern zamanlara ait yeni bir günün başladığını haber verir. Bu, her şeye farklı bakış açısı, eski kuralları yıkmak ve yeni şeyler üretmek yalnızca beyazperdeden verilen mesajlar değildi. Pierre-Auguste Renoir, Claude Monet ve Gustave Courbet gibi sanatçılar da eserlerinde modern zamanları simgeleyen öğeler kullandılar.
Gustave Courbet’nin “Bonjour Monsieur”(1854) adlı eserinde iki şehir beyefendisinin bir köylüyle karşılaşması ve Claude Monet’nin “La Gare St Lazare” (1877) yapıtındaki Paris’in ana istasyonlarından birinde bir buhar makinesinin gelişi ise bu dönemin başarılı simgelerindendi.
Pierre-Auguste Renoir’un “Le Bal au Moulin de la Galette” (1876) eserinde dışarıda bir şeyler içip dansederek güneşin tadının çıkarıldığı bir tablo var.. Ki bu, bugün de rahatlıkla tanık olunabilecek bir sahne… 18.yy’ın sonların doğru “Moulin Rouge” tiyatrosunun Paris’teki sosyal hayatı nasıl da değiştirmiş olduğunu hatırlamak lazım… Günümüzün “görmek” ve “görülmek” için gidilen gece klupleri tam da o günlere dayanıyor aslında!
Kapılarını 6 Ekim 1889’da açan Moulin Rouge, bu iki amaç için gidilen ilk yermiş…O dönemler ‘güzel’ kavramının en çok arzulandığı dönemlerdi. Adından anlaşıldığı gibi;“La Belle Epoque”…
Moda ise bu dönemlerde toplumda bir statü sembolü olarak kullanılıyordu. Charles Frederick Worth, moda dünyasına kişiliğini katmasıyla ilk “ünlü moda tasarımcısı” unvanını almış oldu.(1858) Daha önceleri moda, adeta kadınların terzilerine kıyafetlerini tasarlatmalarıyla isimsiz ve imzasız bir kavramdı…Daha sonraları Worth’un pahalı tasarımları, tıpkı günümüzde olduğu gibi, paraca gücü yetmeyenler için taklit edilmeye başlandı.
Fransa’nın ünlü Lyon şehrinden aldığı ipek kumaşları kullanan Worth, bu şehirde Bucol ve Sfate Et Combier gibi önemli ipek fabrikaları kurulmasını sağladı. 1830’da Fransız terzi Barthelemy Thimonnier’in dikiş makinesini keşfetmesinden sonra ise, Isaac Merrit Singer’in üzerinde yaptığı birtakım değişikliklerle, bu buluş mükemmel bir makine haline getirildi. Singer, 1851 yılından beri de dünyanın en popüler dikiş makinesi unvanını elden bırakmıyor. Hatta dikiş dikmeyi bilmediğim halde cazibesine ve yaratabildiklerine (en çok da Tayvanlı arkadaşım Vivien’a) kanıp benim de bir Singer dikiş makinesi almışlığım vardır… O dönemde insanlar benim gibi bilmeden değil de kullanmasını bilerek dikiş makinesi aldıkları için, evlerinde kendilerine yeni kıyafetler dikmeye başlamışlardı. Bu gelişmeler, moda alanındaki iş hacmini genişleterek “tasarımcı”figürünün genişlemesine yardımcı oldu.
Tüm bu yenilik ve modernlik simgeleri dekoratif sanatlarda “Art Nouveau” sanat akımıyla kendini gösterdi. Bu dönemde cam sanatçısı Rene Lalique ve mücevher tasarımcısı Maison Vever gibi sanatçıların eserleri bu akımın simgeleriydi.
O dönemlerde İngiltere’de, sanatçı William Morris tarafından “Arts&Crafts” hareketi başlamıştı. Günümüzün vazgeçilmez “Department Store” anlayışının da doğuşu bugünlere dek geliyor…Londra’nın ünlü department store’larından “Liberty” de o dönemlerde açılmıştı. Modern konseptler, sanatın günlük yaşamda önemli bir yere sahip oluşu, Londra dışında da Charles Rennie Mackintosh gibi sanatçılar tarafından da öne çıkarıldı.
Ve Paris’in uluslar arası tasarım ve endüstriyel yeniliklerde ilk sıraya oturmasıyla yeni bir yüzyıl ve 1900’ler başladı. “Art Nouveau” Fransa’da doğduğuna göre, bu ülke yeni ve moderni tüm dünyaya sunmalıydı.
Bu akımları Hollanda doğumlu sanat akımı De Stijl ve ardından 1920’lerde Almanya’da doğan Bauhaus akımı izledi. Bir başka önemli akım ise 1903 yılında Koloman Moser ve Josef Hoffman tarafından kurulan “Weiner Werkstatten” akımıydı. Ana fikir, Art Nouveau akımının karmaşık ve dekoratif tarzının sadeleştirilmesiydi.
Moda dünyasında ise 1905 yılında bir Fransız çıkıp kendi modaevini kurarak kadınların korseden kurtulmasına yardım etti. Bu Fransız daha önceki yazılarımdan birinde ilk parfümü ‘Parfums de Rosine’ adıyla sunduğunu söylediğim Paul Poiret’den başkası değildi. Oryantalizme olan ilgisiyle Doğu’ya özgü kumaşları ve desenleri tasarımlarında kullanarak egzotik bir duygu yakalamaya çalışan Poiret ayrıca kadınların çorap ve sütyen kullanmaya başlamalarında da önemli bir rol oynadı.
O dönemde insanlar hayattan keyif almak için kendilerine zaman ayırıyor ve daha iyi bir hayat yaşamak için para harcamaktan çekinmiyordu. Ancak 1914 yılında Avrupa’da başlayan Birinci Dünya Savaşı ile bir devir tamamen bitti ve İkinci Dünya Savaşı’na kadar yaşanacak olan yeni devir başlamış oldu...