Yıllar olmuş.. Seni bulduğumda farkettim.. Onca savruluş, onca savaş, onca bozgun, onca anı ve onca “senden kalanlar” dan sonra hem de.. En hızlı hatırlanan, en eski unutulansın hala.. Nerden baksan kocaman bir hüzün bulutu benim yaşantım. Bir şeylerin intikamına bile küskün, bir avuç düşüm.. Kolay geçmiyor yaralar bereler, kendi çıksa lekesi çıkmayanlardan işte.. “Hiçbir yara, hiçbir zaman, tam olarak iyileşmez” derken, haybeye konuşmamış Yılmaz Abi.. “Güzel kalan yaralar vardır bilir misin?” demiştim bir gün sana.. “Zaman zaman yanlış bir dokunuş, yahut, mevsimsiz bir yağmurla sızlayan, ama hep güzel kalan yaralar..”
Bir sürü sitem sıralayabilirim aslında, ben de çok var nasılsa, haddinden çok.. Ama herşey geçiyor zamanla, herşey eskiyor değil mi? Sitemlerim bile vazgeçti direnmekten.. Bu yaşa nasıl geldim bilmiyorum.. Böyle bir cümle kuracağımı hiç düşünmezdim ama; geriye dönüp bakıyorum da, belki de sen haklıydın.. Tüm bunlardan geriye ne kalır bilinmez.. Kimse de bakmaya yeltenemez, bu kadar pervasız değildir hiç kimse.. Bütün bunları unutmak lazımdı belkide, hatırlamak için gelecek zamanlı cümlelerde.. Bu yüzden koymaz mıyız zaten, platonik fotoğrafları, cüzdanımızın baş köşesine.. Şiir de bu yüzden yazılmaz mı zaten, unutulan şeyleri hatırlamak için yani.. Geride bırakılan ekmek ufağı gibi ya da yetmişlik rakıya meze misali..
Sabah ayıldığında unuttun muhtemelen, ya da unuttuğun gün ayıldın bilemem..
Soysuz akşamlarla başlayan bu pejmurde hayatı, anlamını yitiren zamanları, keşkeleri, bu mezbele şehre gömeli çok oldu.. Ne değişti, tabiki hiçbir şey.. Hala pencereleri kapıları sımsıkı kapatıyorum çirkinlik sızmasın diye.. Bir ara kendimi öldüreceğimden korkuyorlardı. Kendini öldürmek daha başka nasıl olabilirdi ki; içindeki coşkuyu, içindeki çocukluğu, içindeki herşeye rağmen kendini verişi öldürmekten başka.. Aklımdaki çekmeceler taşmak üzereyken, gece dedikleri, çok fazla misafir pervermiş meğer gizlere.. Sinsice içine saklandım bilerek.. Gözyaşlarımı sadece ayışığı yakamozlarken, yüreğimdeki kurana sevda ayetleri yazarken, adam gibi acırken içim üstelik, yok musun bilmedi kimse.. Ahh benim dermanı sahipli dermansızlıklarım.. Sağır bir yaraydı işte içimde, içimin en dilsiz yerlerinde..
Sitem hakkı saklı keşkelerle geçti ömür, kabul etsem de, etmesem de..
Neyse..
Yaralanan kuşun kanadını sararlar değil mi güzel gözlüm? Uzak yolcuların, susuzluktan çatlamış dudaklarına, bazen saç telleriyle bir şeyler sorarlar değil mi güzel gözlüm? Ama sen; ne dudaklarımdaki susuzluğu sordun, ne de parmaklarınla kırılmış kanadımın yarasını sardın.. Sana ömrümün sonuna kadar sitem edersem, gözlerin gözlerimden bir hesap isteyebilirmi?
Bir sürü sitem sıralayabilirim aslında, ben de çok var nasılsa, haddinden çok.. Ama herşey geçiyor zamanla, herşey eskiyor değil mi? Sitemlerim bile vazgeçti direnmekten.. Bu yaşa nasıl geldim bilmiyorum.. Böyle bir cümle kuracağımı hiç düşünmezdim ama; geriye dönüp bakıyorum da, belki de sen haklıydın.. Tüm bunlardan geriye ne kalır bilinmez.. Kimse de bakmaya yeltenemez, bu kadar pervasız değildir hiç kimse.. Bütün bunları unutmak lazımdı belkide, hatırlamak için gelecek zamanlı cümlelerde.. Bu yüzden koymaz mıyız zaten, platonik fotoğrafları, cüzdanımızın baş köşesine.. Şiir de bu yüzden yazılmaz mı zaten, unutulan şeyleri hatırlamak için yani.. Geride bırakılan ekmek ufağı gibi ya da yetmişlik rakıya meze misali..
Sabah ayıldığında unuttun muhtemelen, ya da unuttuğun gün ayıldın bilemem..
Soysuz akşamlarla başlayan bu pejmurde hayatı, anlamını yitiren zamanları, keşkeleri, bu mezbele şehre gömeli çok oldu.. Ne değişti, tabiki hiçbir şey.. Hala pencereleri kapıları sımsıkı kapatıyorum çirkinlik sızmasın diye.. Bir ara kendimi öldüreceğimden korkuyorlardı. Kendini öldürmek daha başka nasıl olabilirdi ki; içindeki coşkuyu, içindeki çocukluğu, içindeki herşeye rağmen kendini verişi öldürmekten başka.. Aklımdaki çekmeceler taşmak üzereyken, gece dedikleri, çok fazla misafir pervermiş meğer gizlere.. Sinsice içine saklandım bilerek.. Gözyaşlarımı sadece ayışığı yakamozlarken, yüreğimdeki kurana sevda ayetleri yazarken, adam gibi acırken içim üstelik, yok musun bilmedi kimse.. Ahh benim dermanı sahipli dermansızlıklarım.. Sağır bir yaraydı işte içimde, içimin en dilsiz yerlerinde..
Sitem hakkı saklı keşkelerle geçti ömür, kabul etsem de, etmesem de..
Neyse..
Yaralanan kuşun kanadını sararlar değil mi güzel gözlüm? Uzak yolcuların, susuzluktan çatlamış dudaklarına, bazen saç telleriyle bir şeyler sorarlar değil mi güzel gözlüm? Ama sen; ne dudaklarımdaki susuzluğu sordun, ne de parmaklarınla kırılmış kanadımın yarasını sardın.. Sana ömrümün sonuna kadar sitem edersem, gözlerin gözlerimden bir hesap isteyebilirmi?