Yürek Çağrım'a...
***
‘ … derken bir düş gibi giriyorsun hayatıma. ’
Çok uzak zamanlardan istediğim, bilediğim ömrümü / ömrüme yazdığım kutsal vurguların tapınağı olan mavi düş’üm gibi… Kocaman gözlerin var ellerin tel örgülerden sıyrılmış; ama yalnız, ama vurguna uğramış… sımsıcak ellerin var gözlerimde.
‘ … hasret türküsünü söylüyor dilim edebi … ’
O çok soylu sevdaların esiri olmuş yüreğin beliriyor ardından. Özlemler… Vurgunlar… Kaçışlar zamanın gerisinden. Kara çalınan ömrüme istediğim bütün yazgıların vurgunu olmuşluğun, kendi dilinin kendi gerçekliği’yle beliyor yüreğin dilinin söylediğince.
‘ … kaç vurguna teslim etmişsin oysaki yüreğini…’
Şimdilerde senden istediğim bir ömür / bir ömrün geçişkenliği… Belki de ömürlerimizin; tınısını henüz hissedemediğimiz süslü benzetmelerden uzak limanların kıyılarında. Karanlığın koynundan çıkmış olan yüreğimin alışkanlıklarından hazlığı… Korkuları, geri beslemeleri derken sen bir kakafoni… Yak bir sigara dağıt yaşanmışlıklarını özleminle sar özlemlerle dolu yüreğimi.
Zerdali kokusu kelimelerinin gerçekliğini hissettir ömrümün güncesine..
‘ … ah ben! Seni bu denli yakın hissediyorken ömrüme...’
Gerçekliğinin yalnız ve sadece çıplaklığı… Biliyorsun yanan ellerimin sahisini. Adım gibi eminim ellerim soğuk hala… Adım gibi biliyorum hissettiğini yüreğimin ayazını. Yanan ellerimden önce üşüyen ellerimin gerçekliğini. Duyuyor ve beliyorsun o türkümü usul usul mırıldandığımı. Biliyorsun adım gibi eminim o soylu kentlerin esiri olmamış yüreğimin gerçekliğini. Sen bir mahpeyker belki de…
Belkilerin uzak kalmasını nasıl isteğimi, nasıl bir vurgundan sana kendimi yalnızca bu kadar hazırlaya bildiğimi uzun zamanların kıyısından biliyorsun, adın gibi. Kendin gibi eminsin gerçekliğimin edebinden.
‘ … şimdilerde bir sevda pişkinliği konuyor ellerime, gözlerim dalıyor zamansız derin boşluğa, boşluğumuza dalıyor…’
Korkularımın hesapsızlığını, gülümün mavisini, yüreğimin çağrısını biliyorsun. Ne duruyorsun kutsal vurguların kaçası sen… Ah bir bilsen ne çok ağladığım gecelerimin yalnızlığını… Kendimi doğurduğum, büyüttüğüm ve beslediğim bakir zamanlarımın kokuşmuşluğunu…
, dedim ya; bir sevda pişkinliği konuyor dudağımın kenarına usulca ve gülümsüyorum. Belki birazda unutarak korkularımı. Gerçekliğinin tüm özü ve çıplaklığıyla sana sesleniyorum. Yüreğine… Yollarını yarım bırakma ömrüme. Kendin kadar, neysen nesin, kimsen kim… ama kendin ama yüreğin kadar kunduramın tozu, sigaramın dumanı ol…
***
‘ … derken bir düş gibi giriyorsun hayatıma. ’
Çok uzak zamanlardan istediğim, bilediğim ömrümü / ömrüme yazdığım kutsal vurguların tapınağı olan mavi düş’üm gibi… Kocaman gözlerin var ellerin tel örgülerden sıyrılmış; ama yalnız, ama vurguna uğramış… sımsıcak ellerin var gözlerimde.
‘ … hasret türküsünü söylüyor dilim edebi … ’
O çok soylu sevdaların esiri olmuş yüreğin beliriyor ardından. Özlemler… Vurgunlar… Kaçışlar zamanın gerisinden. Kara çalınan ömrüme istediğim bütün yazgıların vurgunu olmuşluğun, kendi dilinin kendi gerçekliği’yle beliyor yüreğin dilinin söylediğince.
‘ … kaç vurguna teslim etmişsin oysaki yüreğini…’
Şimdilerde senden istediğim bir ömür / bir ömrün geçişkenliği… Belki de ömürlerimizin; tınısını henüz hissedemediğimiz süslü benzetmelerden uzak limanların kıyılarında. Karanlığın koynundan çıkmış olan yüreğimin alışkanlıklarından hazlığı… Korkuları, geri beslemeleri derken sen bir kakafoni… Yak bir sigara dağıt yaşanmışlıklarını özleminle sar özlemlerle dolu yüreğimi.
Zerdali kokusu kelimelerinin gerçekliğini hissettir ömrümün güncesine..
‘ … ah ben! Seni bu denli yakın hissediyorken ömrüme...’
Gerçekliğinin yalnız ve sadece çıplaklığı… Biliyorsun yanan ellerimin sahisini. Adım gibi eminim ellerim soğuk hala… Adım gibi biliyorum hissettiğini yüreğimin ayazını. Yanan ellerimden önce üşüyen ellerimin gerçekliğini. Duyuyor ve beliyorsun o türkümü usul usul mırıldandığımı. Biliyorsun adım gibi eminim o soylu kentlerin esiri olmamış yüreğimin gerçekliğini. Sen bir mahpeyker belki de…
Belkilerin uzak kalmasını nasıl isteğimi, nasıl bir vurgundan sana kendimi yalnızca bu kadar hazırlaya bildiğimi uzun zamanların kıyısından biliyorsun, adın gibi. Kendin gibi eminsin gerçekliğimin edebinden.
‘ … şimdilerde bir sevda pişkinliği konuyor ellerime, gözlerim dalıyor zamansız derin boşluğa, boşluğumuza dalıyor…’
Korkularımın hesapsızlığını, gülümün mavisini, yüreğimin çağrısını biliyorsun. Ne duruyorsun kutsal vurguların kaçası sen… Ah bir bilsen ne çok ağladığım gecelerimin yalnızlığını… Kendimi doğurduğum, büyüttüğüm ve beslediğim bakir zamanlarımın kokuşmuşluğunu…
, dedim ya; bir sevda pişkinliği konuyor dudağımın kenarına usulca ve gülümsüyorum. Belki birazda unutarak korkularımı. Gerçekliğinin tüm özü ve çıplaklığıyla sana sesleniyorum. Yüreğine… Yollarını yarım bırakma ömrüme. Kendin kadar, neysen nesin, kimsen kim… ama kendin ama yüreğin kadar kunduramın tozu, sigaramın dumanı ol…
Mehtap Mutlu / 5 Ekim' 08