St.Paulus
(10 - 67 ?)
Aynı şeyi dört incilden sonra yazılmış olan Paulus'un mektupları için de söyleyebiliriz. Kendisine

haklı olarak

Hıristiyanlığın ikinci kurucusu diyebileceğimiz Paulus

mektuplarında insanın günahtan arınması için

İsa'nın yolunda yürümesi

yani ölüp sonra yeniden dirilen Allah'a inanması gerektiğine dikkat çeker. Ölüm günahın sonucudur; o halde ölümden kurtulmak

ancak günahtan kurtulmakla mümkündür. Paulus mektuplarında bu nokta üzerinde özellikle durur.
Bu mektuplardaki ikinci önemli düşünce

insanın "tek basına" günahkâr yapısını hiçbir zaman yenemeyeceği inancıdır.(Ruhbanlık öneriliyor) Paulus'a göre insan iyiliğin neyde olduğunu bilir; fakat buna rağmen onda

bir türlü önüne geçemediği

kötüye karşı bir eğilim vardır.
Bu görüş ile Sokrat'ın görüşlerini bir karşılaştıralım: "Erdem bilgidir" ve "hiç kimse bilerek kötülük yapmaz" diyen Sokrat'ın bu iki ana görüşünde; temelde günahın ve suçun bir hatadan ileri geldiği düşüncesi gizlidir. Bunun için

gerçek mutluluğun nerede ve neden oluştuğunu bilen bir insan

hataya düşmez

bunun sonucu olarak da hiçbir zaman kötülük yapmaz.
Sokrat'ın bu ana görüşü sonraları Stoacılara

Epikürcülere ve dahası Yeni Eflâtunculara hâkim olmuştur. Özellikle bu noktada

kuruluş durumunda bulunan Hıristiyanlık ve bu yeni dini kurmakta büyük rol üstlenen Paulus

Sokrat'ın tam karşıtı bir inanç taşır. İlk Hıristiyanlığa göre insan "iyi"yi bilir; fakat buna rağmen iyi olamaz.
Yeni doğmakta olan Hıristiyanlığın en önemli misyonerlerinden biri olan Paulus

pekçok Hıristiyan cemaatleri kurmuş ve sonunda Neron'un kovuşturmasına uğramış ve yaşamını yitirmiştir. Hıristiyanlığın ilk müminleri; aydın insanlardan çok

yoksul halk kitlelerindeki cahil kimselerdi. Hıristiyanlığın Allah'ının aşağılanan bir insan biçiminde görünmesi (tecelli)

özellikle işçileri kendine çekmiştir. Başlangıçta böyle olmasına rağmen

sonraları durum değişmiş

öteki sosyal tabakalar ve sonunda filozoflar da Hıristiyanlığa katılmışlardır.
Milâdın aşağı yukarı (takribi) ilk iki yüzyılında

yalnızca Hıristiyanlığın "savunması" için yazılmış olan birtakım eserlerle karşılaşıyoruz. Bu eserler Hıristiyanların Roma devletinin resmî kulları (tab'a) olmadıkları konusundaki görüşleri yanıtlamaya çalışırlar. İkinci olarak da bu savunmalar

Hıristiyanları ateistlik

yani Allah'ın varlığını reddetme suçlamalarına karşı dururlar.
Hıristiyanların Allahsızlık!? suçlanması

yeni dinin öteki dinlerin Allahlarını benimsemeyişi yüzünden oluyordu. Üçüncü olarak bu savunmalarda Hıristiyanlığın ahlâkına ait yapılan eleştiriler yanıtlanır. Sonuç olarak bu savunma yazıları Hıristiyanlığın

felsefenin en yüksek görünüşlerine

söz gelişi bir Stoa ya da Yeni Eflâtunculuğa hiç de aykırı olmadığını vurgularlar.
Bu arada Hıristiyanlıkta ruhun ölümsüzlüğü düşüncesinin bulunduğuna değinilir ve aynı düşüncesinin

Hıristiyan dinindeki biçimde olmasa bile

Stoa'da ve Yeni Eflâtunculukta da var olduğu ileri sürülür. Birinci dönemdeki bu savunma çabalarından sonra

Hıristiyanlık düşünüşünün ikinci döneminde

Hıristiyan dininin ilkelerini "felsefi açıdan temellendirmek" denemelerinin başlatıldığına tanık oluyoruz.
Bu ikinci dönemde özellikle bir konu ile

"iman ile bilgi" arasındaki

yani Hıristiyanların dogmaları ile felsefe arasındaki ilişki konusuyla uğraşılır. Hıristiyanlık vahiy yolu ile indirilmiş olan birtakım dogmalara dayanır. Bu dogmaların mümine yakışan bir inançla

benimsenmesini ister. Acaba saf bir inançla benimsenmesi istenen bu dogmaların felsefe ile ilişkileri nedir? İşte bu dönem

temelde

bu konuyu ele alır.
Bu dönemde bu soruya "değişik" yanıtlar verilmiştir. İlk yanıtı

M.S. I-II. yüzyıllarda rastlanan ve öteki hellenistik dinlerde de görülen

"Gnosis" doktrininde buluruz. Gnosis

(kelime anlamı)

dinsel bir bilgi

yani seçkin ve mistik yapılı insanlara has olan bir bilgidir.
Bu nedenle Gnostikler "doğa. üstü" bir bilgiye sahip olan ayrıcalıklı insanlardır. İşte bu Gnostikler dinin dogmalarına yalnızca inanmanın yetmediği

dogmaların Gnostik bir yorumlamasının şart olduğunu ileri sürerler. Böylece Gnostikler

kişisel ve mistik bilginin dogmadan üstün olduğunu benimsemiş oluyorlar.
Bu Gnosis akım bütüncül (vahdet) olmayıp

çeşitli kollara ayrılmıştı. Ayrıca Gnosistler

sistemlerine Hıristiyanlığınkinden başka dogmaları da almaya eğilimlidirler. Bu bakımdan Gnosis

dönemin eğilimlerine uygun olan bir akımdır. Şayet bu akım üstünlük sağlanabilseydi

belki de Hıristiyanlık bu akımın dinsel eğilimleri içinde kaybolur giderdi. Gittikçe güçlenen Hıristiyan kilisesi tehlikeyi görmüş ve Gnosis akımı ile şiddetli bir kavgaya girişmiştir.