:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi
Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 0/5 - 0 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
H.a.g
Hayat_Bu
#71
Güzel ve güzel olduğu kadar anlamlı bir hikâye...

'Evin telefonu sabaha karşı üç buçukta çaldı. Uyku sersemi adam telefonu açtı.
Telefondaki ses annesine aitti.
Telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti?
Annesi 'nasılsın oğlum iyi misin?' diye sordu.
Oğlu şaşkın bir ifadeyle 'iyiyim anne hayırdır bir şey mi oldu siz iyi
misiniz?' dedi.
Annesi 'biz iyiyiz bir şeyimiz yok sadece sesini duymak istedim' dedi.
Oğlu da 'anne bunun için mi aradın saat sabahın üçbuçuğu yarında
konuşabilirdik' diyince annesi de 'rahatsız mı ettim oğlum?' dedi.

Oğlu 'evet anne rahatsız ettin' diyince annesi
'30 sene önce sen de beni bu
saate rahatsız etmiştin, doğum günün kutlu olsun'
Dedi.

Hakkı hakkı ile anlamamız ve sahibine ona göre davranmamız umudu ile
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#72
DUDAKLA BARDAK ARASi
Eski Sisam krallarından Ancee adında bir zalim, yeni yaptırdığı bir bağa üzüm kütükleri diktiriyormuş.
İşlerin bir an önce bitmesini sağlamak için kölelerini hiç dinlenmeden çalıştırıyormuş.
O zavallı kölelerden biri, bir gün pek bitkin düştüğü için dayanamaz ve zalim krala ;
- Niçin bu kadar acele ediyorsunuz efendim? Siz bu bağın üzümlerinden yapılacak şarabı hiç bir zaman içemeyeceksiniz ki! deyivermiş.

Kral biraz kızmışsa da sesini çıkarmamış.

Nihayet gün gelip üzümler yetiştikten sonra, kral köleler de dahil herkesin toplanmasını emretmiş.

Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden yapılmış şaraptan bir bardak getirilmesini emretnmiş.

Daha önce kehanet gösterisinde bulunan köleyi de huzuruna çağırtmış. Şarap bardağını eline alarak:

- Söyle bakayım, benim bu şaraptan hiç bir zaman içemeyeceğimi tekrar iddia edebilir misin ? diye sormuş.

Köle şöyle cevap vermiş:

- Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. Çünkü dudak ile bardak arasındaki mesafe çok uzundur. O arada başınıza neler gelebileceğini de bilemem!

Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri kralın adamlarından biri girmiş.

Bir yaban domuzunun bahçeye girdiğini ve asmaları kırıp döktüğünü söylemiş.

Kral elindeki bardaktan bir damla dahi içmeden hemen dışarı fırmalış.

Bahçede domuzun bulunduğu yere koşmuş. Kral ve domus arasında öldüresiye bir mücadele başlamış.

Sonunda yaban domuzu mızrak gibi dişleriyle, Sisam kralının karını yarıp ölümüne sebep olmuş.

Kral bostanda, bardak masada kalmis..



Şu söz olayı güzel bir şekilde ifade ediyor:


'Nasip ise gelir Hint'ten Yemen'den, Nasip degil ise ne gelir elden?'

Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın.

Sıkıca asılın onlara tıpkı hayata asıldığınız gibi...

Çünkü onlarsız hayat da anlamsızdır..
Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın.

Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın.


Dün tarih oldu... Yarın bir sır... Bugünün kıymetini bilin.
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#73
Öğretmen ve Yastığı
Bir zamanlar yaşlı ve bilge bir öğretmenin kendisine söylediği şeyleri beğenmeyen bir kadın varmış. Bir gün yaşlı öğretmenin sözleri kaldıramayacağı kadar ağır gelmiş. Söyledikleri gerçekmiş, ama onu o kadar kızdırmış ki öğretmeni hakkında atıp tutmaya başlamış. Gittiği her yerde öğretmeni hakkında yalanlar söylüyor, çirkin hikâyeler uyduruyormuş. Kötü konuşmaları ve dedikodularıyla insanların öğretmene sırt çevirmesi için çok uğraşmış. Sonunda kendisi çok mutsuz olmuş ve bütün söylediği o yalanlar yüzünden pişman olmaya başlamış.

En nihayet, gözyaşları içinde öğretmenin evine af dilemeye gitmiş. "Hakkınızda birçok yalan söyledim", demiş. "Lütfen beni affedin." Öğretmen önce uzun süre ona cevap vermemiş. Derin derin düşünür gibiymiş. Sonunda "Evet, seni affederim, fakat önce benim için bir şey yapmalısın," demiş.
"Ne yapmamı istiyorsunuz?" demiş kadın biraz şaşırarak. "Birlikte yukarı çatı katına çıkalım, orada sana göstereceğim," demiş gözlerinin içine bakarak, "yalnız önce odamdan bir şey almam gerekiyor."
Öğretmen odasından döndüğünde, koltuğunun altında büyük bir kuştüyü yastık varmış. Zavallı kadın, gittikçe artan merakını saklamak, yastığın ne işe yarayacağını ve dama neden çıktıklarını sormamak için kendini güç tutmuş Öğretmen birdenbire hiç bir şey söylemeden, yastığın kılıfını yırtarak bütün tüylerini boşaltmış. Rüzgâr hafifçe esmiş, tüylerin hepsini toplamış ve onları her tarafa taşımış: diğer damların üstüne, sokaklara, arabaların altına, ağaçların üstüne, çocukların oynadığı arka bahçelere, hatta otoyola ve durmadan daha uzaklara, kim bilir nerelere.
Öğretmen ve kadın tüylerin uçuşarak dağılmasını bir müddet izlemişler. Nihayet öğretmen kadına dönerek, "şimdi gidip bütün o tüyleri benim için toplamanı istiyorum," demiş.
"Bütün tüyleri toplamak mı?" diye yutkunmuş kadın. "Fakat bu imkânsız!"

"Evet, biliyorum," demiş öğretmen. "O tüyler aynı senin benim hakkımda söylediğin yalanlar gibi. Bir kere başlatınca bir daha durduramazsın, pişman olsan bile. Belki birkaç kişiye benim hakkımda
söylediklerinin yalan olduğunu anlatabilirsin, fakat dedikodu rüzgârları artık onları her yere taşıdı bir kere. Tek bir kibriti üfleyerek söndürebilirsin, fakat tek bir kibritin başlattığı koca bir orman
yangınını bir üflemeyle söndüremezsin!"
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#74
Hz.Süleyman bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar. Karınca da, Bir buğday tanesi yerim diye cevap verir. Cevabın doğruluğunu kontrol etmek isteyen Hz.Süleyman (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyar ve hava alacak şekilde şişeyi kapatır.

Sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır. Hz.Süleyman (a.s) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar. Karınca da, "Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. Ben de O'na güvenerek bir buğday tanesini yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi.

Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden yarısını bıraktım der."
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#75
...... Babası İspanya'nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkumdu küçük kızın.Fırsat bulduğu her haftasonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi.Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı.Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı...

Çok üzülmüştü küçük kız...Babasına söyledi bunu,o da "üzülme kızım,yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?"dedi.
Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü.bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti.Babası keyifle resme baktı ve sordu:
"Hmmm!Ne güzel bir ağaç bu!Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?
Küçük kız babasına eğilerek,sessizce:
"Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri!....."

içimizdeki çocuğu kaybetmemek dileğiyle...
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#76
Çok eskiden, kendini beğenmiş şımarık bir fare ile, akıllı ve alçak gönüllü bir deve yaşardı. Bir gün karşılaşıp arkadaş oldular. Fare: -Sana kılavuzluk etmeliyim! dedi...Yularından çekip istediğim yere götürmeliyim!... Deve arkadaşının küstahça teklifine razı oldu. Bir süre gittikten sonra küçük bir dere kenarına ulaştılar. Devenin diz kapaklarına bile ulaşmayan su, Fare için uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi... -Ben buradan geçemem diye fısıldadı korkuyla... Deve:-Ne bekliyorsun? diye çıkıştı. Kılavuz önden gider, dal bakalım suya... -Ama... diye kekeledi Fare, görmüyor musun su çok derin? Fare mahcup olmuş, boyundan büyük işlere giriştiği için kıpkırmızı kesilmişti... -Sizin için küçük ama, bana göre çok büyük bir su....diye inledi. Ben artık kılavuz olmaktan vazgeçiyorum. Keşke daha önceden düşünseydim de boyumdan büyük işlere girişmeseydim. -Evet, dedi Deve, yumuşak bir sesle, herkes kendi haddini bilmeli ve asla aldatıcı gurura kapılmamalı
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#77
iNSAN
75 yıl yaşayan bi insan , hayatında toplam:

50 ton yemek yiyor

40 ton su içiyor

130 bin km yol yürüyor

90 milyon kelime konuşuyor

18 yıl ayakta duruyor

25 bin beygir gücü enerji harcıyor

300 ton ağırlık kaldırıyor

105 gün suda kalıyor

26 yıl uyuyor....

İnsanın maddi değerine gelince:

Bir insanda 7 kalıp sabun yapacak kadar yağ, orta boy çivi yapacak kadar demir, bir kahve fincanını dolduracak kadar şeker, küçük bir tavuk kümesini badanalayacak kadar kireç, 2000 kibrit yapacak kadar fosfor,
ufak bir topun atımına yetecek barut için potasyum var...
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#78
Kanuni Sultan Süleyman, adamlarıyla birlikte avlanmaya çıkmıştı. Bir ceylanın peşinden koşarlarken zamanın nasıl geçtiğinin ayırdına varamadılar.

'Biz nerelere geldik böyle?' diyerek çevrelerine bakındıklarında hava kararmaya yüz tutmuştu.

Gök kararmakla kalmamış, şiddetli bir rüzgar ve ardından da savruntulu bir yağmur bastırmıştı. Hünkar ve adamları, bu dağ başında bulabildikleri bir kulübeye kendilerini zor attılar.

Sığındıkları kulübede, geçimini odunculuk yaparak sağlayan yoksul bir köylü yaşıyordu. Adamcağız bu Tanrı konuklarını içeri aldı, onlara elinden geldiğince yardımcı olmaya başladı.

Padişah kendini özellikle tanıtmak istememişti; ama yoksul oduncu onun kim olduğunu anlamakta gecikmedi. O nedenle ocağa büyük büyük odunlar atıp kulübeyi iyice ısıttı.Bir de sıcacık çorba ikram etti.

Dışarıda hem ıslanıp hem üşüyen padişah ve adamları bu durumdan pek memnun kalmışlardı. Geceyi orada rahatça geçirdiler. Hatta padişah bir ara çevresindekilere, 'Doğrusu şu ateş bin altın eder' diye de söylendi.

Ertesi gün yola çıkmadan önce padişah oduncuya önce memnuniyetini bildirdi:

'Efendi! Bizi ihya ettin. Harlı ateşin sayesinde geceyi pek rahat geçirdik' dedi ve sordu:

'Söyle bakalım borcumuz ne kadar?'

Oduncu, kırk yılda bir eline geçen bu olanağı değerlendi ve parayı biraz yüksek söyledi:

'Bin bir altın yeter, beyzadem' dedi.
'Çok fazla istemedin mi?'diye soran padişaha.
'Yemek ve yatak bedeli bir altın,ateşin bin altın ettiğini de zaten siz söylediniz.'dedi.

Padişah adamın kıvrak zekası karşısında gülümsedi ve bin bir altını ödedi.

ATEŞ PAHASI sözü buradan gelir.
post_groan.gif quote.gif
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#79
Deniz kenarına oturmuş, gözlerini de ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki
de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı
sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti.
Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip:
- Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika değil mi?
Küçük çocuk, başını çevirmeden;
- Ama rüzgârlı, dedi. Topum denize düşünce sürükleyip götürdü.
Adam, çocuğun yanına oturup:
- Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!. dedi. Ama şimdi adım bile
atamıyorum.
Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi
görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı.
Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla:
- Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur.
Çocuk, büyük bir sevinçle:
- Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi?
- Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de,
duaların sevabı sana yeter.
Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her
okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha
sonra da, topun dönmesi için Allah’tan yardım istedi. Ama üzüntüsü
azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona
katmıştı.. Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön
değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük. Akşam üstü hava
biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk,
eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı.
Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup: -
Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi. Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim.
Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip:
- Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. Denizde “av” diye bir şey kalmadı.
- Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın
kaybetmeyin!. Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de “rasgele”
derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı.
Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken:
- Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım?
- Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk. Bunu yeni
öğrendim.
Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak: -
Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden.
Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu.
Yanındaki yaşlı adam ona bir
göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski
örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl
parıldayan bir futbol topu.
Balıkçı, onu çocuğa uzatıp:
- Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum!.
Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir
rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. B alıkçı da, sandal
da, ihtiyar da… Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp:
- Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi. Ya dua etmeseydim ne olurdun
o zaman?
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#80
Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş.

"Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum" demiş.

Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı "Olur" demiş çekine çekine.

Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup

üçünün de altını yakmış.

"Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana" demiş oğluna.

Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş...

Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.

Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki

kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş. Her üçünü de yirmi

dakika süreyle kaynatmış. Daha sonra kapları indirip yemek masasına

buyur etmiş oğlunu.

Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları,

yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara

yerleştirmiş. Sonra oğluna dönüp sormuş: "Ne görüyorsun?"

Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış.

"Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış.

Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış.

Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.. "

Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş:

"Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır. Aşksız bir evlilikte her

iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler,

eskitirler, pörsütürler.

Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül

etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar,

birbirlerinden uzaklaşırlar.

Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa

olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında

kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar

kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun

yıllar geçirmeye isteklidirler.

Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu. "Asıl ders bu değil!"

dedi baba. Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların

içinde kalan suları gösterdi.

Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde de bir

tat yok " Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir

fincana boşalttı. Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna

uzattı. "İçmek istersin herhalde" dedi. Oğlu kahvesini yudumlarken

konuşmasını sürdürdü. "Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen

eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur

verici. Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve

gibi... Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve

şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini

katmayı başarırlar."



HERKESE KAHVE ÇEKİRDEKLERİ BENZERİ EVLİLİKLER DİLEÄžİMLE........
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 9 Ziyaretçi
  Tarih: 11-24-2024, 09:13 AM