denizin üstünde ilk ben okudum
düşlerden uyandığımda
yanımda yatan kadının
kirli sarı saçlarını boyadığı şarap şişelerinde
uyuttuğu intihar mektuplarını
susmuştu
içimdeki çocuk parkı durmuştu
hangi atlı karıncaya binsem içimde bir korku
bir ihtiyar cenin
merdiven altlarında
küçük adamlara sunuluyordu
utandım
gizlice attım
cebimdeki artist resimlerini
cebimde öksüz kalmış bir çocuğun telaşı
cebimde bir isyan
ve deniz taşmalı büyük bir gürültüyle
alıp savurmalı mektuplarını
o bizi büyüten
kumdan havuzlarına salıncakların
yeni bir isim bulunmalı
-ben bulsam-
ayrılık bize uğramazdı
ayrılık uyurdu
lisede sıra altlarında
yakalanırdı
korkardı
utanırdım
çıkarıp atardım
bütün ders notlarımı
intihar mektuplarını cebimdeki
çıkarıp atardım
hırpalanmışlığımla kalakalırdım
biz ki ağlamıştık
uzayıp giden cinnet saatleri pusudaydı
belki de hüzne endeksliydi aşk
gözlerinde yarım kalmış projelerin eskizleri
zeki
parıltılı
sesime bakacak kadar sağırdı
usulca dokundum avuçlarına
ağlaştık
ve sustuk
suskunluğumuzda saklıydı
yıllardır oynadığımız oyunun
intihar kuralları
düşüp ölecektim belki
cadde boyunca yatacaktı cesedim
cesedim
halkım gibi kayıtsız
geçip giden zamana
anneme sorsam beni dövecekti
ağlayacaktım elimde elli gram kıyma
utanacaktım
hep en geride kalacaktı gazoz kapaklarım
hep en gerisinde kalacaktım çizginin
beni duyacak kadar kördün
beni duyacak kadar kör
körlüğün kargayı keklik sanacak kadar nişancı
ses versem beni vuracaktın
cesedim anıt diye yakılacaktı
cinnet saatleriydi
pusudaydım
savurup attım kendimi kumdan havuzlarına
bizi büyüten salıncakların
açılıp kapanırken dönmedolap
tutup savurdum bütün kinimi
yalancı oyunlarına akvaryumun-lunaparkın-
sıyrılırken çocukluğum çocukluğumdan
söz verdim kendi kendime
her sunulan ihtiyar cenine karşılık
bir küçük adam öldüreceğim
merdiven altlarında
aklımda ellerini unuttuğun tembellik saati
ve radyodan süzülen o hüzzam
tempo tutuşun bileklerini kırarak
aklımda yalanlarını inkarın uykunda
hani intihar mektupların vardı telaşla yazılmış
-hayatın bundan sonrasını terkediyorum-
diye yazan terkedilişin en kötü yerinde
alel acele düşürülmüş yıldızlardan
aklımda
yüzün
elin
gözlerin
ve bana dönüşünde getireceksen
şapkası unutulmuş -a-ların gizini
aklımda ölümün en deli planı
onu sana vereceğim
yeni düşler edindim bugün
bizi bize düşman eden nedenler
üzülüp bir bir kayıp gitti
parke taşlarının arasında yeşeren çimenlerin köklerine
sen en çok bugün ağladın
sen hiç bu kadar kararmazdın
utanmasam ben de ağlayacaktım
utanmasam tutup atacaktım kendimi sana
yeni düşler edindim ya
körlere göre değilmiş matematik
hangi eksi artıya benzemez ki
hangi eksi bize yönelmiş bir düş değil
eksilerle sevdim seni
eksilerle pozitif dizeler bulmaya çalıştım
ayrılığa
ayrılık yaban ördeği
yalancı düdüklerle çağrılan
eti sert eti lezzetli
biraz da pişman bir burukluk bırakan
çok sular içtim senden sonra
çok sulara seni sordum
oysa susatmaz ördek eti
balıklar gibi
eskiden olsa gülerdim
eskiden olsa söylemezdim
eskiden bir akvaryumum vardı
lepistesler doğurmuştum bize benzeyen
bir yanı garip
bir yanı saydam
adı da eylül olsun
eylül en çok hüzne yakışır
biraz da hüzün değil midir aşk
aşk hüznü sevmek değil mi
değilse neden
dönüp dönüp hüzne değiyor başım
Alıntı
düşlerden uyandığımda
yanımda yatan kadının
kirli sarı saçlarını boyadığı şarap şişelerinde
uyuttuğu intihar mektuplarını
susmuştu
içimdeki çocuk parkı durmuştu
hangi atlı karıncaya binsem içimde bir korku
bir ihtiyar cenin
merdiven altlarında
küçük adamlara sunuluyordu
utandım
gizlice attım
cebimdeki artist resimlerini
cebimde öksüz kalmış bir çocuğun telaşı
cebimde bir isyan
ve deniz taşmalı büyük bir gürültüyle
alıp savurmalı mektuplarını
o bizi büyüten
kumdan havuzlarına salıncakların
yeni bir isim bulunmalı
-ben bulsam-
ayrılık bize uğramazdı
ayrılık uyurdu
lisede sıra altlarında
yakalanırdı
korkardı
utanırdım
çıkarıp atardım
bütün ders notlarımı
intihar mektuplarını cebimdeki
çıkarıp atardım
hırpalanmışlığımla kalakalırdım
biz ki ağlamıştık
uzayıp giden cinnet saatleri pusudaydı
belki de hüzne endeksliydi aşk
gözlerinde yarım kalmış projelerin eskizleri
zeki
parıltılı
sesime bakacak kadar sağırdı
usulca dokundum avuçlarına
ağlaştık
ve sustuk
suskunluğumuzda saklıydı
yıllardır oynadığımız oyunun
intihar kuralları
düşüp ölecektim belki
cadde boyunca yatacaktı cesedim
cesedim
halkım gibi kayıtsız
geçip giden zamana
anneme sorsam beni dövecekti
ağlayacaktım elimde elli gram kıyma
utanacaktım
hep en geride kalacaktı gazoz kapaklarım
hep en gerisinde kalacaktım çizginin
beni duyacak kadar kördün
beni duyacak kadar kör
körlüğün kargayı keklik sanacak kadar nişancı
ses versem beni vuracaktın
cesedim anıt diye yakılacaktı
cinnet saatleriydi
pusudaydım
savurup attım kendimi kumdan havuzlarına
bizi büyüten salıncakların
açılıp kapanırken dönmedolap
tutup savurdum bütün kinimi
yalancı oyunlarına akvaryumun-lunaparkın-
sıyrılırken çocukluğum çocukluğumdan
söz verdim kendi kendime
her sunulan ihtiyar cenine karşılık
bir küçük adam öldüreceğim
merdiven altlarında
aklımda ellerini unuttuğun tembellik saati
ve radyodan süzülen o hüzzam
tempo tutuşun bileklerini kırarak
aklımda yalanlarını inkarın uykunda
hani intihar mektupların vardı telaşla yazılmış
-hayatın bundan sonrasını terkediyorum-
diye yazan terkedilişin en kötü yerinde
alel acele düşürülmüş yıldızlardan
aklımda
yüzün
elin
gözlerin
ve bana dönüşünde getireceksen
şapkası unutulmuş -a-ların gizini
aklımda ölümün en deli planı
onu sana vereceğim
yeni düşler edindim bugün
bizi bize düşman eden nedenler
üzülüp bir bir kayıp gitti
parke taşlarının arasında yeşeren çimenlerin köklerine
sen en çok bugün ağladın
sen hiç bu kadar kararmazdın
utanmasam ben de ağlayacaktım
utanmasam tutup atacaktım kendimi sana
yeni düşler edindim ya
körlere göre değilmiş matematik
hangi eksi artıya benzemez ki
hangi eksi bize yönelmiş bir düş değil
eksilerle sevdim seni
eksilerle pozitif dizeler bulmaya çalıştım
ayrılığa
ayrılık yaban ördeği
yalancı düdüklerle çağrılan
eti sert eti lezzetli
biraz da pişman bir burukluk bırakan
çok sular içtim senden sonra
çok sulara seni sordum
oysa susatmaz ördek eti
balıklar gibi
eskiden olsa gülerdim
eskiden olsa söylemezdim
eskiden bir akvaryumum vardı
lepistesler doğurmuştum bize benzeyen
bir yanı garip
bir yanı saydam
adı da eylül olsun
eylül en çok hüzne yakışır
biraz da hüzün değil midir aşk
aşk hüznü sevmek değil mi
değilse neden
dönüp dönüp hüzne değiyor başım
Alıntı
İstenilirse kaynak gösterilir.