emmini eşşek belleme
[COLOR="Blue"]Karatepeli'nin biri Kadirli'ye gelir. Canı pekmez ister. Fırından bir çörek satın alır. Sonra da pekmez aramaya çıkar. Gezerken bir ayakkabı tamircisine rastlar. Gön suyunu pekmeze benzeterek "Oğlum, elli kuruşluk pekmez ver" der. Adam pekmez satmadığını söyler. Karatepeli biraz daha gezinir ama pekmez bulamaz. Tekrar ayakkabıcının yanına gelir. "Oğlum, elli kuruşluk pekmez ver" der. Adam dayanamaz, bir tasın içine gön suyu dökerek verir. Karatepeli çöreğini gön suyuna batırarak yer. Sonunda elini silerek; "Oğlum, emmini eşek belleme ya der, pekmezin de pek iyi değilmiş."
[/COLOR]
En Büyük Ağadır
[COLOR="Blue"]Köy ağalarının biri çok gaddarmış. Her istediğini yaparmış. Kendisinden önce kimse yürüyemez, baş köşeler daima kendisine ayrılırmış. Ağanın oğlu da durumu bilir ve olaydan gurur duyarmış.
Bir gün camideyken, ağanın oğlu bakar ki imam babasından önde oturuyor. Oldukça canı sıkılır. Nasıl olur da imam, köy ağasından önde oturur? Namazı erken bırakıp çıkar ve kapının kenarında bekler. İmam çıkarken birkaç tane tokat patlatıverir. Neye uğradığını şaşıran imam şaşkınlıkla sorar:
- Niye vuruyorsun bana?
- Vururum tabi. Babam koskoca ağa olsun da, sen camide ondan önde otur. Olacak şey mi bu?
- Yahu kardeşim, ben imamım. İnsanlara namaz kıldırıyorum. O yüzden de önde oturmam gerek.
- Ben anlamam arkadaş. Kimse babamdan önde oturamaz.
İmam bakar ki oğlana laf anlatmak mümkün değil, ağaya şikâyetlenir:
- Ağam, oğlun geldi bana birkaç tokat attı. Niye vuruyorsun deyince de "Sen babamdan önde oturu-yordun. Kimse babamdan önde oturamaz" dedi. Ne yapacağımı şaşırdım.
Ağa bunun üzerine:
Eee, imam efendi der. Yalan deel hani. Sen de biraz önde oturuyordun yani. Deel: Değil.[/COLOR]
Karatepeli Kızın Derdi
[COLOR="Blue"]Ailesiyle beraber bir ağanın yanında çalışan Karatepeli genç kız, bir gün villanın havuzunun etrafını temizlerken, hülyalara dalar. Kendi kendine "Ağa beni oğluna istese, biz evlenince bir oğlumuz olsa, bir akrabası oğlumuza top getirse, oğlan havuzun etrafında topla oynarken top havuza düşse, oğlan topun ardı sıra havuza düşüp.boğulsa, ben ağaya ne derim,diye düşünür ve başlar ağlamaya. Kızın bu halini gören anne koşup gelir, ne olduğunu sorar. Kız düşündüklerini anlatır. Bu kez başlar ikisi birden ağlamaya. Derken sırayla ağabeyi ve babası katılırlar ekibe ve ortalığı bir matem havası burur. Bu arada bahçeye çıkan ağa durumu görür. Merak edip sorar. Kızın kurduğu hayal yüzünden hepsinin ağladığını öğrenince de küplere binerek hepsini evden kovar.
[/COLOR]
Karatepeli'nin Döveni Kayıp
[COLOR="Blue"]Bir gün bir Karatepeli, dövenini sırtına bağlayarak, harman yerinin yolunu tutmuş. Yol üstünde bir kekliğe rastlamış. Onun peşine düşmüş. Şura senin bura benim derken, akşam olmuş. Harmanı da dövememiş kekliği de tutamamış. Eve dönecekken, sabahleyin harmana gitmek üzere yola çıktığını hatırlamış. Ama döveni nereye bıraktığını hatırlayamıyormuş. Gezdiği bütün yerleri yeniden dolaşmaya başlamış. Ancak gecenin karanlığında ayağı kayıp sırt üstü düşmüş. Bir de bakmış ki, döven sırtında hâlâ bağlı duruyor.
[/COLOR]
Karatepeli Paşa
[COLOR="Blue"]Karatepelinin biri, methini duyduğu İstanbul'a, zengin ve büyük bir adam olmak için gitmiş. Nasılsa günün birinde saraya bostan bekçisi olarak girmeyi ba-
şarmış. Çalışkanlığı ve saflığı sayesinde padişahın gözüne girmiş. Kısa bir sürede mevkii, rütbesi büyümüş. Derken bir gün isteğine kavuşarak sadrazam olmuş.
Padişah bir gün bahçede dolaşırken, Karatepeli Paşaya rastlamış. Kısa bir sohbetten sonra sormuş:
- Paşam, millet ve devletin hali nic'ola? Karatepeli Paşa:
- Sorma şevketlüm, ben gibi Karatepeli'den sadrazam, zat-ı devletleri gibi padişah olduktan sonra, devletin halini ancak Allah bilir.
:yikildim: [/COLOR]
Karatepeli Tekkulak
[COLOR="Blue"]Karatepeli Tekkulak, davar alıp satmakla geçimini sağlamaktadır. Bir gün yolu Kayseri dolaylarına düşer. Aradığı davarları istediği fiyatla alamayınca gittiği köyden ayrılıp yol kenarına iner ve diğer köye gitmek için aracı beklemeye başlar. Bu arada yoldan iki kadın geçmektedir. Karatepeli kadınlara hava atmış olmak için: "Of be ne biçim memleket burası arkadaş? Arabası bile yok!" der. Kadınlardan biri merak edip sorar:
Nerelisin sen kardaş?
- Çukurovalıyım.
- Ne anyon buralarda?
Bidene arıyom işte.
Karatepelinin işi şakaya vurmak istediğini anlayan kadın:
- Get babam get, get tez. Bizim burda çift kulaklıya varmıyorlar ki senin gibi tek kulaklıya varsınlar, der. Tabii Karatepeli, bu söze verecek cevap bulamaz.[/COLOR]
katır yumurtası
[COLOR="Blue"]Karatepelinin biri, ilk defa şehre iner. Dolaşırken yolu sebze haline düşer. Karpuz yığınlarının önünden geçerken merak edip sorar:
Selamünaleyküm hemşerim, nedir bu sattıkların?
Karşısındakinin Karatepeli olduğunu anlayan açıkgöz manav:
- Aleykümselam arkadaş, bunlar katır yumurtası olur.
Kaç para tanesi?
Senin için beş kuruşa olur.
Karatepeli fiyatı makul bularak en büyüklerinden bir karpuz seçer, sonra da sorar:
Şimdi ben bu yumurtayı götürsem, içinden katır yavrusu çıkar mı? Çıkarsa kaç günde çıkar?
Manav:
- Götürüp sıcak bir yerde on gün sakla, on birinci gün katır sahibisin.
Bu kadar kısa bir sürede katır sahibi olmak, Kara-tepelinin çok hoşuna gider. Karpuzu alır, köye doğru koyulur. Epeyce yol aldıktan sonra dinlenmek ister ve yokuşun başında bir yere oturur. Fakat karpuz her nasılsa elinden pırtarak dereye doğru yuvarlanmaya başlar. Karatepeli de arkasından koşar. Karpuz biraz ilerde taşa çarparak kırılır. Tesadüfen orada bulunan bir tavşan, gürültüden korkarak kaçmaya başlar. Karatepeli tavşanın ardından koşar ama yakalayamaz:
- Yaa gördün mü işte şanssızlığı? Yumurtadaki, yetişkin yavruymuş ama elimizden kaçırttık. Karatepeli yorgun argın eve gelir ve olanları hanımına anlatır. Kadın da ondan farklı değil:
Tüh yazık olmuş, kaçmasaydı, yaylaya çıkarken binerdik.:yikildim: :yikildim: :yikildim:
off allahım yaaa bu öldürdü beni[/COLOR]
oyun
[COLOR="Blue"]Çobanın biri hiç namaz kılmamış ve kılınırken de görmemiş. Ağası bir gün satmak için kente davar indirmiş. Çobana malı kasaba pınarına yatırmasını
söylemiş. O gün de Cuma imiş. Birer ikişer Cuma ab-desti almaya gelirmiş insanlar. Çoban da gönlünden:
- Herhalde bir ölet var. Bizim azık da az. Ağa kim bilir ne vakit gelecek diyerek elini yüzünü yıkamış ve davarları Karabaş'a emanet edip, bir ihtiyarın arkasından koşmuş, camiye gelmiş, hutbeyi dinlemiş. Daha sonra namaza durulmuş. O da diğerlerine bakarak, namaz kılmaya başlamış. Rükû'ya vardıkları anda bizim Karatepeli, birdirbir oynadıklarını sanarak, önündeki adamın sırtına atlamış. Neye uğradığını şaşıran adam, arkasını dönmüş ve Karatepeliye olanca gücüyle bir tokat atmış. Bizim yankılı hiç tmmamış. O vakte kadar ayağa kalkmış olduğundan arkasına dönmüş ve o da kendi arkasındakine basmış tokatı. Artık cemaat namazı bir yana bırakıp, çobanı dövmeye başlamış. Çoban kaçarken, gücünün yettiğince bağırarak:
Yahu siz ne biçim adamlarsınız be, oyunu siz çıkardınız, siz cıllazıyorsunuz diye dursun, güzel bir dayak yemekten kurtulamamış.
Ölet: Ölü, cenaze. Azık: Yol yemeği, kumanya. Tınmak: üstüne alınmak. Cıllazmak: Oyunda hile yapmak.[/COLOR]
kartlamış
[COLOR="Blue"]Karatepeli ilk defa gittiği il pazarında gördüğü ama adını bilmediği incirden bir kilo alıp yiyor. Tadını çok beğeniyor. Ertesi hafta pazara gidecek komşusuna:
Pazarda güzel bir yemiş var. Aman bana ondan bir kilo al diyor.
- Nasıl bir yemiş bu?
- İçi darı gibi, dışı deri gibi.
Pazara giden komşusu, araya araya bu tarife uygun olarak patlıcanı buluyor ve alıyor. Dışı deri gibi, kıvırınca da içinde darı gibi tohumları var. Köye dönünce patlıcanları komşusuna veriyor. Karatepeli ısırıp tadına bakıyor.
Yahu bir haftada kartlamış be diyor, hem uzamış hem tadı bozulmuş.
[/COLOR]
karışık postallar
[COLOR="Blue"]Eskiden Karatepe'nin erkekleri çarşıya giderler. Hepsinin ayağı yalındır. Çarşıdaki dükkânda çizmeye benzer, deriden dikilmiş postallar var. Bunlardan birer tane alırlar. Eve geri dönüşte yorulurlar ve dinlenmek için ayaklarını uzatırlar. Fakat bütün ayaklardaki postallar bir birinin aynı olunca hiç kimse ayağını bilemez. O sırada yoldan geçen bir yolcuya hep birlikte yalvarırlar, yardım isterler.
Biz ayaklarımızı karıştırdık, ne olur bunları ayırın, derler. Adam eline bir sopa alıp var gücüyle ayaklarına vurmaya başlar. Canı yanan ayağına sahip olur. Yolcunun elini öpüp alkış verirler. "Allah gönderdi seni" derler. Gelmeseydin halimiz ne olurdu?
[/COLOR]
deve yükü
[COLOR="Blue"]Karatepelinin biri devesine kuru ot yüklemiş. Yolda giderken bakmış ki otun uçları yere sürtünüp gidiyor. Bunların ucunu biraz kısaltayım deyip kibriti çakar otları tutuşturur. Bir de ne görsün, deve alevler içinde kaçmıyor mu... Şaşkına dönen deve sahibi arkasından bağırır: "Hee haa kara lök, aklın varsa çamura çok."
Lök: deve
[/COLOR]]
dam direği
[COLOR="Blue"]Karatepelinin biri ekmek yapmak ister. Bunun için de su testisini ve hamur karacağı kabı yanma alarak un çuvalının yanına gelir. Çuvalın önünde evin dam direği vardır. Gelin bir elini dam direğinin etrafına sarar. Diğer elini de un dolu çuvala batırır. Her iki elini de un dolu olarak çekmek ister. Ama arada direk vardır. Gelin bağırarak komşulardan yardım ister. Komşular gelirler. Bir çare bulamazlar. Köyün akıllı hocası Akıllı Mehmet'i çağırırlar. Mehmet elini alnına koyup düşünür ve der ki:
Arkadaşlar, şimdi direği kesersek dam çöker, gelin de ölür. Direği kesende ölmektense tek kollu olmak iyidir. Böylece gelinin bir kolunu keserler.[/COLOR]
hediye
[COLOR="Blue"]Kozanoğlu beyine bir hediye götürmek isteyen Ka-ratepeliler düşünmüş taşınmış ve bir kartal hediye etmeye karar vermişler. Götürmüşler kartalı vermişler. Hediyeyi alınca şaşırmış Kozanoğlu "Yahu kartaldan hediye olmaz. Bunlar deli mi acaba? Yoksa beni mi sınıyorlar?" demiş kendi kendine... Anlamak için bir oyun düzenlemiş. Kara üzümle bokböceğini karıştırmış, bir tabakla önlerine koymuş. Böcekler önce korkularından pusmuş kaçmamışlar. Karatepeliler tam yemeye başladıklarında bokböceklerinin içinden tek tuk kalkıp uçmaya başlayanlar olmuş. Bizimkiler "Yahu geride kalan nasılsa bizim. Kaçanı yiyelim. Kalanı sonra da yeriz" diyerek bok böceklerini yemişler. Kozanoğlu o zaman onların deli olduklarını anlamış.
[/COLOR]
[COLOR="Blue"]Karatepeli'nin biri Kadirli'ye gelir. Canı pekmez ister. Fırından bir çörek satın alır. Sonra da pekmez aramaya çıkar. Gezerken bir ayakkabı tamircisine rastlar. Gön suyunu pekmeze benzeterek "Oğlum, elli kuruşluk pekmez ver" der. Adam pekmez satmadığını söyler. Karatepeli biraz daha gezinir ama pekmez bulamaz. Tekrar ayakkabıcının yanına gelir. "Oğlum, elli kuruşluk pekmez ver" der. Adam dayanamaz, bir tasın içine gön suyu dökerek verir. Karatepeli çöreğini gön suyuna batırarak yer. Sonunda elini silerek; "Oğlum, emmini eşek belleme ya der, pekmezin de pek iyi değilmiş."
[/COLOR]
En Büyük Ağadır
[COLOR="Blue"]Köy ağalarının biri çok gaddarmış. Her istediğini yaparmış. Kendisinden önce kimse yürüyemez, baş köşeler daima kendisine ayrılırmış. Ağanın oğlu da durumu bilir ve olaydan gurur duyarmış.
Bir gün camideyken, ağanın oğlu bakar ki imam babasından önde oturuyor. Oldukça canı sıkılır. Nasıl olur da imam, köy ağasından önde oturur? Namazı erken bırakıp çıkar ve kapının kenarında bekler. İmam çıkarken birkaç tane tokat patlatıverir. Neye uğradığını şaşıran imam şaşkınlıkla sorar:
- Niye vuruyorsun bana?
- Vururum tabi. Babam koskoca ağa olsun da, sen camide ondan önde otur. Olacak şey mi bu?
- Yahu kardeşim, ben imamım. İnsanlara namaz kıldırıyorum. O yüzden de önde oturmam gerek.
- Ben anlamam arkadaş. Kimse babamdan önde oturamaz.
İmam bakar ki oğlana laf anlatmak mümkün değil, ağaya şikâyetlenir:
- Ağam, oğlun geldi bana birkaç tokat attı. Niye vuruyorsun deyince de "Sen babamdan önde oturu-yordun. Kimse babamdan önde oturamaz" dedi. Ne yapacağımı şaşırdım.
Ağa bunun üzerine:
Eee, imam efendi der. Yalan deel hani. Sen de biraz önde oturuyordun yani. Deel: Değil.[/COLOR]
Karatepeli Kızın Derdi
[COLOR="Blue"]Ailesiyle beraber bir ağanın yanında çalışan Karatepeli genç kız, bir gün villanın havuzunun etrafını temizlerken, hülyalara dalar. Kendi kendine "Ağa beni oğluna istese, biz evlenince bir oğlumuz olsa, bir akrabası oğlumuza top getirse, oğlan havuzun etrafında topla oynarken top havuza düşse, oğlan topun ardı sıra havuza düşüp.boğulsa, ben ağaya ne derim,diye düşünür ve başlar ağlamaya. Kızın bu halini gören anne koşup gelir, ne olduğunu sorar. Kız düşündüklerini anlatır. Bu kez başlar ikisi birden ağlamaya. Derken sırayla ağabeyi ve babası katılırlar ekibe ve ortalığı bir matem havası burur. Bu arada bahçeye çıkan ağa durumu görür. Merak edip sorar. Kızın kurduğu hayal yüzünden hepsinin ağladığını öğrenince de küplere binerek hepsini evden kovar.
[/COLOR]
Karatepeli'nin Döveni Kayıp
[COLOR="Blue"]Bir gün bir Karatepeli, dövenini sırtına bağlayarak, harman yerinin yolunu tutmuş. Yol üstünde bir kekliğe rastlamış. Onun peşine düşmüş. Şura senin bura benim derken, akşam olmuş. Harmanı da dövememiş kekliği de tutamamış. Eve dönecekken, sabahleyin harmana gitmek üzere yola çıktığını hatırlamış. Ama döveni nereye bıraktığını hatırlayamıyormuş. Gezdiği bütün yerleri yeniden dolaşmaya başlamış. Ancak gecenin karanlığında ayağı kayıp sırt üstü düşmüş. Bir de bakmış ki, döven sırtında hâlâ bağlı duruyor.
[/COLOR]
Karatepeli Paşa
[COLOR="Blue"]Karatepelinin biri, methini duyduğu İstanbul'a, zengin ve büyük bir adam olmak için gitmiş. Nasılsa günün birinde saraya bostan bekçisi olarak girmeyi ba-
şarmış. Çalışkanlığı ve saflığı sayesinde padişahın gözüne girmiş. Kısa bir sürede mevkii, rütbesi büyümüş. Derken bir gün isteğine kavuşarak sadrazam olmuş.
Padişah bir gün bahçede dolaşırken, Karatepeli Paşaya rastlamış. Kısa bir sohbetten sonra sormuş:
- Paşam, millet ve devletin hali nic'ola? Karatepeli Paşa:
- Sorma şevketlüm, ben gibi Karatepeli'den sadrazam, zat-ı devletleri gibi padişah olduktan sonra, devletin halini ancak Allah bilir.
:yikildim: [/COLOR]
Karatepeli Tekkulak
[COLOR="Blue"]Karatepeli Tekkulak, davar alıp satmakla geçimini sağlamaktadır. Bir gün yolu Kayseri dolaylarına düşer. Aradığı davarları istediği fiyatla alamayınca gittiği köyden ayrılıp yol kenarına iner ve diğer köye gitmek için aracı beklemeye başlar. Bu arada yoldan iki kadın geçmektedir. Karatepeli kadınlara hava atmış olmak için: "Of be ne biçim memleket burası arkadaş? Arabası bile yok!" der. Kadınlardan biri merak edip sorar:
Nerelisin sen kardaş?
- Çukurovalıyım.
- Ne anyon buralarda?
Bidene arıyom işte.
Karatepelinin işi şakaya vurmak istediğini anlayan kadın:
- Get babam get, get tez. Bizim burda çift kulaklıya varmıyorlar ki senin gibi tek kulaklıya varsınlar, der. Tabii Karatepeli, bu söze verecek cevap bulamaz.[/COLOR]
katır yumurtası
[COLOR="Blue"]Karatepelinin biri, ilk defa şehre iner. Dolaşırken yolu sebze haline düşer. Karpuz yığınlarının önünden geçerken merak edip sorar:
Selamünaleyküm hemşerim, nedir bu sattıkların?
Karşısındakinin Karatepeli olduğunu anlayan açıkgöz manav:
- Aleykümselam arkadaş, bunlar katır yumurtası olur.
Kaç para tanesi?
Senin için beş kuruşa olur.
Karatepeli fiyatı makul bularak en büyüklerinden bir karpuz seçer, sonra da sorar:
Şimdi ben bu yumurtayı götürsem, içinden katır yavrusu çıkar mı? Çıkarsa kaç günde çıkar?
Manav:
- Götürüp sıcak bir yerde on gün sakla, on birinci gün katır sahibisin.
Bu kadar kısa bir sürede katır sahibi olmak, Kara-tepelinin çok hoşuna gider. Karpuzu alır, köye doğru koyulur. Epeyce yol aldıktan sonra dinlenmek ister ve yokuşun başında bir yere oturur. Fakat karpuz her nasılsa elinden pırtarak dereye doğru yuvarlanmaya başlar. Karatepeli de arkasından koşar. Karpuz biraz ilerde taşa çarparak kırılır. Tesadüfen orada bulunan bir tavşan, gürültüden korkarak kaçmaya başlar. Karatepeli tavşanın ardından koşar ama yakalayamaz:
- Yaa gördün mü işte şanssızlığı? Yumurtadaki, yetişkin yavruymuş ama elimizden kaçırttık. Karatepeli yorgun argın eve gelir ve olanları hanımına anlatır. Kadın da ondan farklı değil:
Tüh yazık olmuş, kaçmasaydı, yaylaya çıkarken binerdik.:yikildim: :yikildim: :yikildim:
off allahım yaaa bu öldürdü beni[/COLOR]
oyun
[COLOR="Blue"]Çobanın biri hiç namaz kılmamış ve kılınırken de görmemiş. Ağası bir gün satmak için kente davar indirmiş. Çobana malı kasaba pınarına yatırmasını
söylemiş. O gün de Cuma imiş. Birer ikişer Cuma ab-desti almaya gelirmiş insanlar. Çoban da gönlünden:
- Herhalde bir ölet var. Bizim azık da az. Ağa kim bilir ne vakit gelecek diyerek elini yüzünü yıkamış ve davarları Karabaş'a emanet edip, bir ihtiyarın arkasından koşmuş, camiye gelmiş, hutbeyi dinlemiş. Daha sonra namaza durulmuş. O da diğerlerine bakarak, namaz kılmaya başlamış. Rükû'ya vardıkları anda bizim Karatepeli, birdirbir oynadıklarını sanarak, önündeki adamın sırtına atlamış. Neye uğradığını şaşıran adam, arkasını dönmüş ve Karatepeliye olanca gücüyle bir tokat atmış. Bizim yankılı hiç tmmamış. O vakte kadar ayağa kalkmış olduğundan arkasına dönmüş ve o da kendi arkasındakine basmış tokatı. Artık cemaat namazı bir yana bırakıp, çobanı dövmeye başlamış. Çoban kaçarken, gücünün yettiğince bağırarak:
Yahu siz ne biçim adamlarsınız be, oyunu siz çıkardınız, siz cıllazıyorsunuz diye dursun, güzel bir dayak yemekten kurtulamamış.
Ölet: Ölü, cenaze. Azık: Yol yemeği, kumanya. Tınmak: üstüne alınmak. Cıllazmak: Oyunda hile yapmak.[/COLOR]
kartlamış
[COLOR="Blue"]Karatepeli ilk defa gittiği il pazarında gördüğü ama adını bilmediği incirden bir kilo alıp yiyor. Tadını çok beğeniyor. Ertesi hafta pazara gidecek komşusuna:
Pazarda güzel bir yemiş var. Aman bana ondan bir kilo al diyor.
- Nasıl bir yemiş bu?
- İçi darı gibi, dışı deri gibi.
Pazara giden komşusu, araya araya bu tarife uygun olarak patlıcanı buluyor ve alıyor. Dışı deri gibi, kıvırınca da içinde darı gibi tohumları var. Köye dönünce patlıcanları komşusuna veriyor. Karatepeli ısırıp tadına bakıyor.
Yahu bir haftada kartlamış be diyor, hem uzamış hem tadı bozulmuş.
[/COLOR]
karışık postallar
[COLOR="Blue"]Eskiden Karatepe'nin erkekleri çarşıya giderler. Hepsinin ayağı yalındır. Çarşıdaki dükkânda çizmeye benzer, deriden dikilmiş postallar var. Bunlardan birer tane alırlar. Eve geri dönüşte yorulurlar ve dinlenmek için ayaklarını uzatırlar. Fakat bütün ayaklardaki postallar bir birinin aynı olunca hiç kimse ayağını bilemez. O sırada yoldan geçen bir yolcuya hep birlikte yalvarırlar, yardım isterler.
Biz ayaklarımızı karıştırdık, ne olur bunları ayırın, derler. Adam eline bir sopa alıp var gücüyle ayaklarına vurmaya başlar. Canı yanan ayağına sahip olur. Yolcunun elini öpüp alkış verirler. "Allah gönderdi seni" derler. Gelmeseydin halimiz ne olurdu?
[/COLOR]
deve yükü
[COLOR="Blue"]Karatepelinin biri devesine kuru ot yüklemiş. Yolda giderken bakmış ki otun uçları yere sürtünüp gidiyor. Bunların ucunu biraz kısaltayım deyip kibriti çakar otları tutuşturur. Bir de ne görsün, deve alevler içinde kaçmıyor mu... Şaşkına dönen deve sahibi arkasından bağırır: "Hee haa kara lök, aklın varsa çamura çok."
Lök: deve
[/COLOR]]
dam direği
[COLOR="Blue"]Karatepelinin biri ekmek yapmak ister. Bunun için de su testisini ve hamur karacağı kabı yanma alarak un çuvalının yanına gelir. Çuvalın önünde evin dam direği vardır. Gelin bir elini dam direğinin etrafına sarar. Diğer elini de un dolu çuvala batırır. Her iki elini de un dolu olarak çekmek ister. Ama arada direk vardır. Gelin bağırarak komşulardan yardım ister. Komşular gelirler. Bir çare bulamazlar. Köyün akıllı hocası Akıllı Mehmet'i çağırırlar. Mehmet elini alnına koyup düşünür ve der ki:
Arkadaşlar, şimdi direği kesersek dam çöker, gelin de ölür. Direği kesende ölmektense tek kollu olmak iyidir. Böylece gelinin bir kolunu keserler.[/COLOR]
hediye
[COLOR="Blue"]Kozanoğlu beyine bir hediye götürmek isteyen Ka-ratepeliler düşünmüş taşınmış ve bir kartal hediye etmeye karar vermişler. Götürmüşler kartalı vermişler. Hediyeyi alınca şaşırmış Kozanoğlu "Yahu kartaldan hediye olmaz. Bunlar deli mi acaba? Yoksa beni mi sınıyorlar?" demiş kendi kendine... Anlamak için bir oyun düzenlemiş. Kara üzümle bokböceğini karıştırmış, bir tabakla önlerine koymuş. Böcekler önce korkularından pusmuş kaçmamışlar. Karatepeliler tam yemeye başladıklarında bokböceklerinin içinden tek tuk kalkıp uçmaya başlayanlar olmuş. Bizimkiler "Yahu geride kalan nasılsa bizim. Kaçanı yiyelim. Kalanı sonra da yeriz" diyerek bok böceklerini yemişler. Kozanoğlu o zaman onların deli olduklarını anlamış.
[/COLOR]