Sözler Susunca.........
Sözler susunca,
Renkler kaybolunca,
Kokular yabancılaşıp,
Yankılar duyulmayınca,
Kuruyunca tutunulan dal,
El ayak çekilince,
Ay bile kendini esirgeyince...
Bir ağırlık çöker ömrüme...
Bilirim ki bu,
Yaşamanın verdiği bir ağırlıktır.
Ezilsen bir türlü, dik dursan çile!
Bir vardı, bir yoktu. Hangi zamanın içindeydik bilmiyorum ama mutluluk el değildi bize. Günler geceye, geceler sabaha çabucak kavuşurdu. Anlamlı anlamsız sevinçler, bitişikti yüreğime. Yüreğimden yüzüme. Sahi ne çoktu yüzümde gülücükler. Hiç mi hiç hüzün belirtileri yoktu.
Kapı çalardı.Bazen bir çocuk yanlışlıkla basardı zile. Şeker atardım. Bazen komşunun kızı gelir, kahve yapardım. Bazen eskici gelir, yenilerden satardım. Bazen canı sıkılırdı bilmem kimin, iki çene çalardım. Bazen bir anketör gelir, çay içip sorularını yanıtlardım. Bazen akrabalar gelirdi, taa ötelerden. Ne güzel olurdu onlar gelince.
Bazen dememe ve geçmiş zamanın hikaye kipindeki kalıplarıma aldırmayın. Gelir herkes yine. Çalarlar kapımı.
Ama...
Kapı çalınca bazen, gelirdi bir var, bir yok olan. Anlatamıyorum ama anladınız mı? Halim anlaşılır mı?
Dedim ya işte, diyorum ya; bir vardı, birden bire yok oldu...
Kapı çalmadan hissederdim kapının çalacağını. Geleceği vakit, burnuma papatyaların kokusu gelirdi. Hele ki nisansa, tepelerden toplanırdı o papatyalar. Tüm yapraklar gözlerimin içine bakardı. Onlar sussa da anlardım zaten. Bana yangındı. Ben de yangındım. Yanmak, sudan bile korkmamaktı!
Lakin... Bilmem kaçıncı nisandır kapım çalmıyor.
Bu bir yangındı. Yanan dağınık şen tebessümler, yüreğinin rengindeki gözler, konuşulası sözler...
Elimde kurumuş papatyalar. Ben görmüyorum, duymuyorum ve konuşamıyorum.
Kapım belki de çalıyor. Belki yine karşımda herkes. Ama anlamlar, bir anlam ifade etmiyor.
Nisan yine,
Papatyalar hala kuru,
Yangın yine...
Çünkü
Yoksun.