Giden ve dönmeyen, bilen ve asla bildiklerinden şaşmayan,
gözleri yaşlı içi boş gibi görünen ama bir o kadar kalbi dolu bir adamsın sen. Bildiğim ama bilmediğimi iddia ettiğim sayısız sonsuzluk birimlerinden biri olsan da her ne kadar, ben seni o bilinmezliğinin içindeki saf benliğinden tanıdım yolların sonuna doğru giderken. Bildiğim ama söylemediğim şeylerin hepsi seni anlatıyordu içimde. Seni bu kadar sevmemin, senden gidemememin, yine de karşına çıkmaya bu kadar çekinmemin ve sana bu kadar uzak kalmaya çalışmamın sonucunca neler gördüğümü bir sorsan, bir anlasan içimdeki bu yangını; ölüm olurum gecenin en vakitsiz vaktinde…
Sen içimde karanlıklardan krallık kuran, yüreğimin en titrek anlarında içimi dolduran ve içimde çığlar düşüren, bir o kadar yaralayan ama bir o kadar da yaralarımı sarmaya çalışan, ne yaptığını, ne yapmaya çalıştığını asla anlayamayacağım sevgilim, bırak beni.
Ben yalnızlığıma alışmışım ve sana susamışlığım kadar da içine gömüldüğüm bu şehrin her karışına adını yazmışım. Bırak beni. Ben burada öylece sessiz kalmaya çalışırken, sen bir yandan acımasız çığlıklar atmaya çalışan, bir yandan seven, bir yandan da nefret eden o adam…
Sessizliğimi sorguladığın her anımda, içimde bir şeylerin hep acıdığı, içime düş kırıklarımın battığı, yüreğimde o koca vapurların battığı sen. Anlamaya çalıştığın her an benim anlamsızlığımda boğulmaya çalışmanın da anlamını çıkaramıyorum bir türlü. Neden kendini beni anlamak uğruna bu kadar karanlığın içine attığını, neden beni anlamak uğruna bu kadar canına kastını, neden bu kadar üzüldüğünü ve neden bu kadar yaraladığını anlayamadığım; sen…
Kuru çöl geceleri gibi çatlak olan dudaklarımın sana susadığını bildiğin halde bu kadar neden kaçtığını, neden bu kadar ısrarla görünmezliğini ve bu kadar acemi sevişlerini hiç anlayamadığım sen,bir o yana bir bu yana savrulurken ellerimi tutmaya çalışan, bir yandan da tuttuğunu zannettiğim anda ellerimi bir boşluğa bırakan; neden? Köpeklerin ısırmaları acıtmıyo ve sevdiğim her şey sıcaklığıyla yakıyor Bir yandan da sen üşütüyorsun içimi; yalnızlığım kadar gizemli olan adam…
Nedenini ve anlamsızlığını çözemediğim o mayışmış bakışlım. Şifreli konuşmalarının ve şifresiz susuşlarının,gözlerimin içine bu kadar buğulu ve bir o yandan hiçbir anahtarın açmadığı o soğuk bakışların.Ki ne zaman anlamaya çalışsam beni daha da içe çeken, daha da onulmaz halde yaralayan ve neden bu kadar acı ile doldurduğunu anlamadığım kalbimi bu kadar çok karartan ki; fal karanlığında, sen; neden susuyorsun?
Sustuklarının ve bildiklerinin arkasına sığındığını gördüğümde gözlerime inanamadığım, gözlerimi aydınlık bakışların yüzünden açamadığım,sözcüklerimi hiçbir tümceye bağlayamadığım sen.
Uzun tümcelerimin ardından düzeltmelere çalıştığım fakat cümlelerin içinden atamadığım o kelime; sen…
Ne anlatmaya çalıştığımı ve neyi özlediğimi bilmediğim halde özlediğim, seni ne kadar özlemem gerektiğini bilmediğim, hiçbir ışığın aydınlatmayacağı o karanlık kalbim, hepsi şimdi birer muamma kalacak.
Hiçbir anahtar bu sırrı açamayacak, dudaklarım kilitli, gözlerim rüzgara küs kalacak…Sormadığım ve sormaya cesaret edemediğim o birkaç kelimeden biriydi seni yaralayan ve gidişinin sebebi olan bu tümce. Karanlık sulardan geçecek ve bir daha asla geri dönmeyecek bu hisler.
Günün birinde sana ithaf edilmiş olan bu yazıyı okuduğunda kime yazıldığı, kimi anlattığı, kimden hesap sorduğu anlaşılmayacak olan bu yazıyı belki bir başkasına yazıldığını zannederek ki, büyük zahmet ederek okuyacaksın. O zaman gözlerin mi buğulanır, yoksa senin de kalbine benim gibi düş kırıklarımı batışır, yoksa gözlerin kapanıp yaşlar mı boşalır bilemiyorum ama, ben, hala.......neyse.......