Kendini karanlık bir buluta girmiş gibi hissediyor, içinden hiç bir şey yapmak gelmiyordu. Sanki beynindeki saat durmuş, akıp giden zamanın dışında kalmış, unutulmuştu. Geceleri yatağa girdikten donra saatlerce dönüp duruyor, arada uykuya dalsa bile genellikle gün ışımadan uyanıyor, bir daha da gözüne uyku girmiyordu.
Birisiyle konuşurken dalıp gidiyor, dikkatini konuşulan konuya veremiyordu. Son günlerde olur olmaz şeyler için ağlamaya başlamıştı. İçinde hiç geçmeyen bir mahsunluk, bir terkedilmişlik duygusu vardı. Geçmişini gözden geçirdiğinde pişmanlık duyuyor, gelecek için umut besleyemiyordu. Ölüm bir kurtuluş gibi görünüyor, ancak çocukları aklına geliyor ve düşündüklerinden korkuya kapılıyordu.
Sonunda, eşinin baskısıyla bir psikiyatriste gitmeyi kabul etti. Görüşme sırasında oldukça sakindi. Yalnızca bir kez, intihar planlarından ve çocuklarının annesiz kalmalarından duyduğu korkudan söz ederken ağladı. Depresyon tanısını yadırgamadı. İlaç kullanması ve görüşmelere gelmesi gerekiyordu.
İki hafta sonra, kendisini çok daha iyi hissediyordu. Ancak, tam olarak iyileşmesi bir ayı buldu. Bu arada, aslında yıllardır ılımlı bir depresyon içinde yaşamakta olduğunun farkına vardı. Gençlik yıllarındaki heveslerini ve heyecanlarını yitirmesinin aradan geçen yılların doğal bir sonucu olmadığını, otuz beş yaşında da geleceğe yönelik umutlar beslenebileceğini gördü.
Depresyon en sık rastlanan ruhsal bozukluk
Yukarıdaki öykünün kişisel bazı bölümleri var. Herkesin depresyonu aynı özellikleri göstermiyor. Kiminde karamsarlık ve umutsuzluk, kimindeyse genel bir ilgisizlik ve yaşamdan zevk alamama ön plana geçiyor. Bazıları uykusuzluk ve iştahsızlıktan yakınırken, bazen tam tersine aşırı bir uyku ve tıkınırcasına yemek yeme davranışı görülüyor.
Ancak, şu ya da bu biçimde, depresyon toplumda en sık rastlanan ruhsal bozukluk. Her on erkekten birisi ve her beş kadından birisi yaşamı boyunca bir kez depresyon geçiriyor. Bu yüksek oranlar nedeniyle, depresyon psikiyatrinin soğuk algınlığı olarak biliniyor.
Depresyon her yaşta görülebiliiyor. Kadınlarda en sık otuzbeş kırkbeş yaşları arasında, erkeklerde ise kırkbeş altmışbeş yaşları arasında ortaya çıkıyor. Depresyon riskinin en düşük olduğu grup evli erkekler. İkinci sırada evli kadınlar geliyor. Bir başka deyişle, evlilik depresyona karşı koruyucu bir rol oynuyor. En riskli grup ise ayrılmış ya da boşanmış kadınlar.
İstatistiklerdeki en çarpıcı sonuçsa, kuşkusuz, depresyon oranlarının yıllar içinde gösterdiği büyük artış. Son yirmibeş yılda toplumda depresyon görülme sıklığının on ile yirmi kat arasında arttığı bildiriliyor. Depresyon özellikle gençler arasında giderek yaygınlaşıyor. Bu nedenle, bazı araştırmacılar, dünyanın melankoli çağına girmekte olduğunu ileri sürüyorlar.
Depresyon ve intihar
Depresyonun en dramatik sonuçlarından birisi intihar. Depresyon geçiren kişilerin yüzde onbeşi yaşamlarını intiharla noktalıyorlar. Bu oran genel toplum ortalamasının yaklaşık otuz katı. Dolayısıyla, depresyonda intihar girişimlerine yönelik önlemler yaşamsal bir önem taşıyor. Gelişmiş ülkelerde bu amaçla kurulmuş intihar önleme merkezleri var. Söz konusu merkezler ülkemizde de bazı büyük kentlerde kurulma aşamasında. Alınan diğer önlemler arasında, basındaki intiharı kışkırtıcı yayınların denetlenmesi, büyük köprüler gibi intihar için sık tercih edilen yerlerde önlem alınması, ateşli silah bulundurulması konusunda bazı kısıtlamaların uygulanması sayılabilir.
Depresyonun nedenleri:
Kişiyi depresyona sürükleyen nedir? Neden, yaşam insanın gözüne çekilmez bir yük gibi görünmeye başlar? Çoğu zaman, kişinin başından bazı olumsuz olaylar geçmiştir. Bir yakınının ölümü, ağır bir hastalık, evlilikle ilgili sorunlar, ayrılık, işsizlik gibi bir çok neden saptanabilir. Ancak bunların varlığı soruyu tam olarak yanıtlamıyor. Çünkü, bir çok kişi bu tür sorunlarla karşılaşırken, yalnızca bazıları depresyon geçiriyor? Dolayısıyla, bazı kişilerde depresyona bir yatkınlık söz konusu.
Bugünkü bilgimize göre, depresyondaki en önemli yatkınlık etkeni kalıtım. Yapılan araştırmalar, depresyon geçiren kişilerin akrabalarında da depresyonun sık görüldüğünü gösteriyor.
Öte yandan, depresyona yatkın kişilerde bazı kişilik özellikleri dikkat çekiyor. Kimseyi incitmemeye, herkesi hoşnut etmeye çalışıyorlar. Bunlar genellikle aşırı duyarlı, titiz, sorumluluk duygusu yüksek kişiler. Sürekli mükemmeli arıyor, ulaştıkları başarıları yetersiz görüyorlar. Onurlarına fazla düşkünler. Öfkelerini genellikle belli etmiyor, sıkıntılarını içlerine atıyorlar.
Ayrıca, depresyon ilaçlara ya da bedensel hastalıklara bağlı olarak da ortaya çıkabiliyor. Tansiyon ilaçları, tüberküloz tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar ve steroidler söz konusu ilaçlar arasında sayılabilir. Beyin kanamaları ve beyindeki damar tıkanıklıklarından sonra da sıklıkla depresyon ortaya çıkıyor. Depresyona yol açabilen diğer hastalıklar kanser, şeker hastalığı, kalp hastalıkları, ağır kansızlık ve tiroid bezi hastalıkları. Böbrek yetmezliği nedeniyle diyalize giren hastalarda da depresyon sık görülüyor.
Cinsiyete özgü farklar
Yapılan araştırmalar kadınların depresyon konusunda erkeklere göre daha açık sözlü olduklarını gösteriyor. Kadınlar genellikle duygularını kolay açığa vuruyor, yaşadıkları sıkıntıyı dile getirip yardım talebinde bulunuyorlar. Erkeklerse, 'erkek adam ağlamaz' deyişini haklı çıkaracak şekilde davranıyor, depresif duygularını ve umutsuzluklarını gizlemeye, güçlü erkek imajından taviz vermemeye çalışıyorlar.
Beyinde neler oluyor
Depresyon, hangi nedene bağlı olursa olsun bir beyin hastalığı. Depresyon geçirmekte olan kişiler üzerinde yapılan incelemeler, bu kişilerin beyinlerinde depresyon sırasında bazı değişiklikler olduğunu gösteriyor. En sık rastlanan bulgu, sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan kavşaklardaki tıkanıklık. Geçişten sorumlu maddelerin üretimindeki ya da karşı tarafa iletilmesindeki bir bozukluğun depresyona yol açabileceği ileri sürülüyor.
Tedavi
Depresyon ilaç tedavisine iyi yanıt veren bir bozukluk. Hastaların büyük bölümünde iki üç hafta içinde belirgin bir iyileşme görülüyor. Eğer uygun dozda ve yeterli süre ilaç kullanımına rağmen istenen düzelme sağlanamazsa bazı ek ilaçlar ve son çare olarak da elektroşok tedavisi deneniyor.
Psikoterapi, daha çok hafif depresyonlarda tercih edilen bir yöntem. Hastalığın şiddetli döneminde genellikle pek yarar sağlamıyor. Ancak, ilaçlarla belirli bir yatışma sağlandıktan sonra tedaviye eklenmesi, kişinin kendisini ve depresyona zemin hazırlayan kişilik özelliklerini daha iyi tanıması yönünden önem taşıyor.
MANİ: DEPRESYONUN NEGATİFİ
Mani, insanı karamsarlığın derinliklerine sürükleyen depresyonun bir negatifi. Bir aşırı neşe ya da taşkınlık hali. Maniye giren kişinin ruhu bir ırmak gibi gürültüyle akmaya başlıyor. Bu güçlü ve engel tanımaz akış kişiye akıl almaz şeyler yaptırıyor. Örneğin, orta yaşlı mazbut bir kadının aşırı makyaj yapıp, gözalıcı ve seksi giysilerle ortalıkta dolaşmasına, olur olmaz yerlerde kahkahalar atıp, açık saçık fıkralar anlatmasına yol açabiliyor. Ya da ölçülü ve saygılı tavırlarıyla bilinen bir memur, böyle bir nöbet sırasında, müdürün odasına girip, ona hayat hakkında tumturaklı bir nutuk çekebiliyor.
İçini kaplayan taşkın duygular, kişiyi boyuna konuşmaya ve hareket etmeye zorluyor. Bir kaç saatlik uyku kendini dinlenmiş hissetmesine yettiği için günlük uyku süresi azalıyor. Hesapsız harcamalar, iş yatırımları ve tehlikeli bir şekilde araba kullanma manide sık görülen diğer sorunlar.
Maniye giren kişi, genellikle bir aşırı güven duygusu içinde yüzüyor. Bu güven duygusu kimi zaman onu, psikozun gerçek dışı dünyasına kadar götürüyor. Kendini ülkenin tüm sorunlarını çözecek bir politik lider ya da bir peygamber olarak görebiliyor. Nutuklar atıyor, vaazler veriyor, hatta Tanrının onu görevlendirdiğini belirten sesler duymaya, çevrede bazı kutsal işaretler görmeye başlıyor.
Maninin sonu depresyon
'Çok gülen çok ağlarmış' atasözünü doğrulayacak şekilde, manik atak geçiren kişilerin neredeyse tamamı daha sonra bir depresyon geçiriyor. Bu nedenle, mani ayrı bir hastalık olarak görülmüyor. Mani ve depresyon aynı ruhsal bozukluğun iki farklı evresi olarak kabul ediliyor. Sanki, duyguları düzenleyen zemberek bozulmuş gibi, kişi aşırı uçlara savrulup duruyor. Neşe ve taşkınlığın doruklarına tırmanıyor, sonra karamsarlığın derinliklerinde kayboluyor. Arada, normal dönemler olsa da, sarkaç bu şekilde maniyle depresyon arasında sallanıp duruyor.
Maniye kim daha yatkın?
Mani ve depresyon evrelerinden oluşan ruhsal bozukluk 'İki Kutuplu Duygu Bozukluğu' olarak adlandırılıyor. Bu bozukluk, yalnızca depresyon dönemlerinin görüldüğü 'Tek Kutuplu duygu Bozukluğu'ndan bir çok yönden farklılıklar gösteriyor. Bir kere toplumdaki yaygınlığı depresyona göre oldukça düşük; yüzde bir dolayında. Daha erken yaşlarda ortaya çıkıyor. Kalıtımın rolü bu bozuklukta daha belirgin. Birinci derece akrabalarda bu hastalığı geçiren birisi varsa, kişinin hastalanma olasılığı toplum ortalamasının altı katına yükseliyor.
Tedavi ve korunma:
Mani tedavisinde etkinliği gösterilmiş çok sayıda ilaç var. Ayrıca, kişiyi iyileştikten sonra yeniden hastalanmaktan korumak için kullanılan ilaçlar da oldukça etkili. Ancak, yıllarca koruyucu ilaç kullanma zorunluluğu genellikle hastalar için sorun oluyor. Bir çok hasta bu nedenle bir süre sonra ilacı bırakıp yeniden hastalanıyor.
Depresyonun Mantığı:
Depresyondaki olumsuz düşünceler, hatalı ve tek yanlı işleyen bir mantık sisteminin ürünü. Bu mantık sisteminin bir tarafından ne verirseniz verin, diğer taraftan mutlaka karamsar ve umut kırıcı yorumlar çıkıyor. Umuda çıkan tüm yollar özenle kapatılmış. Söz konusu sistem altı temel mantık hatasına dayanıyor.
1. Keyfi çıkarsamalar: Yeterince kanıt olmamasına karşın, yaşanan olaylar ve içinde bulunulan koşullar hakkında olumsuz sonuçlar çıkarılır. Örneğin, sınava hazırlanmakta olan bir kişi, ortada bir neden yokken, başarılı olamayacağı kararına varabilir. Ya da, depresyona giren bir işadamı, iflasının kaçınılmaz olduğu inancına saplanabilir.
2. Seçici odaklanma: İçinde bulunulan durum ya da yaşanan deneyimlerin kötü yanları üzerinde odaklanılır. Dolayısıyla, günboyunca bir çok olumlu ve olumsuz olaylarla karşılaşan kişi, akşam olduğunda yalnızca yaşadığı olumsuzlukları anımsar ve berbat bir gün geçirdiği kararına varır.
3. Kişiselleştirme: Kişi, kendisiyle ilgili olmayan ya da çok az ilgili olan olayları üzerine alınır. Örneğin, yolda karşılaştığı ve muhtemelen onu görmemiş olan bir arkadaşının selam vermemesini, 'Mutlaka onu kıracak bir şeyler yapmış olmalıyım' biçiminde yorumlayabilir.
4. Aşırı genelleme: Tek bir olaydan genel sonuçlar çıkarılır. Kişi, otobüs zamanında gelmediği için, hiç bir işinin yolunda gitmediği yargısına varabilir. Ya da arkadaşı zamanında telefon etmediği için, artık hiç kimsenin onunla ilgilenmek istemediği sonucunu çıkarabilir.
5. Ya hep ya hiç biçiminde düşünme: Her türlü olay 'ya hep ya hiç' kuralına göre değerlendirilir. Mükemmel olmayan her şeyin berbat olduğu yargısına varılır. Kişi, yalnızca siyah beyazdan oluşan, diğer tonları olmayan bir yargılama sistemine sahiptir.
6. Küçümseme veya büyütme: Kişi başarılı olduğu işleri küçümserken, hatalarını abartır.
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI ARTIK TEDAVİ EDİLEBİLİYOR
İkbinüçyüzyıl önce adı konup tanımlanmış bir insani sorun olan aşırı duygulanma halleri, yani aşırı üzülme ve aşırı coşma, ancak son elli yıldır etkili bir şekilde tedavi edilebiliyor. Çağımızın çözümlenebilir sorunu olan çöküntü ve taşkınlık, artık, hekimlerin diğer tedavi edilebilir hastalıklar gibi gördüğü bir sorun. Aslında acısını da çeken bilir. Bir düşünün: Bir zamanlar ne denli iradeli bir insan olsanız da gün gelip, bir nedenle çaresiz, çekilmez çözümsüz bir insan oldunuz ve hatta size bu işten kurtulmak olası değil gibi geliyor ve bunu çözmenin tek yolunun ortadan yok olmak olduğu bile aklınıza geliyor. Eşiniz dostunuz artık eskisi gibi kolay anlaşılır bir insan olmadığınızı ima ediyor ve sizin kendinizden yakındığınız kadar onlar da sizden yakınıyor. Sonra birisi diyor ki, dostum, boşuna bu çektiklerin, bunun çaresi var! İnanmak ne kadar da zor. Oysa bunun çok uzun bir öyküsü vardı, bunlar nasıl düzelir? Yarı inanır yarı inanmaz bir halde bir uzmana gidiyorsunuz, ve tanı konuyor: "Bu bir depresyon..." Sunulan çareye inanmamakla birlikte sizi denemeye davet eden çağrıya kulak verdiğinizde bir ay gibi bir sürede, dünyaya bakarken kullandığınız gözlükler değişiyor. Kendinize güveniyor, dünyayı yaşanır bulur oluyorsunuz. Eskiden kafanızda binlerce kez evirip çevirdiğiniz sorunlar size artık çözülebilir geliyor. Bunu da hekimin size yazdığı bir reçeteye ve/veya sorduğu bazı sorulara borçlusunuz.
Yanlış anlamadınız, çöküntü ve taşkınlık artık tedavi edilebiliyor. Yeterki siz bir uzmanın sizi değerlendirmesine izin verin. Bunu deneyenlerin yaklaşık yüzde yetmişi çare buluyor. Bu hiç de düşük bir oran değil.
Psikiyatrist
Doç. Dr. Levent METE
Birisiyle konuşurken dalıp gidiyor, dikkatini konuşulan konuya veremiyordu. Son günlerde olur olmaz şeyler için ağlamaya başlamıştı. İçinde hiç geçmeyen bir mahsunluk, bir terkedilmişlik duygusu vardı. Geçmişini gözden geçirdiğinde pişmanlık duyuyor, gelecek için umut besleyemiyordu. Ölüm bir kurtuluş gibi görünüyor, ancak çocukları aklına geliyor ve düşündüklerinden korkuya kapılıyordu.
Sonunda, eşinin baskısıyla bir psikiyatriste gitmeyi kabul etti. Görüşme sırasında oldukça sakindi. Yalnızca bir kez, intihar planlarından ve çocuklarının annesiz kalmalarından duyduğu korkudan söz ederken ağladı. Depresyon tanısını yadırgamadı. İlaç kullanması ve görüşmelere gelmesi gerekiyordu.
İki hafta sonra, kendisini çok daha iyi hissediyordu. Ancak, tam olarak iyileşmesi bir ayı buldu. Bu arada, aslında yıllardır ılımlı bir depresyon içinde yaşamakta olduğunun farkına vardı. Gençlik yıllarındaki heveslerini ve heyecanlarını yitirmesinin aradan geçen yılların doğal bir sonucu olmadığını, otuz beş yaşında da geleceğe yönelik umutlar beslenebileceğini gördü.
Depresyon en sık rastlanan ruhsal bozukluk
Yukarıdaki öykünün kişisel bazı bölümleri var. Herkesin depresyonu aynı özellikleri göstermiyor. Kiminde karamsarlık ve umutsuzluk, kimindeyse genel bir ilgisizlik ve yaşamdan zevk alamama ön plana geçiyor. Bazıları uykusuzluk ve iştahsızlıktan yakınırken, bazen tam tersine aşırı bir uyku ve tıkınırcasına yemek yeme davranışı görülüyor.
Ancak, şu ya da bu biçimde, depresyon toplumda en sık rastlanan ruhsal bozukluk. Her on erkekten birisi ve her beş kadından birisi yaşamı boyunca bir kez depresyon geçiriyor. Bu yüksek oranlar nedeniyle, depresyon psikiyatrinin soğuk algınlığı olarak biliniyor.
Depresyon her yaşta görülebiliiyor. Kadınlarda en sık otuzbeş kırkbeş yaşları arasında, erkeklerde ise kırkbeş altmışbeş yaşları arasında ortaya çıkıyor. Depresyon riskinin en düşük olduğu grup evli erkekler. İkinci sırada evli kadınlar geliyor. Bir başka deyişle, evlilik depresyona karşı koruyucu bir rol oynuyor. En riskli grup ise ayrılmış ya da boşanmış kadınlar.
İstatistiklerdeki en çarpıcı sonuçsa, kuşkusuz, depresyon oranlarının yıllar içinde gösterdiği büyük artış. Son yirmibeş yılda toplumda depresyon görülme sıklığının on ile yirmi kat arasında arttığı bildiriliyor. Depresyon özellikle gençler arasında giderek yaygınlaşıyor. Bu nedenle, bazı araştırmacılar, dünyanın melankoli çağına girmekte olduğunu ileri sürüyorlar.
Depresyon ve intihar
Depresyonun en dramatik sonuçlarından birisi intihar. Depresyon geçiren kişilerin yüzde onbeşi yaşamlarını intiharla noktalıyorlar. Bu oran genel toplum ortalamasının yaklaşık otuz katı. Dolayısıyla, depresyonda intihar girişimlerine yönelik önlemler yaşamsal bir önem taşıyor. Gelişmiş ülkelerde bu amaçla kurulmuş intihar önleme merkezleri var. Söz konusu merkezler ülkemizde de bazı büyük kentlerde kurulma aşamasında. Alınan diğer önlemler arasında, basındaki intiharı kışkırtıcı yayınların denetlenmesi, büyük köprüler gibi intihar için sık tercih edilen yerlerde önlem alınması, ateşli silah bulundurulması konusunda bazı kısıtlamaların uygulanması sayılabilir.
Depresyonun nedenleri:
Kişiyi depresyona sürükleyen nedir? Neden, yaşam insanın gözüne çekilmez bir yük gibi görünmeye başlar? Çoğu zaman, kişinin başından bazı olumsuz olaylar geçmiştir. Bir yakınının ölümü, ağır bir hastalık, evlilikle ilgili sorunlar, ayrılık, işsizlik gibi bir çok neden saptanabilir. Ancak bunların varlığı soruyu tam olarak yanıtlamıyor. Çünkü, bir çok kişi bu tür sorunlarla karşılaşırken, yalnızca bazıları depresyon geçiriyor? Dolayısıyla, bazı kişilerde depresyona bir yatkınlık söz konusu.
Bugünkü bilgimize göre, depresyondaki en önemli yatkınlık etkeni kalıtım. Yapılan araştırmalar, depresyon geçiren kişilerin akrabalarında da depresyonun sık görüldüğünü gösteriyor.
Öte yandan, depresyona yatkın kişilerde bazı kişilik özellikleri dikkat çekiyor. Kimseyi incitmemeye, herkesi hoşnut etmeye çalışıyorlar. Bunlar genellikle aşırı duyarlı, titiz, sorumluluk duygusu yüksek kişiler. Sürekli mükemmeli arıyor, ulaştıkları başarıları yetersiz görüyorlar. Onurlarına fazla düşkünler. Öfkelerini genellikle belli etmiyor, sıkıntılarını içlerine atıyorlar.
Ayrıca, depresyon ilaçlara ya da bedensel hastalıklara bağlı olarak da ortaya çıkabiliyor. Tansiyon ilaçları, tüberküloz tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar ve steroidler söz konusu ilaçlar arasında sayılabilir. Beyin kanamaları ve beyindeki damar tıkanıklıklarından sonra da sıklıkla depresyon ortaya çıkıyor. Depresyona yol açabilen diğer hastalıklar kanser, şeker hastalığı, kalp hastalıkları, ağır kansızlık ve tiroid bezi hastalıkları. Böbrek yetmezliği nedeniyle diyalize giren hastalarda da depresyon sık görülüyor.
Cinsiyete özgü farklar
Yapılan araştırmalar kadınların depresyon konusunda erkeklere göre daha açık sözlü olduklarını gösteriyor. Kadınlar genellikle duygularını kolay açığa vuruyor, yaşadıkları sıkıntıyı dile getirip yardım talebinde bulunuyorlar. Erkeklerse, 'erkek adam ağlamaz' deyişini haklı çıkaracak şekilde davranıyor, depresif duygularını ve umutsuzluklarını gizlemeye, güçlü erkek imajından taviz vermemeye çalışıyorlar.
Beyinde neler oluyor
Depresyon, hangi nedene bağlı olursa olsun bir beyin hastalığı. Depresyon geçirmekte olan kişiler üzerinde yapılan incelemeler, bu kişilerin beyinlerinde depresyon sırasında bazı değişiklikler olduğunu gösteriyor. En sık rastlanan bulgu, sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan kavşaklardaki tıkanıklık. Geçişten sorumlu maddelerin üretimindeki ya da karşı tarafa iletilmesindeki bir bozukluğun depresyona yol açabileceği ileri sürülüyor.
Tedavi
Depresyon ilaç tedavisine iyi yanıt veren bir bozukluk. Hastaların büyük bölümünde iki üç hafta içinde belirgin bir iyileşme görülüyor. Eğer uygun dozda ve yeterli süre ilaç kullanımına rağmen istenen düzelme sağlanamazsa bazı ek ilaçlar ve son çare olarak da elektroşok tedavisi deneniyor.
Psikoterapi, daha çok hafif depresyonlarda tercih edilen bir yöntem. Hastalığın şiddetli döneminde genellikle pek yarar sağlamıyor. Ancak, ilaçlarla belirli bir yatışma sağlandıktan sonra tedaviye eklenmesi, kişinin kendisini ve depresyona zemin hazırlayan kişilik özelliklerini daha iyi tanıması yönünden önem taşıyor.
MANİ: DEPRESYONUN NEGATİFİ
Mani, insanı karamsarlığın derinliklerine sürükleyen depresyonun bir negatifi. Bir aşırı neşe ya da taşkınlık hali. Maniye giren kişinin ruhu bir ırmak gibi gürültüyle akmaya başlıyor. Bu güçlü ve engel tanımaz akış kişiye akıl almaz şeyler yaptırıyor. Örneğin, orta yaşlı mazbut bir kadının aşırı makyaj yapıp, gözalıcı ve seksi giysilerle ortalıkta dolaşmasına, olur olmaz yerlerde kahkahalar atıp, açık saçık fıkralar anlatmasına yol açabiliyor. Ya da ölçülü ve saygılı tavırlarıyla bilinen bir memur, böyle bir nöbet sırasında, müdürün odasına girip, ona hayat hakkında tumturaklı bir nutuk çekebiliyor.
İçini kaplayan taşkın duygular, kişiyi boyuna konuşmaya ve hareket etmeye zorluyor. Bir kaç saatlik uyku kendini dinlenmiş hissetmesine yettiği için günlük uyku süresi azalıyor. Hesapsız harcamalar, iş yatırımları ve tehlikeli bir şekilde araba kullanma manide sık görülen diğer sorunlar.
Maniye giren kişi, genellikle bir aşırı güven duygusu içinde yüzüyor. Bu güven duygusu kimi zaman onu, psikozun gerçek dışı dünyasına kadar götürüyor. Kendini ülkenin tüm sorunlarını çözecek bir politik lider ya da bir peygamber olarak görebiliyor. Nutuklar atıyor, vaazler veriyor, hatta Tanrının onu görevlendirdiğini belirten sesler duymaya, çevrede bazı kutsal işaretler görmeye başlıyor.
Maninin sonu depresyon
'Çok gülen çok ağlarmış' atasözünü doğrulayacak şekilde, manik atak geçiren kişilerin neredeyse tamamı daha sonra bir depresyon geçiriyor. Bu nedenle, mani ayrı bir hastalık olarak görülmüyor. Mani ve depresyon aynı ruhsal bozukluğun iki farklı evresi olarak kabul ediliyor. Sanki, duyguları düzenleyen zemberek bozulmuş gibi, kişi aşırı uçlara savrulup duruyor. Neşe ve taşkınlığın doruklarına tırmanıyor, sonra karamsarlığın derinliklerinde kayboluyor. Arada, normal dönemler olsa da, sarkaç bu şekilde maniyle depresyon arasında sallanıp duruyor.
Maniye kim daha yatkın?
Mani ve depresyon evrelerinden oluşan ruhsal bozukluk 'İki Kutuplu Duygu Bozukluğu' olarak adlandırılıyor. Bu bozukluk, yalnızca depresyon dönemlerinin görüldüğü 'Tek Kutuplu duygu Bozukluğu'ndan bir çok yönden farklılıklar gösteriyor. Bir kere toplumdaki yaygınlığı depresyona göre oldukça düşük; yüzde bir dolayında. Daha erken yaşlarda ortaya çıkıyor. Kalıtımın rolü bu bozuklukta daha belirgin. Birinci derece akrabalarda bu hastalığı geçiren birisi varsa, kişinin hastalanma olasılığı toplum ortalamasının altı katına yükseliyor.
Tedavi ve korunma:
Mani tedavisinde etkinliği gösterilmiş çok sayıda ilaç var. Ayrıca, kişiyi iyileştikten sonra yeniden hastalanmaktan korumak için kullanılan ilaçlar da oldukça etkili. Ancak, yıllarca koruyucu ilaç kullanma zorunluluğu genellikle hastalar için sorun oluyor. Bir çok hasta bu nedenle bir süre sonra ilacı bırakıp yeniden hastalanıyor.
Depresyonun Mantığı:
Depresyondaki olumsuz düşünceler, hatalı ve tek yanlı işleyen bir mantık sisteminin ürünü. Bu mantık sisteminin bir tarafından ne verirseniz verin, diğer taraftan mutlaka karamsar ve umut kırıcı yorumlar çıkıyor. Umuda çıkan tüm yollar özenle kapatılmış. Söz konusu sistem altı temel mantık hatasına dayanıyor.
1. Keyfi çıkarsamalar: Yeterince kanıt olmamasına karşın, yaşanan olaylar ve içinde bulunulan koşullar hakkında olumsuz sonuçlar çıkarılır. Örneğin, sınava hazırlanmakta olan bir kişi, ortada bir neden yokken, başarılı olamayacağı kararına varabilir. Ya da, depresyona giren bir işadamı, iflasının kaçınılmaz olduğu inancına saplanabilir.
2. Seçici odaklanma: İçinde bulunulan durum ya da yaşanan deneyimlerin kötü yanları üzerinde odaklanılır. Dolayısıyla, günboyunca bir çok olumlu ve olumsuz olaylarla karşılaşan kişi, akşam olduğunda yalnızca yaşadığı olumsuzlukları anımsar ve berbat bir gün geçirdiği kararına varır.
3. Kişiselleştirme: Kişi, kendisiyle ilgili olmayan ya da çok az ilgili olan olayları üzerine alınır. Örneğin, yolda karşılaştığı ve muhtemelen onu görmemiş olan bir arkadaşının selam vermemesini, 'Mutlaka onu kıracak bir şeyler yapmış olmalıyım' biçiminde yorumlayabilir.
4. Aşırı genelleme: Tek bir olaydan genel sonuçlar çıkarılır. Kişi, otobüs zamanında gelmediği için, hiç bir işinin yolunda gitmediği yargısına varabilir. Ya da arkadaşı zamanında telefon etmediği için, artık hiç kimsenin onunla ilgilenmek istemediği sonucunu çıkarabilir.
5. Ya hep ya hiç biçiminde düşünme: Her türlü olay 'ya hep ya hiç' kuralına göre değerlendirilir. Mükemmel olmayan her şeyin berbat olduğu yargısına varılır. Kişi, yalnızca siyah beyazdan oluşan, diğer tonları olmayan bir yargılama sistemine sahiptir.
6. Küçümseme veya büyütme: Kişi başarılı olduğu işleri küçümserken, hatalarını abartır.
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI ARTIK TEDAVİ EDİLEBİLİYOR
İkbinüçyüzyıl önce adı konup tanımlanmış bir insani sorun olan aşırı duygulanma halleri, yani aşırı üzülme ve aşırı coşma, ancak son elli yıldır etkili bir şekilde tedavi edilebiliyor. Çağımızın çözümlenebilir sorunu olan çöküntü ve taşkınlık, artık, hekimlerin diğer tedavi edilebilir hastalıklar gibi gördüğü bir sorun. Aslında acısını da çeken bilir. Bir düşünün: Bir zamanlar ne denli iradeli bir insan olsanız da gün gelip, bir nedenle çaresiz, çekilmez çözümsüz bir insan oldunuz ve hatta size bu işten kurtulmak olası değil gibi geliyor ve bunu çözmenin tek yolunun ortadan yok olmak olduğu bile aklınıza geliyor. Eşiniz dostunuz artık eskisi gibi kolay anlaşılır bir insan olmadığınızı ima ediyor ve sizin kendinizden yakındığınız kadar onlar da sizden yakınıyor. Sonra birisi diyor ki, dostum, boşuna bu çektiklerin, bunun çaresi var! İnanmak ne kadar da zor. Oysa bunun çok uzun bir öyküsü vardı, bunlar nasıl düzelir? Yarı inanır yarı inanmaz bir halde bir uzmana gidiyorsunuz, ve tanı konuyor: "Bu bir depresyon..." Sunulan çareye inanmamakla birlikte sizi denemeye davet eden çağrıya kulak verdiğinizde bir ay gibi bir sürede, dünyaya bakarken kullandığınız gözlükler değişiyor. Kendinize güveniyor, dünyayı yaşanır bulur oluyorsunuz. Eskiden kafanızda binlerce kez evirip çevirdiğiniz sorunlar size artık çözülebilir geliyor. Bunu da hekimin size yazdığı bir reçeteye ve/veya sorduğu bazı sorulara borçlusunuz.
Yanlış anlamadınız, çöküntü ve taşkınlık artık tedavi edilebiliyor. Yeterki siz bir uzmanın sizi değerlendirmesine izin verin. Bunu deneyenlerin yaklaşık yüzde yetmişi çare buluyor. Bu hiç de düşük bir oran değil.
Psikiyatrist
Doç. Dr. Levent METE