Yazdıkça... ellerim yanıyor...
Esrarı gül üstüne uzanmış, hızla dünyaya yaklaşıyor... Dünyalık yalanlarım; yemen alacası bir yalnızlık kabuğuma iliştiriyor ...
Saklanıyor toprak altına ayıp ve lafı edilmiyor silinen bir düşün... Kendini gizlediğin o’nda, yoksun... O ki her satıra zahir cümle tazeliği...
Ayıptır gidişinin üstüne hayıflanmak. Bana bensizlikten oluşan kırılası bir kalple gelirken, farkındaydım “sen”leyken bile “bensiz”din. “Fark”lıydın, “aynı” gelirken sen herkese... Hem aşk/tın sen, geçer miydin rahmet değmeden yüzüme?
Ayrılık şimdi daha mübah aşkta!
Yokluğunun yarattığı aşk karşısında boyun büker varlığım. Gelseydin “aşk” olamazdım ben... Çoktu yokluğun bile, hakkım çoktu ama yine de yoktum sende... Yaşadığım günlerin hatırına, aslında sadece senin için; ölmüyorum bile... Yaşamayı göze alıyorum, her gün ayrı bir acıyla dolduruyorken bavulumu, sayıyorum; son “seferi yolculu(k)”ğuma çıkacağım günleri...
Ismarlama bir aşk, değildin sen.. “Aşk”tın sarar/dın, yorar/dın...
Tuza yatırılmış yaralar azabından, geldim sana... Satır başlarındaki paragrafların, sisli katarlarını silipte geldim sana...Gittim sonra yazıpta geçmişimi... Bugünüm olmadan, ulaşmadan yarına; gittim ben... Senin olmadığın o yere gittim.
Yokken nefesim, varlığımdan sıyrılıp, sarı renkli matemlere özenip, bulanıpta rengine, gittim... Mutsuz sonlar kahramanına imrendim ben...
Gittim.
Uğurlar ola beyaz bayrakla süslenmiş “yarağaçları”na... En çok seni sevdim ben, karışırken karanlığın sahipsiz sularına...
Bir gülüşünle doluyordun içime, yıldız yıldız düşüyordun mavime... Ve yetiyordun sevgilimsin demelere...
Vuslata erer miydi, yordamsız bir kurşunla, “ateş kavukları”nda yer bulmaz mıydı kendine? “aşk”tı geçer/di...
Özlemek güzel/di, özlenenin çirkinliğine rağmen... Acısı önceydi, şimdi ise;kabuk sarmış bir yara... Acı geçer/di, aşk, geçer/di...
Bir tek geriye merhemsiz, neşter değmemiş yara kalırdı. Geçmez/di... Tene yakışması için bilindik ağızlardan, akla sığmaz dualar edilirdi. Saçma sapan bir türkü sivrilip dilinde, tuhaf bir “dil”de benzer ağıtlar yakılırdı. Ve inanılırdı o zamanlar; “aşk”tı ve geçer/di...
Gerisi acı, gerisi yalan, gerisi ayrılık olur/du... Bir tek ödülü; yarası kalırdı geride... Yar/aydı.. geçmez/di. Yerini kalın tellerle örülmüş kabuğa bırakırdı, ama yine de geçmez/di.
Gözde/ydi güzelliğin ibresi bakmasa bana eskirdi güzelliğim... Güzeldim ama geçer/di... Hırçın bir düşün içinden çıkarken biliyordum ki eskiyordu/m. Gölgesiz ve nesnesiz kalıyor, duvarlara çarpan inilti çıngıraklarından kurtulamıyordum. Kanıyordum sarılmayı bekleyen bir yara gibi... Diliyordum ki; diner/di.
Yelkovan"la "akrep"e tek kelimelik sus payı verdim, sen varsın artık diye... Hırçın bir "düş"ün içinden çıkmaya hazırlanırken dost oluyordun yar/ama... Dosttun, bitmez/din...
Esrarı gül üstüne uzanmış, hızla dünyaya yaklaşıyor... Dünyalık yalanlarım; yemen alacası bir yalnızlık kabuğuma iliştiriyor ...
Saklanıyor toprak altına ayıp ve lafı edilmiyor silinen bir düşün... Kendini gizlediğin o’nda, yoksun... O ki her satıra zahir cümle tazeliği...
Ayıptır gidişinin üstüne hayıflanmak. Bana bensizlikten oluşan kırılası bir kalple gelirken, farkındaydım “sen”leyken bile “bensiz”din. “Fark”lıydın, “aynı” gelirken sen herkese... Hem aşk/tın sen, geçer miydin rahmet değmeden yüzüme?
Ayrılık şimdi daha mübah aşkta!
Yokluğunun yarattığı aşk karşısında boyun büker varlığım. Gelseydin “aşk” olamazdım ben... Çoktu yokluğun bile, hakkım çoktu ama yine de yoktum sende... Yaşadığım günlerin hatırına, aslında sadece senin için; ölmüyorum bile... Yaşamayı göze alıyorum, her gün ayrı bir acıyla dolduruyorken bavulumu, sayıyorum; son “seferi yolculu(k)”ğuma çıkacağım günleri...
Ismarlama bir aşk, değildin sen.. “Aşk”tın sarar/dın, yorar/dın...
Tuza yatırılmış yaralar azabından, geldim sana... Satır başlarındaki paragrafların, sisli katarlarını silipte geldim sana...Gittim sonra yazıpta geçmişimi... Bugünüm olmadan, ulaşmadan yarına; gittim ben... Senin olmadığın o yere gittim.
Yokken nefesim, varlığımdan sıyrılıp, sarı renkli matemlere özenip, bulanıpta rengine, gittim... Mutsuz sonlar kahramanına imrendim ben...
Gittim.
Uğurlar ola beyaz bayrakla süslenmiş “yarağaçları”na... En çok seni sevdim ben, karışırken karanlığın sahipsiz sularına...
Bir gülüşünle doluyordun içime, yıldız yıldız düşüyordun mavime... Ve yetiyordun sevgilimsin demelere...
Vuslata erer miydi, yordamsız bir kurşunla, “ateş kavukları”nda yer bulmaz mıydı kendine? “aşk”tı geçer/di...
Özlemek güzel/di, özlenenin çirkinliğine rağmen... Acısı önceydi, şimdi ise;kabuk sarmış bir yara... Acı geçer/di, aşk, geçer/di...
Bir tek geriye merhemsiz, neşter değmemiş yara kalırdı. Geçmez/di... Tene yakışması için bilindik ağızlardan, akla sığmaz dualar edilirdi. Saçma sapan bir türkü sivrilip dilinde, tuhaf bir “dil”de benzer ağıtlar yakılırdı. Ve inanılırdı o zamanlar; “aşk”tı ve geçer/di...
Gerisi acı, gerisi yalan, gerisi ayrılık olur/du... Bir tek ödülü; yarası kalırdı geride... Yar/aydı.. geçmez/di. Yerini kalın tellerle örülmüş kabuğa bırakırdı, ama yine de geçmez/di.
Gözde/ydi güzelliğin ibresi bakmasa bana eskirdi güzelliğim... Güzeldim ama geçer/di... Hırçın bir düşün içinden çıkarken biliyordum ki eskiyordu/m. Gölgesiz ve nesnesiz kalıyor, duvarlara çarpan inilti çıngıraklarından kurtulamıyordum. Kanıyordum sarılmayı bekleyen bir yara gibi... Diliyordum ki; diner/di.
Yelkovan"la "akrep"e tek kelimelik sus payı verdim, sen varsın artık diye... Hırçın bir "düş"ün içinden çıkmaya hazırlanırken dost oluyordun yar/ama... Dosttun, bitmez/din...