Bazen insanın aklına geliveriyor herkesin, her şeyi zaten yaşamış olduğu: Herkesin canı sıkılmıştır,
Herkes koşmak istemiştir yeni eşofmanlar alıp,
Herkes “bitti” demiştir “artık bu iş”,
Herkes sevmiş gibi olmuştur başkasını, ilgi duymuştur ötekine.
Hiç kimse söylememiştir bunu ve genellikle “hiç işte canım sıkkın” gibi sıradan bir cümleden tutun da, “yaşamak çok anlamsız” gibi (altta yatan neden ile değerlendirilince) ultra-feylosofik uçlara kaçan maske cümlelerle, hesapta yansıtmamıştır karşısındakine.
Bunun ilginç bir yanı yok. İlginç olan, bunları zaten yaşamış olan insanların bu pre-recorded durumları karşısındakinde gördüğünde “ne oldu, bi sorun mu var” gibi sorular sorması ve bilinen maske yanıtlar ile karşılaştığında, altta yatan nedeni gerçekten görmemesi!!!
İnsan bu durumları yaşadığında ne istediğini tam olarak ifade edemez. İlginçtir, ama kendine bile gizli-kapaklı bir tutum takınır ve başka şeyler söyleme yolunu seçer. Evli bir kadın bir başka erkekten hoşlandığını ve onunla beraber olmak istediğini söyleme onursuzluğunu (!) dile getirmez örneğin. Bunun yerine kurgusu daha rahat olan, fakat bir o kadar da muğlak ifadeler ile sürdürür işkencesini: “başka başka bir şeyler istiyorum”, “değişik bir şeyler istiyor canım”, “yaa, ne yapsam acaba” vb. vb.
Şimdi de karşısındakine bakalım: Değişiklik istediğini söyleyip duran bir partner vardır ortada ve bunu türlü yollarla ifade etmektedir. Konu mankeni adam bu maske sözlerin altında yatanları düşünmez ve mucizevi önerilerini sıralamaya başlar :”sinemaya gidelim mi”, “Ahmetlere, yok yok Ayşelere gidelim istersen” gibi masumane önerilerden tutun da “ neymiş bu değişik-değişik allahaşkına çıldırtma adamı şimdi” gibi partnerde zaten var olan değişiklik isteğini besleyen ve zaten bildiği şeyleri asla anlamayacağını açık-seçik belirten saldırgan tutumlar takınır. Halihazırdaki sıkıntı yetmezmiş gibi üst-sıkıntı yaratmaktan başka bir işe yaramayan bu gibi konuşmalar mutlaka yapılır.
Bu düşüncelerin doğru olduğunu kabul edip, devam edelim. Şimdi sıkıntı ifadesine nasıl yanıt vermemiz gerektiğini saptamamız gerekiyor. Örnekler;
A: Çok sıkıldım
B: Git biriyle yat o zaman
ya da
A: Çok sıkıldım
B: Boşanalım artık, sende hoşlandığın o adamla beraber olursun
ya da
A: Çok sıkıldım
B: Bırak şimdi bunları, kim var hayatında, onu söyle....
Yanıtlar “aslen” doğru olsa da çok MetÜst’vari bir havadalar ve gerçek yaşamla bağdaşmıyorlar ne yazık ki. Bunun da ötesinde insanın yüz-yüze kaldığı o durum hiç de komik değil zaten. Bu durumda espri yapamayacağız demektir !!! Ne yapalım, ne yapalım, ne yapalım... Bilen varsa söylesin, ben –en azından henüz- bilmiyorum. Belki de sözünü ettiğim durumun önceden tanınıyor olmasına karşın, mantıklı ve gerçeklerle bağdaşır bir yanıt verilememesi bu tür bir yanıtın olmamasından kaynaklanıyordur, kim bilir...
Hani şu Halk Sağlığı biliminin ünlü “koruyucu hizmetler; tedavi hizmetlerinden daha kolay, daha ucuz ve daha güvenlidir” yaklaşımı vardır ya, sosyal psikolojide de bu tür yaklaşımlar yer bulmuştur kendisine. Ünlü savunucularından biri olan Leo Buscaglia’nın bu yöndeki kitaplarını okumaktan özenle kaçınınız. Çünkü insanı şişirmekten başka bir işe yaradıkları henüz görülmemiştir, olasılıkla görülmeyecektir de. Yeter ki iyice sıyırmamış olun. Yine de Mr.Leo’ya “hangi koruyucu hizmet ulan, ben zaten bunları yıllarca önce yaşayıp, cebime koymuşum; kimi nasıl koruyacağım bu durumda” derseniz, “partnerin seni korusaydı o zaman” şeklinde bir yanıt ile partnerinizin bu durumu daha da önceden yaşamış olabileceği olasılığını tamamen dışlamış bir şekilde karnınıza doğrudan üflemeye devam edecektir. ( cümlenin çok karışık göründüğünün farkındayım, basitçe kalecinin penaltı anındaki endişesini aklınıza getirirseniz, olay aydınlanacaktır). En iyisi biz onunla aynı çuvala girmeyelim ve yolumuza devam edelim.
Bilemiyorum ama, belki de insanların hayatlarının sonuna kadar “bir kişi” ile idare etme ve ondan bıkmama kişisel iddiası/toplumsal dolduruşu sonucu kurdukları evlilik kurumu çok yanlıştır. Daha da ileri gidelim: Belki de evli insanlar bu bıkkınlıkları nedeniyle ilgilerini yöneltebilecekleri/sevebilecekleri yeni “objeler” bulma uğruna çocuk yapıp duruyorlardır, ezelden beridir. Evli olmayanların çocuk yapmamalarını sadece aralarında resmi bir bağ olmaması ile açıklamakla yetinmek çok mu daha mantıklı bu düşünceden? Acaba aralarında şu zorlayıcı niteliği olan evlilik bağını taşımayan insanlar birbirlerinden bıktıklarında, ilgi duyabilecekleri başka insanlara evlilere oranla çok daha rahat yönelebilecekleri için çocuk yapmıyor olamazlar mı? Öyle ya, 9 ay karnında çocuk taşıyacağına, git başka birini bul ve onu sev, ya da zaten sevmiş olduğun birine git. Bütün bu yaşananları tekrar yaşama riskin hep vardır, ama hayat dediğin şey de bu değil midir zaten; bir şeyleri sürekli olarak yeniden yaşamak ve günaydın sözünü duyunca, bunun bilgi aktarımı değil sadece bir dilek olduğunu bilerek, iyi bir şey duymuş olma hissine kapılmak ve güne iyi başlayabilmek...
Herkes koşmak istemiştir yeni eşofmanlar alıp,
Herkes “bitti” demiştir “artık bu iş”,
Herkes sevmiş gibi olmuştur başkasını, ilgi duymuştur ötekine.
Hiç kimse söylememiştir bunu ve genellikle “hiç işte canım sıkkın” gibi sıradan bir cümleden tutun da, “yaşamak çok anlamsız” gibi (altta yatan neden ile değerlendirilince) ultra-feylosofik uçlara kaçan maske cümlelerle, hesapta yansıtmamıştır karşısındakine.
Bunun ilginç bir yanı yok. İlginç olan, bunları zaten yaşamış olan insanların bu pre-recorded durumları karşısındakinde gördüğünde “ne oldu, bi sorun mu var” gibi sorular sorması ve bilinen maske yanıtlar ile karşılaştığında, altta yatan nedeni gerçekten görmemesi!!!
İnsan bu durumları yaşadığında ne istediğini tam olarak ifade edemez. İlginçtir, ama kendine bile gizli-kapaklı bir tutum takınır ve başka şeyler söyleme yolunu seçer. Evli bir kadın bir başka erkekten hoşlandığını ve onunla beraber olmak istediğini söyleme onursuzluğunu (!) dile getirmez örneğin. Bunun yerine kurgusu daha rahat olan, fakat bir o kadar da muğlak ifadeler ile sürdürür işkencesini: “başka başka bir şeyler istiyorum”, “değişik bir şeyler istiyor canım”, “yaa, ne yapsam acaba” vb. vb.
Şimdi de karşısındakine bakalım: Değişiklik istediğini söyleyip duran bir partner vardır ortada ve bunu türlü yollarla ifade etmektedir. Konu mankeni adam bu maske sözlerin altında yatanları düşünmez ve mucizevi önerilerini sıralamaya başlar :”sinemaya gidelim mi”, “Ahmetlere, yok yok Ayşelere gidelim istersen” gibi masumane önerilerden tutun da “ neymiş bu değişik-değişik allahaşkına çıldırtma adamı şimdi” gibi partnerde zaten var olan değişiklik isteğini besleyen ve zaten bildiği şeyleri asla anlamayacağını açık-seçik belirten saldırgan tutumlar takınır. Halihazırdaki sıkıntı yetmezmiş gibi üst-sıkıntı yaratmaktan başka bir işe yaramayan bu gibi konuşmalar mutlaka yapılır.
Bu düşüncelerin doğru olduğunu kabul edip, devam edelim. Şimdi sıkıntı ifadesine nasıl yanıt vermemiz gerektiğini saptamamız gerekiyor. Örnekler;
A: Çok sıkıldım
B: Git biriyle yat o zaman
ya da
A: Çok sıkıldım
B: Boşanalım artık, sende hoşlandığın o adamla beraber olursun
ya da
A: Çok sıkıldım
B: Bırak şimdi bunları, kim var hayatında, onu söyle....
Yanıtlar “aslen” doğru olsa da çok MetÜst’vari bir havadalar ve gerçek yaşamla bağdaşmıyorlar ne yazık ki. Bunun da ötesinde insanın yüz-yüze kaldığı o durum hiç de komik değil zaten. Bu durumda espri yapamayacağız demektir !!! Ne yapalım, ne yapalım, ne yapalım... Bilen varsa söylesin, ben –en azından henüz- bilmiyorum. Belki de sözünü ettiğim durumun önceden tanınıyor olmasına karşın, mantıklı ve gerçeklerle bağdaşır bir yanıt verilememesi bu tür bir yanıtın olmamasından kaynaklanıyordur, kim bilir...
Hani şu Halk Sağlığı biliminin ünlü “koruyucu hizmetler; tedavi hizmetlerinden daha kolay, daha ucuz ve daha güvenlidir” yaklaşımı vardır ya, sosyal psikolojide de bu tür yaklaşımlar yer bulmuştur kendisine. Ünlü savunucularından biri olan Leo Buscaglia’nın bu yöndeki kitaplarını okumaktan özenle kaçınınız. Çünkü insanı şişirmekten başka bir işe yaradıkları henüz görülmemiştir, olasılıkla görülmeyecektir de. Yeter ki iyice sıyırmamış olun. Yine de Mr.Leo’ya “hangi koruyucu hizmet ulan, ben zaten bunları yıllarca önce yaşayıp, cebime koymuşum; kimi nasıl koruyacağım bu durumda” derseniz, “partnerin seni korusaydı o zaman” şeklinde bir yanıt ile partnerinizin bu durumu daha da önceden yaşamış olabileceği olasılığını tamamen dışlamış bir şekilde karnınıza doğrudan üflemeye devam edecektir. ( cümlenin çok karışık göründüğünün farkındayım, basitçe kalecinin penaltı anındaki endişesini aklınıza getirirseniz, olay aydınlanacaktır). En iyisi biz onunla aynı çuvala girmeyelim ve yolumuza devam edelim.
Bilemiyorum ama, belki de insanların hayatlarının sonuna kadar “bir kişi” ile idare etme ve ondan bıkmama kişisel iddiası/toplumsal dolduruşu sonucu kurdukları evlilik kurumu çok yanlıştır. Daha da ileri gidelim: Belki de evli insanlar bu bıkkınlıkları nedeniyle ilgilerini yöneltebilecekleri/sevebilecekleri yeni “objeler” bulma uğruna çocuk yapıp duruyorlardır, ezelden beridir. Evli olmayanların çocuk yapmamalarını sadece aralarında resmi bir bağ olmaması ile açıklamakla yetinmek çok mu daha mantıklı bu düşünceden? Acaba aralarında şu zorlayıcı niteliği olan evlilik bağını taşımayan insanlar birbirlerinden bıktıklarında, ilgi duyabilecekleri başka insanlara evlilere oranla çok daha rahat yönelebilecekleri için çocuk yapmıyor olamazlar mı? Öyle ya, 9 ay karnında çocuk taşıyacağına, git başka birini bul ve onu sev, ya da zaten sevmiş olduğun birine git. Bütün bu yaşananları tekrar yaşama riskin hep vardır, ama hayat dediğin şey de bu değil midir zaten; bir şeyleri sürekli olarak yeniden yaşamak ve günaydın sözünü duyunca, bunun bilgi aktarımı değil sadece bir dilek olduğunu bilerek, iyi bir şey duymuş olma hissine kapılmak ve güne iyi başlayabilmek...