Salı sabahı uyandığımda aklımda yoktu. Ama “gitmek“ fikri bana hep aniden gelir zaten... Arabada haberleri dinliyordum. Birden bıktığımı hissettim. Şiddetli bir gitme isteği geldi. Önce havayolu şirketini sonra Zuhal‘i aradım.
En eski arkadaşımı... “Akşama ne yemek var?“ diye sordum.
Benim ani hareketlerime alışık olduğundan gülerek, “çalışıyorum bugün, ne bulursan onu yersin“ dedi.
Kızımın okuluna gittim hemen. Dersten çıkınca şaşırdı. “Bana izin verir misin, öbür gün döneceğim“ dedim. “Bir sorun mu var anneciğim,” dedi gözlerini şaşkınlıkla açarak... “Yok“ dedim. “Bir işim var, halledip geleceğim. Teyzelerin ve anneannenin sözünden çıkma olur mu...” Kucaklaştık, vedalaştık...
Müthiş bir baş ağrısıyla ve sadece bir sırt çantasıyla uçağa bindim. Gazete okumaya da bir şeyler yemeye de dermanım yoktu. Hiçbir “fikir” taneciğine yer kalmamıştı sanki zihnimde. Uçak karlar içinde indi şehre...
Bundan yirmi yıl önce Berlin’e ilk kez yine böyle bembeyaz bir karlı akşamda inmiştim...
Genceciktim. Meraklıydım, korkuluydum, umutluydum...
***
Zuhal’in koltuğunda erkenden uyuyakaldım. Zorla kaldırıp yatağa götürdü. Bir gün önce geçirdiğim mutfak kazasından sonra acıyan kollarım bacaklarım sanki daha da ağırlaşmış gibiydi. Arkadaşımın yanında uzun mu uzun bir çocuk uykusuna daldım. Uyandığımda her şeye yeniden başlamaya hazırdım. Ben de kalktım bu yazıya oturdum... Şu anda bütün ev kahve kokuyor. Tek tük otobüslerin geçtiği caddeye ince bir kar yağıyor. Zuhal kahvaltı hazırlıyor. Pro 7’de bir doktor dizisi var. Almanca mırıltılar arasında pencereden sokağa bakıyorum...
19 yaşındaydım... O zamanlar bir gün bu şehri özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi...
***
Zuhal kardeşim gibidir... Kardeşim Hilal ise bir adet aslan... Birbirlerine çok benzedikleri yönleri vardır, hiç benzemedikleri anlar da... Ama ikisinin de kardeşlikten, arkadaşlıktan anladığı “sırtını dayadığı, aynı kanı taşıdığı ya da güvendiği kişiye koşulsuz, cesaretle ve inançla destek olmaktır.“ İkisi de kazık atmaz. İkisi de dedikoduya kulak asmaz. İkisi de ölümüne savunur inandığı fikirleri ve insanları. Ne zaman kardeşliği anımsamaya ihtiyacım olsa bu iki kadına sığınırım... Ne şöhret severler, ne ihtişam. Çocuklarını büyüttükleri mütevazı yaşamlarında benim yerim ve konumum hiç değişmemiştir...
Kardeş taklidi yapan nice kardeşten, kardeşmiş gibi yaklaşan nice hain arkadaştan, “duyarlılığı bir tek biz sol düşüncenin sahibi insanlar tekelimize aldık“ diyen kimi uyduruk solculardan, radyo programımda Ahmet Kaya çaldım diye vaktiyle beni küçümseyen bugünün bazı azılı Ahmet Kaya sever rock’çılarından, Ahmet Kaya’yı sevme biçimlerinden hatta türban takmayla Ahmet Kaya sevmeyi moda zannedenlerden ve bütün bunların hepsini yalandan bir “kardeşlik“ zırvası içinde sunanlardan, çıkarcı, küçük hesapçılardan bıkmaz mı insan olan?
Bazen...
Kardeşin kardeşe, dostun dosta yaptığına aklım ermiyor ama korkarım bu topraklar bu nefretle yeşeriyor...
Zuhal girdi içeri... “Dün sabah başladı kar. Şehir çamura bulanmıştı tam. Bembeyaz oldu ne güzel...“
Zihnime kar yağıyor sanki... Üzerini örtecek şimdilik.. Ama eriyecek o kar ve eninde sonunda ortaya çıkacak zihnimin kiri...
16/12/2010
En eski arkadaşımı... “Akşama ne yemek var?“ diye sordum.
Benim ani hareketlerime alışık olduğundan gülerek, “çalışıyorum bugün, ne bulursan onu yersin“ dedi.
Kızımın okuluna gittim hemen. Dersten çıkınca şaşırdı. “Bana izin verir misin, öbür gün döneceğim“ dedim. “Bir sorun mu var anneciğim,” dedi gözlerini şaşkınlıkla açarak... “Yok“ dedim. “Bir işim var, halledip geleceğim. Teyzelerin ve anneannenin sözünden çıkma olur mu...” Kucaklaştık, vedalaştık...
Müthiş bir baş ağrısıyla ve sadece bir sırt çantasıyla uçağa bindim. Gazete okumaya da bir şeyler yemeye de dermanım yoktu. Hiçbir “fikir” taneciğine yer kalmamıştı sanki zihnimde. Uçak karlar içinde indi şehre...
Bundan yirmi yıl önce Berlin’e ilk kez yine böyle bembeyaz bir karlı akşamda inmiştim...
Genceciktim. Meraklıydım, korkuluydum, umutluydum...
***
Zuhal’in koltuğunda erkenden uyuyakaldım. Zorla kaldırıp yatağa götürdü. Bir gün önce geçirdiğim mutfak kazasından sonra acıyan kollarım bacaklarım sanki daha da ağırlaşmış gibiydi. Arkadaşımın yanında uzun mu uzun bir çocuk uykusuna daldım. Uyandığımda her şeye yeniden başlamaya hazırdım. Ben de kalktım bu yazıya oturdum... Şu anda bütün ev kahve kokuyor. Tek tük otobüslerin geçtiği caddeye ince bir kar yağıyor. Zuhal kahvaltı hazırlıyor. Pro 7’de bir doktor dizisi var. Almanca mırıltılar arasında pencereden sokağa bakıyorum...
19 yaşındaydım... O zamanlar bir gün bu şehri özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi...
***
Zuhal kardeşim gibidir... Kardeşim Hilal ise bir adet aslan... Birbirlerine çok benzedikleri yönleri vardır, hiç benzemedikleri anlar da... Ama ikisinin de kardeşlikten, arkadaşlıktan anladığı “sırtını dayadığı, aynı kanı taşıdığı ya da güvendiği kişiye koşulsuz, cesaretle ve inançla destek olmaktır.“ İkisi de kazık atmaz. İkisi de dedikoduya kulak asmaz. İkisi de ölümüne savunur inandığı fikirleri ve insanları. Ne zaman kardeşliği anımsamaya ihtiyacım olsa bu iki kadına sığınırım... Ne şöhret severler, ne ihtişam. Çocuklarını büyüttükleri mütevazı yaşamlarında benim yerim ve konumum hiç değişmemiştir...
Kardeş taklidi yapan nice kardeşten, kardeşmiş gibi yaklaşan nice hain arkadaştan, “duyarlılığı bir tek biz sol düşüncenin sahibi insanlar tekelimize aldık“ diyen kimi uyduruk solculardan, radyo programımda Ahmet Kaya çaldım diye vaktiyle beni küçümseyen bugünün bazı azılı Ahmet Kaya sever rock’çılarından, Ahmet Kaya’yı sevme biçimlerinden hatta türban takmayla Ahmet Kaya sevmeyi moda zannedenlerden ve bütün bunların hepsini yalandan bir “kardeşlik“ zırvası içinde sunanlardan, çıkarcı, küçük hesapçılardan bıkmaz mı insan olan?
Bazen...
Kardeşin kardeşe, dostun dosta yaptığına aklım ermiyor ama korkarım bu topraklar bu nefretle yeşeriyor...
Zuhal girdi içeri... “Dün sabah başladı kar. Şehir çamura bulanmıştı tam. Bembeyaz oldu ne güzel...“
Zihnime kar yağıyor sanki... Üzerini örtecek şimdilik.. Ama eriyecek o kar ve eninde sonunda ortaya çıkacak zihnimin kiri...
16/12/2010