Yüzünün eşiğine düştüm.
Şimdi hangi yöne eğilsem sen bakıyorsun kirpiklerimin penceresinden.
Hangi durağında kaldım İstanbul’un, hangi sessizliğin sokak aralarında katledeceğim avazımı, ki sana özenmişse bu hangiler; yaktım işte sesimi. Düştüğüm yer yağmurda ıslanan kaldırımlarda kalsın…
Sen kal karaladıklarımın içinde. Bir kareden kareye, sağdan sola soldan sağa fark etmez, ama kal.
Yüzünün eşiğine düştüm.
Sesin, yüreğimin orucudur, bilesin…
Maskesini taktığım ucube hülyaların dar dehlizlerinde, bir hayatımı yitirdim bir de hayalimi…
Bana dönemediğim seni…
Sahi, hayatın neresindeyim ben?
Saçlarımda doğranan bu fırtınada hangi kim’im?
Bozkırları sarsan intizarlı feryadım, senden ibaret kasırga susuşları değil mi?
Bu aşkı kefenlemem mi gerek beni anlaman için.
Bu aşkı kabuğundan koparıp seni kanatmam mı gerek kendini bende görmen için, söyle.
……
Farkında mısın, kaç yağmur eskidi serseri kirpiklerimde gelişinden bu yana? Kaç satır sen adıyla infaza yürüdü saçının bir teli için? Gözlerine halel gelmesin diye, yüreğimle bakamadım sana, bunu bile sustuğun yerden gördün sen. Firari rüyaları kucakladım hep. Bak, eşkiya bir sevdanın dağlarına yaslanıyor alnım. Üşüyor, seni içinde bıraktığım içim.
Suların çoktan Aşk’a geldiği bir okyanusun dalgalarında, kullanılmış esişimi uçuruyorum. Baskın yemiş güven duygun bakışlarıma yığılmış sanki.
Lanetli kavmimden miras kalan ah-u zarların semazeniyim. Dönüp duruyorum mevlevi bir aşkla aşkına; ah çekerek…
Cevapsız bırakma dilimi, bir ömre kazı kendini özlendiğin gibi, bir ömre sür yolunu, bir ömre adaklar adanmış yürek ol, susma. Hadi dönüyorum sana, bir elim tanrıdan sana getirmekte umudu, diğer elim toprağıma seni ekmekte usulca.
Dönüyorum sana, kusursuz bir yalnızlık savuruyorum düne, dönüyorum hummalı bir ahengin eşliğinde, sana seni kendi ellerimde bir eşgalsiz yüzünle iki yüreğin ikliminde maskesiz bakışınla dönüyorum.
Karşıla beni gecenden…
Şimdi hangi yöne eğilsem sen bakıyorsun kirpiklerimin penceresinden.
Hangi durağında kaldım İstanbul’un, hangi sessizliğin sokak aralarında katledeceğim avazımı, ki sana özenmişse bu hangiler; yaktım işte sesimi. Düştüğüm yer yağmurda ıslanan kaldırımlarda kalsın…
Sen kal karaladıklarımın içinde. Bir kareden kareye, sağdan sola soldan sağa fark etmez, ama kal.
Yüzünün eşiğine düştüm.
Sesin, yüreğimin orucudur, bilesin…
Maskesini taktığım ucube hülyaların dar dehlizlerinde, bir hayatımı yitirdim bir de hayalimi…
Bana dönemediğim seni…
Sahi, hayatın neresindeyim ben?
Saçlarımda doğranan bu fırtınada hangi kim’im?
Bozkırları sarsan intizarlı feryadım, senden ibaret kasırga susuşları değil mi?
Bu aşkı kefenlemem mi gerek beni anlaman için.
Bu aşkı kabuğundan koparıp seni kanatmam mı gerek kendini bende görmen için, söyle.
……
Farkında mısın, kaç yağmur eskidi serseri kirpiklerimde gelişinden bu yana? Kaç satır sen adıyla infaza yürüdü saçının bir teli için? Gözlerine halel gelmesin diye, yüreğimle bakamadım sana, bunu bile sustuğun yerden gördün sen. Firari rüyaları kucakladım hep. Bak, eşkiya bir sevdanın dağlarına yaslanıyor alnım. Üşüyor, seni içinde bıraktığım içim.
Suların çoktan Aşk’a geldiği bir okyanusun dalgalarında, kullanılmış esişimi uçuruyorum. Baskın yemiş güven duygun bakışlarıma yığılmış sanki.
Lanetli kavmimden miras kalan ah-u zarların semazeniyim. Dönüp duruyorum mevlevi bir aşkla aşkına; ah çekerek…
Cevapsız bırakma dilimi, bir ömre kazı kendini özlendiğin gibi, bir ömre sür yolunu, bir ömre adaklar adanmış yürek ol, susma. Hadi dönüyorum sana, bir elim tanrıdan sana getirmekte umudu, diğer elim toprağıma seni ekmekte usulca.
Dönüyorum sana, kusursuz bir yalnızlık savuruyorum düne, dönüyorum hummalı bir ahengin eşliğinde, sana seni kendi ellerimde bir eşgalsiz yüzünle iki yüreğin ikliminde maskesiz bakışınla dönüyorum.
Karşıla beni gecenden…