:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi
Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 0/5 - 0 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Dahiliye
ÐŽeşaren
paronişya paronişi turnak dibi iltihabı

Tanım : Sıklıkla çocuklarda oluşur. Tırnak yatağı ile kütikül arasında oluşan bir infeksiyondur.

Klinik bulgular : Tırnak yeme alışkanlığı olanlar ve suda uzun süre maruziyet sonucu oluşabilir. İmmünkompromize hastalarda da oluşabilir.Yüzeyel, hassas bül, eritamatöz zeminde, distal falanksın anterior yağ dokusunda oluşur ve tırnak yatağına yayılabilir. Kabarcıklı distal daktilit ise ağrılı kabarcıklarla ekstremitelerin parmak yataklarında ağrılı kabarcıklarla karekterizedir.

Etiyoloji : Etken, sıklıkla S.pyogenes veya S.aureus. En sık stafilokoklardır. Oral anaeroblar, , bağışıklığı baskılanmış hastalarda ise Fusarium gibi funguslar etken olabilir

Tanı : Gram boyama: Sıvıda Gram pozitif zincir ya da küme yapan koklar görülür.

Tedavi : İnsizyon ve drenaj. Sağlıklı bireylerde nadiren antimikrobiyal ajan gerekir. Etken S.pyogenes ise penisilin tercih edilir, S.aureus ise dicloxacillin , I.jenerasyon sefalosporinler, clindamycingibi antistafilokokkal ajan verilir.Penisiline allerjik olanlarda makrolidler kullanılabilir.

Dozlar : Penisilin : Oral penisilinV ; 25000-90.000Ü/kg/gün, dört dozda, 10 gün ,erişkinde; 250 mg , oral, 4 kez/gün veya benzathin penisilinG ;300 000-600.000Ü çocuk, 1200 000Ü erişkin olarak tek doz kas içine uygulanır.

Amoksisilin : 25-50mg/kg/gün, üç dozda, erişkin:1.5gr. iki-üç dozda

Ampicillin : 50-100mg/kg/gün, 4 dozda, erişkin: 2-4 gr/gün, 4 dozda

Oral 1.jenerasyon sefalosporinler : Cephadroxil oral; 30mg/kg/gün, iki doza bölünerek, erişkinde 2gr. iki doza bölünüp, cefpodoxime; 10mg/kg/gün 2 dozda, erişkinde 800mg, iki doza bölünüp, cefprozil; 15-30mg/kg/gün iki doza bölünüp, erişkinde 1 gr/gün iki dozda, ceftibuten 9mg/kg/gün, bir doz, cephalexin ; 25-50mg/kg/gün 4 doza bölünerek, erişkinde günlük doz 1-4 gr, cephradine; 25-50mg/kg/gün 2-4 dozda ,erişkinde 250mgx4 doz.

Erythromycin : Yenidoğanda doz: 2000gr.dan düşük ağırlıklı bebekte;10mg/kg ağırlıklıda 12 saatte bir , 2000gr.dan büyükte; 10mg/kg, 8 saatte bir , 20-50mg/kg 2-4 dozda erişkinde 6 saatte bir 250-500mg olarak.

Azithromycin 5-12mg/kg gün tek doz, erişkin : 500mg/gün veya İlk gün 0.5 gr.daha sonra 250 mg/gün toplam 5 gün.maksimum doz; 600 mg.

Clarithromycin 7.5 mg/kg/gün iki dozda, erişkinde 1 gr/gün, iki dozda,. 10 gün verilir.

Dicloxacillin : 3.125-6.25 mg/kg-cloxacillin 12.5 mg/kg dörde bölünüp, erişkinde 250mg oral 4 kez/günde) veya sefalosporin: cephalexin, cephradine (25-50mg/kg) ikiye bölünüp(erişkinde 250mg , oral, günde 4 kez) veya , cefadroxil 30mg/kg /gün, iki dozda kullanılabilir.

Amoksisilin/clavulanic asit : 25-45 mg/kg/gün, 2-3 dozda(formülasyona göre), erişkin:1.5 gr./gün, üç dozda.

Clindamycin : 2000gr.dan düşük yenidoğanda 5mg/kg, 12 saatte bir, 1 haftadan büyükse 5mg/kg 8 saatte bir, 2000gr.dan büyük ve 1 haftadan küçüklerde 5mg/kg, 8 saatte bir, bir haftadan büyüklerde 5mg/kg 6 saatte bir , infantlarda; 15-25mg/kg/gün 3-4 doz oral, erişkinde 150mg-450mg, 4 kez günde oral.

Trimethoprim/sulfamethoxazole : 8mg/kg/gün(trimethoprime göre), 2 dozda, erişkin; 160/800 mg.lıktan oral yolla günde iki kez verilebilir.

Kaynak :

Türk İnfeksiyon Web Sitesi (TİNWEB)

http://www.infeksiyon.org
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
Patent Duktus Arteriosus PDA çocukta

PATENT DUKTUS ARTERİOZUS
(PDA)

Anne karnında kalpten çıkan iki büyük atardamar arasındaki açıklığın doğumdan sonra da kapanmayıp açık kalmasıdır(Şekil 6). Zamanından erken doğan prematüre bebeklerde açık kalma oranı daha yüksektir. Fakat bunların çoğu zamanla kendiliğinden kapanabşlmektedir. Bu açıklık vasıtasıyla vücuda gitmesi gereken temiz kanın bir kısmı akciğerlere gider. Bu olay bir yandan akciğer atardamarında basınç yükselmesine sebep olurken, diğer yandan artan kan akımı kalbin daha fazla çalışmasına ve daha fazla yorulmasına sebep olmaktadır.

Tanı nasıl konulabilir ?

Açıklığın küçük olduğu vakalarda tanı genellikle muayene sırasında üfürümün duyulması ile tesadüfen konur. Büyük açıklığı olan bebeklerde hızlı nefes alıp verme, özellikle emerken aşırı terleme, yeterli kilo alamama ve emme sırasında yorulma dikkati çeker. Tanı, muayene sırasında üfürüm duyulması ile ve kalp yetersizliği bulgularını belirleme ile konur. Bu hastalarda sık sık zatürre, bronşit gibi akciğer hastalıkları da sık görülür. Genellikle çocuk doktora hasta olduğunda götürüldüğünden, böyle ağır hasta ve huzursuz bir bebekte diğer bulgular zor farkedilir. Bu hastaların bir kısmı akciğer enfeksiyonu tadavileri ile kısmen düzelmekle birlikte, kesin tanı konulması bu nedenle çok gecikebilmektedir. Erken tanı için ülkemizde sağlıklı çocukların da doktor kontrolüne götürülmesi alışkanlığının kazanılması şarttır. Kesin tanı çocuk kardiyoloji uzmanınca yapılan muayene ve ekokardiyografi ile konur.

Tedavide ne yapılabilir ?

Kendiliğinden kapanmayan vakalarda, tedavide birinci seçenek kateter vasıtasıyla açıklığın coil veya şemsiye ile kapatılmasıdır. Açıklığın çok geniş olduğu hastalarda ameliyatla açık kalan damar bağlanarak kan geçişi engellenir.

İleriye dönük yapılması gerekenler :

Sünnet, diş çekimi, diş dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu tedaviye ihtiyaç gösterirler. Hastaların belli aralıklarla doktor kontrolünde olmalı gerekir.
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
pelvik enfeksiyonlar PID Pelvik infalamtuar hastalık

Kadın yaşantısı içinde en az dikkat çeken ama belki de kadının beden ve ruh sağlığına en fazla zarar verme olasılığı olan hastalık grubu pelvik enfeksiyonlardır. Hem enfeksiyon anında yarattığı şikayetler hem de sekelleri nedeni ile kadınları zor durumda bırakabilir. Çok ileri vakalarda hayatı tehdit edebilecek tablolar yaratabilir. Sadece A.B.D.'de her yıl 1 milyon kadının PID geçirdiği, ve 100.000 den fazla kadının bu nedenle infertilite problemi yaşadığı thmin edilmektedir. Ayrıca binlerce dış gebelik vakası da bu nedenle ortaya çıkmaktadır.

Pelvik iltihabi hastalık ya da pelvik enfeksiyon dendiğinde overler, tüpler, uterus ve bunların etrafındaki yumuşak dokulardan kaynaklanan enfeksiyonlar anlaşılır. Eskiden PID'nin sadece cinsel yolla bulaşan hastalıkların özellikle de gonorenin neden olduğu enfeksiyonlar olduğu düşünülürken günümüzde polimikrobik yani birden fazla patojen etkenin birarada hareket etmesi ile ortaya çıktığı bilinmektedir. Alt üreme sisteminde (vajina, serviks vb) normalde bulunan ancak hastalık yaratmayan bakterilerin herhangi bir şekilde yukarılara doğru ilerlemesi ile hastalık ortaya çıkarsa buna assendan enfeksiyon ya da aşağıdan çıkan enfeksiyon denir.

Mikroorganizmaların pelvik organlara kan yolu ile, lenf sistemi ile ya da komşu organlardan geçerek ulaşmalarına ve enfeksiyon yaratmalarına ise dessendan enfeksiyon ya da yukarıdan inen enfeksiyon denir. Pelvik enfeksiyonların tamamına yakını assendan enfeksiyonlardır. Dessandan enfeksiyon olarak ülkemizde en sık görülen hastalık pelvik tüberkülozdur.

PID en çok cinsel yönden aktif genç kadınları etkiler. En sık tutulan organ tüpler olduğu için hastalığa akut salpenjit (salpingitis) adı da verilir. A.B.D. Hastalık Kontrol dairesinin tahminlerine göre 1970'li yıllarda üreme çağına girmiş olan her 2 kadından birisi 2000 yılına kadar farkında olmadan ya da olarak en az 1 defa akut salpenjit atağı geçirmiş olacaktır.

PID ciddi yan etki potansiyeli taşıyan bir hastalıktır. Tek bir kez PID geçiren kadınlarda infertilite %12 civarında olurken, 3 PID atağı geçirenlerde bu oran %65'e kadar yükselebilmektedir.

Yine dış gebelik riski de bu kadınlarda 6-10 kat artmaktadır. Tek bir kez akut salpenjit geçiren ve bu nedenle tedavi edilen hastaların %20'sinde kronik pelvik ağrı ortaya çıkmaktadır. Ayrıca daha önce PID geçirenlerde yeniden PID geçirme olasılığı hiç geçirmeyenlere göre oldukça yükselmektedir.

Pelvik enfeksiyonlar genelde mikst enfeksiyonlardır. Yani aynı anda birden fazla mikroorganizma hastalığa neden olmaktadır. En sık üretilen etken gonore ve klamidyadır. Bunlar dışında A grubu streptokoklar, anaerob bakteriler, nadiren bazı mantar türleri ve tüberküloz da pelvik iltihabi hastalık etkeni olabilir.

Risk Faktörleri
PID en çok sosyoekonomik düzeyi düşük, birden fazla seksüel partneri olan, genel sağlık durumu bozuk, partneri birden fazla partner ile birlikte olan, genç kadınlarda görülür. Ancak cinsel açıdan aktif olan her kadın PID için adaydır. Bir başka risk faktörü de spiral (RİA) kullanımıdır. Vajinadaki mikroorganizmalar spiralin ipi sayesinde yukarılara tırmanabilirler. Bu nedenle PID'den korunma açısından kullanılan spiralin türü de önemli rol oynar. Ucuz ancak uygun olmayan ip bulunduran spiraller tercih edilmemelidir. Ayrıca spiral takılırken vajinadaki mikroorganizmalar yukarılara taşınabilir. Bu nedenle aktif vajinal ya da servikal enfeksiyon varlığında spiral takılmamalıdır.

Belirtiler ve Tanı
PID belirti vermeden sessizce de seyredebilir. Belirtiler olacaksa genelde adet kanamasından hemen sonra başlar. PID dışında pekçok hastalık da benzer şikayetler yaratacağından ayırıcı tanı çok önemlidir. Hatalı şekilde PID tanısı konmuş bir apandisit vakası hayati tehlikeler doğurabilir.

Tanıda ananmnez, muayene ve labovatuar bulguları birarada değerlendirilmelidir. PID tanısı için aşağıdaki 5 yakınma ve bulgunun hepsinin olması gerekir.

Karın ve/veya kasık ağrısı
Karında hassasiyet
Jinekolojik muayene esnasında serviks hareketlerinde hassasiyet
Jinekolojik muayene esnasında rahimde hassasiyet
Jinekolojik muayene esnasında adneksiyel alanda hassasiyet
Bu bulgulara ek olarak aşağıdaki bulgulardan en az birinin de olması gerekir

38 derece ya da daha fazla ateş
Serviks kültüründe gram negatif diplokok bakteriler
Kan sayımında lökosit sayısının 10.000 ya da üstünde olması
Periton sıvısında lökosit
İltihabi pelvik kitle
Ağrı ve hassasiyet hastalarda en sık görülen yakınmadır. Genelde her iki kasıkta ya da yaygın olarak kasıkta bulunur. Adet sancısını taklit eder şekilden apandisiti taklit edecek kadar şiddetliye kadar uzanan bir genişlikte görülebilir. Kramp tarzında gelip geçici değil genelde süreklidir.

Tanı için şart olmamakla beraber hastaların %40'ında 38 derece yada daha yüksek ateş görülür.

Vajinal akıntı, rahim iltihabı ya da PID'ye ek olarak vajinit varsa görülür. PID tanısı için gerekli değildir.

İlerlemiş vakalarda karın zarlarının iritasyonu sonucu bulantı ve kusmalar olabilir. Abse ortaya çıkarsa muayenede ele gelen pelvik kitle olabilir. Bazen Tubalar ve overleri içine alan büyük yapışıklıklar jinekolojik muayenede kitle olarak algılanabilir.

Pelvik enfeksiyondan şüphelenilen hastadan detaylı bir anamnez alınmalıdır. Burada hastanın son adet tarihi, adet düzeni, kullandığı doğum kontrol yöntemi, cinsel yaşam öyküsü değerlendirilir. Daha önce benzer bir enfeksiyon geçirip geçirmediği sorgulanır. Anamnezden sonra genel bir sistemik muayene yapılmalıdır. Burada hastanın nabzı ve tansiyonu önemlidir. Ateş ölçümü mutlaka yapılmalıdır. Daha sonra hastanın karın muayenesi yapılır. Burada elde edilecek bulgular hastalığın yayılım derecesi ve şiddeti hakkında değerli bilgiler verir. Muayene dikkatli bir jinekolojik inceleme ile sona erer.

Laboratuvar olarak hastadan kan sayımı istenir. Burada kandaki beyaz küre sayısı (lökosit) önemlidir. Ayrıca sedimentasyon ve C-reaktif protein gibi enfeksiyon belirteçlerinin varlığı aranır.

Vajinal akıntı olması halinde vajina kültürü alınır. Akıntı yok ise ve PID düşünülüyor ise rahim ağzından kültür alınması faydalı olabilir ancak şart değildir. Muayenede ele gelen kitle var ise ultrasonografi yapılabilir ancak PID tanısında ultrasonografinin yeri yoktur.

Zaman zaman hastalardan anamnez alırken "daha önce utrasona girdim yumurtalıklarımda iltihap olduğu söylendi" şeklinde ifadeler duymaktayız. Bunun gerçekle ilgisi yoktur. Ultrason ile over ya da tuba iltihabı tanısı konamaz ! Ancak tubalarda abse ya da kitle oluşumu varsa bu saptanabilir.

Olası bir dış gebeliği ekarte etmek için mutlaka gebelik testi yapılmalıdır.

Komplikasyonlar
Pelvik enfeksiyonların en önemli komplikasyonu ileride çocuk sahibi olmada güçlük ya da başka bir deyişle kısırlıktır. Her geçirilen enfeksiyon üreme organlarında hasara ve yapışıklığa neden olabilir. Bu yapışıklıklar tüplerde tıkanıklığa ve tüplerin hareketinde azalmaya neden olarak bu etkiyi yaratır. Aynı nedenlerden dolayı pelvik enfeksiyon geçirenlerde ektopik gebelik riski de 6-10 kat artar.

Tuboovarian abse ya da pelvik kitle meydana gelirse, enfeksiyon kana ve vücuda yayılabilir ve hayatı tehdit eden boyutlara ulaşabilir. Birkez PID geçirenlerde hastalığın tekrar etme olasılığıda normale göre çok yükselir.

Tedavi
Pelvik enfeksiyonlarda tedavi hastanın durumuna ve hastalığın şiddetine göre planlanır. Hafif olgularda ayaktan tedavi verilebilir. Bu amaçla ağızdan alınan ya da enjeksiyon şeklinde verilen antibiyotikler kullanılır.Ayaktan tedavi genelde ateşi fazla yüksek olmayan, karın muayenesinde ciddi karin zarı iltihabı bulguları bulunmayan vakalarda uygulanır.Hastaya antibiyotiklere ilave olarak ağrı kesici ilaçlar da verilebilir. Bu hastalarda yatak istirahati iyileşmeyi hızlandırır. Tedavi süresince cinsel ilişki yasaklanır.Tedavi en az 7-10 gün sürmelidir.

Şiddetli vakalarda ise hastaneye yatarak tedavi ya da bazı durumlarda ameliyat gerekebilir:

Teşhisin kesin olmadığı
İltihabi kitle saptanan
Ayaktan tedavinin yetersiz kaldığı (tedavi başlangıcından sonra 48-72 saat içinde bulguların gerilemdiği vakalar) vakalarda hastaneye yatırmak gerekir.
Çok nadir olmasına rağmen hastanedeki tedaviye de cevap vermeyen vakalarda, veya kitle saptanıp da tedaviyle kitlenin küçülmediği hallerde cerrahi tedavi düşünülebilir. Özellikle abse varlığında antibiyotik ile akut dönem bastırıldıktan sonra cerrahi olarak absenin boşaltılması düşünülebilir.

Spiral bulunan hastalarda bu çıkarılmalıdır. Bazı yazarlar hemen enfeksiyon saptanır saptanmaz çıkarılmasını önerirken bazı yazarlar ise antibiyotik tedavisine başladıktan 48 saat sonra çıkartılmasını önermektedirler.

Tüm tedavi yöntemlerini takiben 1 hafta sonra hastanın kontrole çağırılarak yeniden değerlendirilmesi gereklidir.

Pelvik enfeksiyonların türleri
Pelvik enfeksiyonlar tutulan organa göre isimlendirilir.
Endometrit : Endometriumun enfeksiyonudur.Düşük, doğum ya da küretaj sonrası ortaya çıkabilir. Cinsel yolla bulaşan hastalıklarda PID yaparken önce hafif ve geçici bir endometrite neden olabilirler.
Parametrit : Uterusu yerinde tutan destek bağların enfeksiyonudur. Doğum sonrası enfeksiyonları takiben ortaya çıkar. Şiddetli disparonia (cinsel ilişki esnasında ağrı) görülür. Muayenede parametriumda kısalma, kalınlaşma ve hassasiyet saptanır.
Piyometrit : Rahim içinde iltihabi sıvı birikmesidir.
Salpenjit : Tubaların iltihabıdır. Akut veya kronik olabilir. Yeterli tedaviye rağmen 6 hafta içinde durum yinelenirse tekrarlayan salpenjit adı verilir. Kronik salpenjit ise aktif olarak sürekli devam eden hastalığı tanımlar. Karın içerisinde yaygın yapışıklıklar ve sürekli ağrı bulunur.
"Bu yazı Dr. Alper Mumcu'dan (www.mumcu.com) alınmıştır"
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
pemfigus

Genellikle ağız içinde yüzeyel soyulmalar ve ağrılı yaralar ile başlayan ve vücut cildine de yayılabilen ciddi bir hastalıktır. Tetikleyicisi bilinmez ancak otoimmün diye tabir edilen vücudun kendi bağışıklık hücreleri ile oluşturduğu bir durumdur. Bazı ilaçlarla oluşan pemfigus vakaları bildirilmiştir. Pemfigus vulgaris (klasik pemfigus) dışında yerel ozellikleri olan değişik pemfigus tipleride vardır (fogo selvagem). Hastalığın cilt hastalıkları uzmanı tarafından gorülmesi ve biopsi ile tanı konulması gerekir.

Pemfigus Hastalığının Tedavisi

Tanısı konulan pemfigus vulgariste çeşitli tedavi protokolleri vardır. Hastalık tablosunun yaygınlığı ve şiddetine göre tedavi seçilir. Tedavide kortikosteroid ve immunosupresifler dışında immunoglobulin infüzyonu ve plazmaferez gibi yöntemlerde vardır. Vücudun kendi bağışıklık sistemi ile kendi cilt parçasına oluşturduğu bağışıklık hücrelerinin düzeyi kanda ölçülebilmektedir. Bu düzeyin düşmesi iyileşmeyle paralel gider. Yaraların bakımı da ayrıca önem taşır, tedaviye rağmen sebat eden yaralarda yara içine kortizon enjeksiyonları yapılabilir. Aktüel literatürde patlıcan, muz vb gıdaların pemfigusu artırabileceği yazılmıştır, ancak bunların tıbbi gerçekliği yoktur. Zaten hastalıktan sorumlu olabileceğinden değilde ancak lokal olarak yara oluşturabileceğinden sözedilebilir. Tıbbi literatürde ise sarımsağın pemfigus yaralarını ortaya çıkarabildiği kanıtlanmıştır. Çok önemli bir nokta şudur ki; her hasta kendisiyle ilgili gözlemini iyi yapmalıdır, yani kişisel özellikler her zaman farklı sonuçlar doğurabilir. Örneğin bazı kişilerde sarımsak, domates, bazılarında, patlıcan, biber, yaraları azdırabilirken bazı kişilerde hiçbir sakınca yaratmaz. Bu yüzden pemfiguslu kişi kendi kendini iyi gözlemlemeli ve buna göre davranış biçimi geliştirmelidir. Zaten kişi kontrollü tedavi altında ise çekinmesi gereken fazlaca bir şey olmayacaktır. Pemfigusun doğru tedavi edilmez ise öldürücü bir hastalık olabileceğini ve tedavide kullanılan ilaçların çeşitli yan etkileri ile karşılaşılabileceğini soylemek gerekir. Buna rağmen iyi kontrol altına alınan bir hasta doktoru ile iletişim halinde olarak hayatını rahat bir şekilde idame ettirebilir. Doktorunun kontrolünden çıkmamak üzere bir süre sonra kendi tedavisini düzenleyebilecek duruma gelebilir.
Pemfigus tedavisinde son yıllarda en sık kullanılan “Aberer protokolü”dür. Bu protokolde pemfigusun şiddetine göre kortikosteroid ve azathioprin adlı ilaçlar başlanır ve hastalık kontrol altına alındıktan sonra idame tedavisine geçilir. İdame tedavisinde kortikosteroidin belli çizelge eşliğinde doz azaltımı yapılır ve günaşırı 30 mg 3-4 ay devam edilir, azathiprin kortikosteroidden 2-3 ay sonra kesilir. Bu tedavi sırasında hasta 2 haftalık kan tahlilleri ile izlenir. Tedavi süresince tuzsuz, karbonhidratsız, proteinli beslenmek yan etkileri azaltmak için önemlidir. İlaçlar bağışıklık azalması yapacağından (hatırlayınız ki pemfigus bağışıklık hücrelerinin gidip deriye oturmasından kaynaklanıyordu) infeksiyonlardan korunmak ta çok önemlidir. Tüm önlemlerin alındığı durumda bile pemfiguslu kişinin karşılaşabileceği yan etkiler arasında sivilcelenme, kilo alma, sürekli açlık hissi, depresyon, lokal tüylenme olabilir.
Pemfigusla ilgili gelişmeler hızla artmakta ve belkide pemfigus adını ilerki onyıllarda unutacağız ama şimdi pemfiguslu hastalarımızla birlikte onların hayatlarını en doğal şekilde idame ettirmeleri için gerekenleri tekrar sıralayalım:

1. Mutlaka bir cilt hastalıkları uzmanı tarafından takip altında olunuz.
2. Aklınızda ki her tür soruyu doktorunuza sorunuz.
3. Hastalığınız ile ilgili bilgilenip onunla birlikte en iyi şekilde yaşamanın yollarını öğreniniz.
4. Kendinizi iyi gözlemleyiniz, gözlemlerinizi doktorunuza kısa ve pratik şekilde özetleyerek yazınız.
5. Doktorunuz izin verdiği zaman ilaç dozunuzu kendiniz belirleyecek duruma gelebilirsiniz.
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
Peptik ülser

Ülser nedir ?

Ülser ; Mide veya duedenum (onikiparmak barsağı)'un mide asidi ve sindirim sıvıları (örneğin pepsin) tarafından harabiyeti sonucunda meydana gelen doku kaybıdır.Doku kaybı asit pepsinin etkisiyle daha derinlere inebilir,enflamasyon dediğimiz yara meydana getirir.

Sıklığı nasıldır?:

Toplumumuzda herhengi bir zamanda mevcut ülserli hasta (yeni geçiren veya geçirmiş) yüzdesi %2-6'dır. Duedenal (onikiparmak barsağı) ülseri , mide ülserine göre çok daha fazla görülür. Duedenal ülser 30-50 yaşları rasında daha sık olup , erkeklerde kadınlara göre 2-4 kat daha fazladır. Mide ülseri 60 yaşından sonra daha sık gözlenir ve kadınlarda daha çok görülür.

Ülserin belirtileri nelerdir?:

En sık rastlanan belirti karnın üst kısmında kemirme ve yanma şeklinde ağrı olmasıdır. Genellikle öğün aralarında meydana gelir. Gece hastayı uykudan uyandırabilir (daha çok duedenal ülserde). Yemek yemekle ve antiasit dediğimiz mide asidini nötürleyen çiğneme tableti ve pastillerle birkaç dakika ile birkaç saat arasında ağrı hafifler. Sonbahar ve ilkbaharda ağrıların sıklığı artar. Ülserli hastalarda daha az sıklıkla meydana gelen belirtiler bulantı , kusma (özellikle ağrı varken oluşur, kusunca ağrının azalması veya kesilmesi çok tipiktir) , iştahsızlık ve kilo kaybıdır.

Ülserin nedeni nedir?:

En büyük neden "Helicobacter pylori" adlı bir mikroptur ve düzenli NSAİ ilaçlar (aspirin, antiromatizmal ilaçlar) alımıdır. Diğer muhtemel nedenler arasında genetik yatkınlık (irsiyet) , her türlü stresler , kortizon türü ilaçlar , alkol , sigara , kahve alışkanlığı , çevre kirliliği sayılabilir.

Helikobacter Pylori
Birçok ülser helicobacter pylori mikrobunun varlığı ile meydana gelir. Duedenal ülserlerde Helicobacter pylorinin varlığı %100'e yakın oranla yüksek bulunmuştur. Helicobacter pylori varlığı saptanan , ancak ülser görülmeyen kişilerin varlığından dolayı , helicobacter pylori varlığı yanında başka faktörlerde (örneğin irsiyet) olması gerektiğini düşündürmektedir. Helicobacter pylori varlığı ülser yapması dışında müzmin gastrit yaptığı kesindir. Mide kanserlerine yol açtığı da iddia edilmektedir.

Helikobacter Pylori. Elekron mikroskobu ile alınmış resmi.

Helikobacter Pylori kültürü

Helikobacter Pyloriyi saptama yöntemleri

Endoskopik biopsi alınarak üreaz testi , patolojik inceleme , kültürde üretme gibi yöntemler.

Hasta kanında helicobacter pylori mikrobuna karşı gelişmiş antikoru saptayarak (hiç olmazsa 2 aylık dönemde helicobacter pylori enfexionu geçirdiği saptanır).

Endoskopik yöntemle alınan biopsi örneği özel hazırlanmış solusyana atılarak Helikobacter Pylorinin varlığının araştırılması( Üreaz testi)



NSAİ ilaçlar (Aspirin ve benzeri ilaçlar) 'ın "ülser yapıcı" etkileri

Ülseri meydana getiren ikinci büyük sebep; düzenli NSAİ ( Ağrı kesici ve romatizmal ilaçlar ) ilaç kullanmaktır. NSAİ ilaçların bu kötü etkileri uygun ilaçlarla önlenebilir. Ülseri olanlar çeşitli hastalıklar için doktora gittiklerinde , doktora ülserli olduğunu söylemelidirler. Doktor gerektiğinde vereceği ağrı kesici ilaçlarla birlikte gastrointestinal yan etkileri önleyecek ilaç verebilir ya da yan etkileri olmayan ilaçlar (paracetamol gibi) kullanılabilecektir.

ÜLSERİN TEHLİKELİ SONUÇLARI

Mide Kanaması

Sindirim sistemi kanamalarının en büyük nedeni ülserlerdir. Bazen daha önce hiç mide ağrısı şikayeti olmayan kişilerde bile görülebilir. Bu kişiler "kahve telvesi" renkli bir materyel kusarlar ya da "katran renkli" siyah gaita dışkılarlar. Başka belirti olmadan , gaitasının siyah renkli olduğunu farkeden kişilerin mutlaka bir sağlık kurumuna acil olarak başvurması gereklidir.

Kusma ve siyah renkli feçes olmadan önce aniden fenalık gelmesi , soğuk soğuk terleme halinde üst gastrointestinal kanamadan kuşkulanılmalıdır.

Perforasyon ( Mide delinmesi)

Mevcut ülserin derinliğinin artması ve tüm mide-duedenum katmanlarını geçerek delinmesidir. Mide asit-pepsin içeriğinin karın boşluğuna geçmesi sonucu aniden ve şiddetli bir ağrı oluşur. Karın tahta gibi sertleşir , kıpırdama ve yürüme ağrı nedeniyle zorlaşır. Tedavi genellikle ameliyat iledir.

Tıkanma

Özellikle duedenum ve pylor kanalında akut ülserin doku ödemi (şişliği) meydana getirmesiyle , uzun süredir derin ülserin olması sonucunda nedbe dokusu oluşması nedeniyle , yiyecek , içecek ve mide suyunun geçimini (pasajın) daralması (stenoz) , hatta tıkanmasına neden olur. Hasta yediği ve mide suyunun devamlı salgılanmaya devam etmesi sonucu mide içinde biriken , ileriye gidemeyen materyali kusar. Kusma bol ve süreklidir. Hasta yese bile yiyecekler hazmeden organlara geçemediğinden (hazım-emilim- mide değil,onikiparmak barsağı ve ince barsaktadır), sürekli kilo verme mevcuttur. Teşhis biran önce yapılıp , ameliyat edilmelidir.

ÜLSER TEŞHİSİ

Fizik muayene ve ultrason ile ülser herhangi bir işaret vermez. Ancak bize başka hastalıkları ekarte etme şansı verir.

Ülser tanısı için üst sindirim sisteminin radyolojik tetkiki veya daha iyisi üst sindirim sistemi endoskopisi (özofagogastroduedenoskopi) ile konur.

( tetkiklerin detayı )


Endoskopi (Gastroskopi):

Küçük , ışıklı , kıvrılabilen bir boruyla yemek bousu , mide ve onikiparmak barsağının gözle direkt olarak gözlenmesidir. Görülmesi gereken organların yaklaşık her yeri net bir şekilde gözlenebilir. İşlem hastaya genellikle sakinleşmesi için bir ilaç verilerek yapılır. İşlem sırasında , patolojik tetkik ve üreaz testi için biopsi alınabilir. Biopsi alımı herhangi bir rahatsızlık veya ağrıya neden olmaz.




Helikobacter pylori için testler:

Helikobacter pyloriyi tesbit edecek birçok test vardır. Bacterinin antikorlarının varlığını kanıtlamak için kan testleri alınabilir (pratiktir , genellikle tarama testi olarak kullanılır). Bakterinin meydana getirdiği ürünleri nefesten test eden nefes testleri uygulanabilir (değeri azdır , pahalı cihazlara gerek vardır). Tedaviyi değerlendirmek amacıyla yapılabilir. Mideden alınan biopsi (doku parçası) ile üreaz testleri yapmak , patolojik muayene yapmak, kültürden üreterek (zor ve zahmetlidir) helikobacter pylori tesbit etmek mümkündür.

ÜLSER TEDAVİSİ

DİYET:

Geçmişte baharatlı , acı , ekşi , turşudan , yağlı ve asidik yiyeceklerden kaçınılması gerektiği söylenip , süt tedavisi verilirdi. Bugün ülser için özel bir diyet olmadığı gibi , gece yatmadan önce içilen sütün zararı bile olabilir. Özel diyetin ülseri iyileştirmede katkısı olmadığı deneylerle gösterilmiştir. Şu anda kişisel olarak şikayetine sebep olduğu düşünülen yiyecek maddesinin kısıtlanması gerektiği söylenmektedir. (Örneğin ülserli bir kişiye soğan yemek dokunmuyorsa yemesinde bir sakınca yoktur). Ancak ülserli hasta sigarayı (eğer çok içiyorsa) bırakmalıdır. Sigara içiminin ülser iyileşmesini geciktirdiği , sık ülser tekrarlanmalarının ( nüks ) neden olduğu gösterilmiştir. Genellikle ülserli hastalar aspirin ve benzeri romatizma ilacı almamalıdır. Alkol alımı , yüzeyel mukoza direncini bozarak , gastrite ve ülser iyileşmesinde gecikmeye yol açabilir. akut ülserde özellikle alınmamasında yarar vardır.

İLAÇLAR:

Gastroözofajial reflü tedavisinde ve ülserde kullanılan ilaçlar H2 reseptör blokerleri (Ranitidin , Famotidin , Nizatidin) ve proton pompa inhibitörleri (omeprozol , lansoprol) dir. Bunlar mide asitlerini azaltarak yakınmaları rahatlatırlar. Ayrıca mide asitinin ülser üzerine etkisini ortadan kaldırarak , iyileşmeyi sağlarlar. protein pompa inhibütörleri asiditeyi azaltmada , H2 reseptör blokerlerine oranla daha güçlüdür , ancak daha pahalıdırlar. helikobacter pylori saptanan hastalarda , protein pompa inhibütörleri antibiyotiklerle birlikte helikobacter pyloriyi yok etmede ( eradikasyon ) kullanılmaltadır.

Örnek bir tedavi şeması

Helikobacter Pylori'nin saptanmasından sonra.

2 Hafta süre ile ;

1- Proton Pompa İnhibitörü ( Lansoprozol gurubu,Omeprazol gurubu ) ( Sabah - Akşam)

2- Amoksisillin 1 gram tablet ( Sabah - Akşam )

3-Klaritromisin 500 mg. tablet( Genel adı ) ( Sabah - Akşam )


Daha sonra genellikle tekdoz (günde 1 defa) sadece Lansoprozol ( yada Omeprzol ) ile 1 yada 2 ay tedaviye devam edilir.Bu tedaviden sonra çoğunlukla 6 ay kadar H2 reseptör Blokerleri ( Famotidin,Ranitidin v.s.) ile idame tedavisi verilebilir.( Bir kaç kez kanama geçirmiş tekrar kanama olasılığı yüksek gibi bazı hasta gurubunda çok uzun süre de kullandırılabilir.)

Ülser nedeniyle Ameliyat ne zaman gereklidir?:

Birçok ülserler ilaçla iyileşirler. Kanama , stenoz (daralma -tıkanma) , delinme meydana gelirse , tıbbi tedaviye cevap vermezse acilen ameliyat gereklidir
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
pernisiyöz anemi

TANIMLAMA
B12 vitamini eksikliğine bağlı hastalıktır. Pernisiyöz anemi, atrofik gastrit ve histamine yanıtsız aklorhidri ile beraberdir. B12 vitamini terminal ileumda, gastrik mukoza parietal hücrelerden salınan intrensek faktör olmadığında emilememektedir. Genellikle, yavaş ilerleyen bir hastalıktır.


AÇIKLAMA
B12 vitamini ; ette ve protein yapıda olan diğer hayvansal besinlerde bulunur. Bu vitamin barsakta terminal ileum bölgesinde emilir; ancak emilebilmesi için midenin fundus ve corpus kısımlarındaki parietal hücreler tarafından salgılanan özel bir faktör olan İntrensek Faktör’ün varlığı gerekir. Bu faktör ; vitaminin, barsak mukozasının bir yanından öbür yanına taşınması için kullanılır. Emilen vitamin karaciğerde ve vücudun beş yıllık ihtiyacını karşılayacak miktarlarda depolanır.
Pernisiyöz aneminin önde gelen fizyopatolojik mekanizmalarından birisi, B12 vitamini emiliminin çeşitli faktörlerden birine bağlı olarak azalmasıdır. Atrofik mide mukozasının intrensek faktör salgılayamaması, en sık karşımıza çıkan pernisiyöz anemi nedenlerinden biridir. Gastrektomi, kronik atrofik gastrit ve miksödem de intrensek faktör salgılanmasında buna benzer olumsuz değişikliklere yol açabilir. İntrensek faktör noksanlığı nadiren doğuştandır. Diphyllobothriasis’te veya kör ans sendromu’nda diyetteki B12 vitamini konusunda bakteriler tarafından vitaminin kullanılması nedeniyle kompetisyon ve intrensek faktörün parçalanması görülebilir. Vitaminin ileum’da emildiği yerler doğuştan bulunmayabilir ya da regional enteritis veya cerrahi rezeksiyon sonucu ortadan kalkmış olabilir. Kronik pankreatit, malabsorpsiyon sendromları ve ağızdan kalsiyum bağlayan ilaçlar, aminosalisilik asit ve biguanid’ler gibi bazı ilaçların kullanılması; B12 vitamini emilmesini azaltan ancak, daha seyrek görülen nedenlerdendir. Vejetaryenlerin ağız yoluyla yeterli vitamin alamaması veya çok ender olarak uzun zamandır devam eden hipertiroidizm’de vitamin kullanımının artmış olması, yine B12 vitamininin noksanlığına yol açabilen durumlar arasındadır.
Bütün hastalarda anemi, sinsi bir şekilde gelişir ve giderek, karaciğerdeki büyük B12 depolarını tüketecek kadar şiddet kazanır. Yavaş gelişmesi nedeniyle bir çeşit fizyolojik uyum söz konusu olduğu için bu anemi, semptomlarına göre çok daha şiddetli olabilir. Bazen dalak ve karaciğer büyüyebilir. Hastada iştahsızlık, aralıklı kabızlık ve ishal, yeri pek belirlenemeyen karın ağrıları gibi mide - barsak kanalını ilgilendiren çeşitli semptomlar bulunabilir. Hasta tarafından genellikle “dil
yanması” şeklinde tanımlanan glossit sıktır. Ayrıca hastalarda önemli kilo kayıpları da görülebilir.
Nörolojik tutulma, anemi mevcut olmasa bile görülebilir. Olaydan en fazla periferik sinirler etkilenir. Sıklık sırası bakımından bunu omuriliğin tutulması izler. Omurilikteki olaylar önce arka kordonlarda ortaya çıkar ve alt ekstremitelerde vibrasyon duyusunun kaybı, pozisyon duyusunun kaybı ve ataksi nedenidir; daha sonra bunu spastisite, aşırı aktif refleksler ve Babinski belirtisiyle birlikte lateral kolonların tutulması izler. Bazı hastalarda bunların yanısıra irritabilite, hafif bir depresyon veya gerçek anlamda paranoya ( megaloblastik çılgınlık) bulunabilir. Nadir olarak sarı-mavi renk körlüğü de görülmektedir. B12 tedavisine çabuk cevap veren kaynağı bilinmeyen ateş yükselmesi, diğer ender belirtiler arasındadır. Özellikle tiroid ve adrenallerle ilgili endokrin noksanlıklar pernisiyöz anemi ile birlikte bulunduklarında, mide mukozasındaki atrofinin otoimmun bir nedenle meydana geldiğini düşündürür. Pernisiyöz anemiye hipogammaglobulinemi eşlik edebilir.



ETKİLENEN SİSTEMLER / ORGANLAR
Hematolojik , Lenfatik , Bağışıklık, Sinir, Sindirim Sistemleri

GENETİK
HLA-DR2; HLA-DR4. Pernisiyöz Aneminin ; herediter olan nadir tiplerinde bulunur.
Endemik Alanlar - Kuzey Avrupa ve İskandinavya Ülkeleri

İNSİDANS VE PREVALANS


YAŞ
60 yaş üzeri

CİNSİYET
Kadın = Erkek


BELİRTİ VE BULGULAR
Anormal Refleksler
İştahsızlık , Kilo Kaybı
Ataksi
Atrofik glossit
Pozitif Babinski
Konfüzyon
Konjestif Kalp Yetmezliği
Demans
Depresyon
Efor dispnesi
Ekstremite uyuşukluğu
Ekstremite parestezisi
Hepatomegali
Solukluk
Çarpıntı
Kötü parmak koordinasyonu
Pozisyon duyumunda azalma
Erken saç ağarması
Purpura
Pozitif Romberg belirtisi,
Deri pigmentasyon artışı
Hassas dil
Splenomegali
Taşikardi
Kulak çınlaması
Baş dönmesi
Vibrasyon duyumunda azalma
Vitiligo
Halsizlik


NEDENLERİ
Gastrik Mukoza Atrofisi
İntrinsik Faktör yetersizliği
Gastrik parietal hücrelere karşı otoimmünite
İntrinsik Faktöre karşı otoimmunite


RİSK FAKTÖRLERİ
Vejetaryen diyet, B12 suplemantasyon yokluğu
Gastrektomi
Kör loop sendromu
Parazit enfestasyonu
Malabsorpsiyon sendromları.
İlaçlar: Oral kalsiyum - şelatör ilaçlar, aminosalisilik asid, biguanidler
Kronik pankreatit
Alkolizm



AYIRICI TANI
Folik asit eksikliği
Myelodisplazi
B12 vitamin yetersizliği ile ilgili olmayan nörolojik bozukluklar.
Karaciğer disfonksiyonu
Hipotiroidizm
Hemoliz veya kanama
İlaç etkileri
Alkolizm


LABORATUAR
Aklorhidri
Anizositoz
Anti-İntrinsek Poikilositoz Faktör antikoru
Antiparietal hücre antikoru
Direkt hiperbilirubinemi
Azalmış haptoglobin
Howell- Jolly antikorları
Hipergastrinemi
Hipersegmente nötrofiller
Artmış LDH
Lökopeni
Makrositik anemi
MCV = Ortalama Eritrosit Hacmi- 110-140
Pentagastrin stimülasyon - mide pH < 6.0
Periferik kan yaymasında ; makro-ovalositler
Poikilositler
Serum ferritin artması
Serum vitamin B12 düzeyi < 100 pg/ml
Trombositopeni


Laboratuar sonuçlarını değiştirecek hastalıklar

Yalancı yüksek MCV = ortalama eritrosit hacmi
Soğuk aglutininler
Hiperglisemi
Belirgin hiperlökositoz


Yalancı normal serum vitamin B12 düzeyi
Miyeloproliferatif hastalıklar
Karaciğer hastalığı


Yalancı düşük serum B12 düzeyi
Multipl myelom
Oral kontraseptif ilaç alımı
Gebelik
Folik asit yetersizliği
Transkobalamin eksikliği
Yakın zamanda verilmiş radyoizotoplar



PATOLOJİK BULGULAR
Kemik iliği > hipersellüler, makrositler, demir depoları artmıştır.
Megaloblast kümeleri
Dev metamiyelositler
Macro polimer lökositler
Hipersegmente nötrofiller
Mide > atrofik gastrit, goblet hücreleri artmış
Parietal hücre atrofisi
Ana hücre (chief cell) atrofisi


Gastrik sitoloji > sellüler atipi


Spinal kord > dorsal ve lateral yolların miyelin dejenerasyonu
Periferik sinir dejenerasyonu.
Dejeneratif arka kök ganglion değişiklikleri


DİÄžER TESTLER


Schilling Testi ve İntrinsik Faktör - Normal Vitamin B12 emilimi
Schilling Testi - Azalmış Vitamin B12 emilimi
Gastrik Analiz - Aklorhidri
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
pitriazis rosea

Pitriazis rosea siklikla deri cizgileri boyunca yerlesen, oval eritematoz papuller, kucuk plaklar seklinde gorulen oldukca sik rastlanan, gecici bir "papuloskuamoz" hastaliktir94. Etyolojisi bilinmemektedir fakat hastaligin sonbahar ve kis mevsimlerinde salgin yapacak sekilde gorulmesi muhtemel viral bir sebebi dusundurur. Erupsiyon genellikle govrenin ust kismi veya ekstremitede "haberci lezyon" denilen yuvarlak eritemli bir leke ve pullanma seklinde baslar. Birkac gun ilâ hafta icinde dokuntu yayginlasir, simetrik tarzda ozellikle ust govre ve proksimal ekstremiteleri tutar. Hastalik benign bir seyir izler ve kendiliginden 2 ilâ 8 haftada yatisir, ancak bazi vakalar 1 yil kadar uzun surebilir.
PATOLOJI. Oncu dokuntu ve yaygin lezyonlarin biyopsilerindeki ortak nokta yuzeydeki hafif spongiyozlu parakeratotik pullanmadir fakat mikrovezikulasyon veya notrofilik infiltrasyon bulunmaz. Pullanma fokaldir ve gevsek olarak tutunur. Akantozun derecesi degisir ve haberci dokuntude daha buyuk ve daha psoriaziform olur. Papiller dermiste odem. dermal papilla uclarinda kucuk kanamalar vardir, eritrositler ve eritrosit kirintilari epidermise gecer. Vaskulit bulunmaz. Damar cevresi lenfosit infiltrasyonu genellikle yuzeyeldir fakat haberci dokuntude cogu kez dermisin derinliklerine dogru ilerler. Az sayida eozinofil olabilir fakat plazma hucreleri gorulmez.
Pitriazis rosea guttat psoriazisten, psoriazisteki gibi stratum korneumda notrofil bulunmamasiyla ayirdedilebilir. Ozellikle altin tuzlari ve meprobamat tedavisine sekonder pitriazis roseaya benzer ilac reaksiyonlari vardir. Bu lezyonda eozinofil olmaksizin az sayida plazma hucresinin varligi kuvvetle sekonder sifilizi akla getirir. Viral ekzantemler pitriazis roseanin yaygin sekline benzeyebilir.
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
pnömokok ve meningokok aşısı

Pnömokok Aşısı

Pnömokok adı verilen mikroplar, çocukluk çağında, alt ve üst solunum yolu infeksiyonları, zatürre, orta kulak iltihabı ve menejit gibi hastalıklara neden olan önemli etkenlerden birisidir. Antibiyotiklerin sık kullanımı nedeniyle sıklığı azalmış olmakla birlikte, hala çok sayıda süt çocuğu ve yaşlı kimsenin ölümüne neden olmaktadır.

Pnömokoklara karşı ilk aşı 1978 yılında geliştirilmiştir. Çeşitli kronik hastalıklar, müzmin solunum yolu ve kalp rahatsızlıkları, kanser ve şeker hastalığı olanlarda, dalağı ameliyatla alınmış kimselerde pnömokok infeksiyonu kolaylaşır. Hernekadar pnömokoklar sıradan antibiyotiklerle tedavi edilebilmekteyseler de sayılan risk faktörlerine sahip bireylerde infeksiyon ağır seyredebilmektedir. Son yıllarda antibiyotiklere dirençli pnömokok infeksiyonları artmakta, aşıyla korunma önem kazanmaktadır.

Meningokok Aşısı

"Neisseria meningitis" adı verilen mikroorganizmanın yol açtığı menenjitler oldukça ağır seyretmektedir. Mevsimlerle ilişkili olarak salgınlar yapmaktadır. Aynı aile içinde kardeşler arasında ard arda belirtiler vermeye başlaması ve yüksek ölüm sıklığı meningokok menejiti için tipiktir. Gripal infeksiyon benzeri tabloyu takiben ortaya çıkan ense sertliği, ciltte çok sayıda küçük kırmızı mor renkte kanama odakları biçiminde döküntüler hastalığın başlıca belirtileridir. Ağır bir hastalık tablosudur, derhal hastaneye yatırılarak yoğun ilaç ve destek tedavileri yanında yakın takip gerektirir.

Hasta bireyle temas eden kimselere "rifampisin" adlı ilaç iki gün süreyle verilmekle geçici olarak korunma sağlanır. Çocukların toplu olarak bulundukları okul gibi ortamlarda ortaya çıkan salgınlarda aşıyla korunma önerilebilir
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
pnömoni zatürre ve tedavisi

Halk arasında "zatürre" olarak bilinen pnömokok enfeksiyonları, özellikle risk grubu hastalarda ölümle sonuçlanabilecek ciddi bir akciğer hastalığıdır.

Streptokokus pnömoni bakterisinin neden olduğu pnömoni (pnömokok pnömonisi), küçük çocuklarda, ileri yaştakilerde ve halihazırda kronik bir hastalığı bulunan kişilerde daha ağır seyreder ve ölümle sonuçlanabilir.



39 dereceyi geçen ateş
öksürük
çoğu zaman pas renginde olan koyu kıvamlı balgam

hastalığın başlıca belirtileridir.
Hastalık bazen genç erişkinlerde şiddetli bir titremenin ardından ateş yükselmesiyle birlikte aniden başlayabilir.

Buna karşılık yaşlılarda son derece sinsi bir şekilde başlayabilir ve zatürre izlenimi vermeyebilir. Çok yaşlı hastalarda öksürük pek az olabilir, hiç balgam çıkmayabilir ve ateş de yükselmeyebilir. Ancak hasta yorgun görünür ya da bilinci bulanıklaşır. Vücut ısısı düşer ve şok tablosu ortaya çıkabilir.

Zatürre olan hastalar tipik olarak grimsi renktedir, kaygılı görünürler ve ateş genellikle 39 derecenin üzerindedir.

Zatürreye neden olan bakteriler, aynı zamanda kan ile tüm vücuda yayılarak bakteriyemi adı verilen tablo ve beyin zarında da menenjit gibi ciddi enfeksiyonlara neden olabilirler.

Bu bakteriler zatürreye neden olduklarında, her 20 vakadan biri ölümle sonuçlanmaktadır.

Aynı şekilde her 10 bakteriyemi vakasından 3'ü ölümle sonuçlanmaktadır.
Zatürre nasıl bulaşır ?
Zatürreye neden olan Streptokokus pnömoni (pnömokoklar), üst solunum yollarında koloniler (bakteri grupları) oluşturan ve normal florayla (zararsız bakteriler) birlikte bulunan bir bakteridir.

Pnömokoklar kişiden kişiye, bir iki metrelik mesafelerden yakın temas sonucu bulaşırlar. Bakteriler, tek başına ya da solunum damlacıklarıyla birlikte solunum yolundan vücuda girerler ve nazofarinkste (burun ve ağız boşluklarının birleştiği yer) bakteri kolonileri oluştururlar.

Bakteri genellikle aile içinde, özellikle küçük çocuklar ve okul çoçukları arasında yayılma eğilimindedir. Hastalığın yayılması çoğu zaman viral üst solunum yolları enfeksiyonları ile birlikte olur.

Pnömokok enfeksiyonu grip kadar bulaşıcı olmamakla birlikte insanların kalabalık şekilde bir arada yaşadığı yerlerde, askeri kamplarda, tutukevlerinde ve yatılı okullarda zatürre salgınları görülebilir.

Ne sıklıkta görülür ?
Dünya sağlık Örgütü'nün verilerine göre dünyada her yıl her 1000 kişden 10-15’i zatürreye yakalanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl Pnömokoklara bağlı zatürreden 100 000 - 175 000 kişi, bakteriyemiden 50 000 kişi ve menenjitten 3000 kişi hastaneye yatmaktadır. Yaklaşık 20 000 ila 40 000 kişinin de hayatını kaybettiği bildirilmektedir.

Türkiye’de her yıl Sağlık Bakanlığı istatistiklerine göre yaklaşık 90 000 zatürre vakası görülmekte ve 2500 civarında kişi hayatını kaybetmektedir. Ancak uzmanlar Türkiye için gerçek rakamın çok daha yüksek olduğunu ifade etmekte ve yaklaşık 500 000 kişinin her yıl zatürreye yakalandığını belirtmektedirler.

Pnömokok aşısı yapılması gereken risk grupları

- Kronik hastalıkların varlığı nedeniyle zatürre hastalığı gelişme riski artmış hastalar

Kardiyovasküler hastalıklar
Akciğer hastalıkları
Diyabet
Alkolizm
Karaciğer sirozu
Beyin-omurilik sıvısı kaçağı
- Bağışıklık sorunu olanlar

Dalağı fonksiyon görmeyen veya alınmış hastalar (asplenik hastalar)
Hodgkin hastaları
Lenfomalı hastalar
Multipl miyeloma vakaları
Kronik böbrek yetmezliği olanlar
Nefrotik sendrom vakaları
Bağışıklık sisteminin baskı altına girdiği hastalığı olanlar (örn: organ nakledilenler, kemoterapi ve radyoterapi görenler)

- Semptomatik veya asemptomatik HIV enfeksiyonu olanlar (AIDS'li hastalar)

- Zatürre hastalığı veya komplikasyonlarının görülme riskinin yüksek olduğu bilinen özel çevrelerde veya kalabalık yerlerde yaşayanlar (örn: huzurevleri gibi)

- 65 yaşın üzerindeki herkes*



Pnömokok Aşısı (Zatürre Aşısı) çeşitli zamanlarda yapılabilir:

Hastaneden taburcu edilirken aşılama, pnömoni nedeniyle tekrardan hastane tedavisine ihtiyaç duyulmasını azaltan bir önlemdir.

65 yaş ve üstündekiler doktor kontrolleri ve herhangi bir nedenle doktora başvurdukları zaman aşılanabilirler.

Risk gruplarına girenler;

grip aşısıyla birlikte
hastaneden taburcu edilirken
huzurevlerinde veya kronik tedavi gördükleri ortamlarda aşılanabilirler.
Splenektomili (dalağı alınmış) veya kemoterapi uygulanacak hastalar::

Ameliyattan 2 hafta önce
Organ naklinden 2 hafta önce
Bağışıklık sistemini baskı altına alacak tedaviden 2 hafta önce aşılanabilirler.
HIV ile enfekte olanlar (AIDS'li hastalar)

HIV ile enfekte insanlar seropozitif oldukları saptanır saptanmaz en kısa zamanda pnömokok aşısı yaptırmalıdır.

- Pnömokok aşısı 2 yaşından küçük çocuklarda önerilmez



* ABD'deki ACIP (Immunization Advisory Committee - Bağışıklama Danışma Komitesi) 1989 yılında pnömokok polisakkarid aşısının kullanımı konusundaki önerilerini güncelleştirerek yaşlı ( > 65 yaş) insanların rutin olarak aşılanmasını önermiş ve diğer yüksek risk gruplarını yeniden belirlemiştir.

TEDAVİ: BU BÖLÜM SAÄžLIK ÇALIŞANLARI VE HEKİMLERE AİTTİR.
Toplum Kökenli Pnömoniler:



Tedavi

Prof. Dr. Haluk ERAKSOY

Toplumda edinilmiş pnömoninin tedavisi dört basamaktan oluşur:

1. Hastalığın tanınması,
2. Pnömoninin şiddetinin değerlendirilmesi,
3. Tedavide hangi antibiyotiğin kullanılacağına karar verilmesi,
4. Başlanan tedaviye alınan yanıtın değerlendirilmesi(1).

1. PNÖMONİNİN TANINMASI

Alt solunum yolu semptomlarının ayırıcı tanısına giren pek çok durum vardır. Bunlar arasında pnömoniden başka, sinüzit, bronşit ve infeksiyon dışı nedenler ( reaktif hava yolu hastalığı, atelektazi, konjestif kalp yetmezliği, organize pnömonili bronşiolitis obliterans, vaskülit, pulmoner embolizm ve akciğer tümörleri gibi ) de yer alır. Hastalığın tanınması için çeşitli klinik ve laboratuvar verilerinin bir arada değerlendirilmesi gerekir.(2,3)

Pnömonide, çoğunlukla bir antimikrobik tedavi indikasyonu vardır. Oysa üst solunum yolu infeksiyonları ve akut bronşit çoğunlukla viral kökenlidirler. Antibiyotik tedavisi gerektirmeyen bu hastalıklar, antibiyotiklerin kötüye kullanıldığı durumların başında gelmektedir.(4)

Pnömoni tanısı koymak için çoğunlukla bir göğüs radyogramı gerekir. Radyogram, kimi kez etyolojik bir tanı koymak ve prognoza ilişkin bilgi elde etmek için yararlı olur; ayrıca ayırıcı tanıya giren ya da eşlik eden durumları da gösterebilir.(5-7)

2. PNÖMONİNİN ŞİDDETİNİN DEÄžERLENDİRİLMESİ

Öykü, fizik muayene bulguları ve radyogramla pnömoni tanısı konulduktan sonra, hastalığın ne denli ağır olduğunun değerlendirilmesi gerekir. Pnömoninin şiddetinin belirlenmesi, genellikle tedavide hangi antibiyotiğin ya da antibiyotiklerin seçileceğini ve hangi yolla verileceğini ortaya koyacaktır. Maliyet açısından ise toplumda edinilmiş pnömonisi olan bir hastanın tedavisine ilişkin verilmesi gereken en önemli karar, tedavinin ayakta mı, yoksa hastanede mi yapılacağıdır. Eğer hastada mortaliteyle ya da pnömoninin komplike bir gidiş göstermesiyle ilişkisi olduğu bilinen birtakım özgül risk faktörleri varsa, böyle bir hastanın hastaneye yatırılması düşünülmelidir. Bu risk faktörleri, kronik obstrüktif akciğer hastalığı ( KOAH ), diabetes mellitus gibi eşlik eden bir hastalık; takipne, hipotansiyon gibi sepsis bulguları; lökopeni ve 30.000 / mm3'ün üzerinde bir lökositoz gibi laboratuvar bulguları ya da hastanın 65 yaşın üzerinde, evsiz ya da kimsesiz olması gibi çok çeşitli etmenlerdir. Dahası, ağır solunum yetmezliği ve şok gibi "ağır" bir pnömoninin ölçütlerini gösteren hastaların tedavisi, ancak bir yoğun bakım biriminde yapılabilir.(8-10)

Toplam 38.039 pnömonili hastanın prognozlarını araştıran bir ekip, 19 değişkene dayanan kümülatif bir puanlama sistemi kullanarak, hastaları beş sınıfa ayırmıştır ( Şekil 1 ).(11) Hastalar bu sınıflamaya göre değerlendirildiğinde, ilk üç kategoriye giren hastaların ayakta tedaviye elverişli olduğu; kimi kez üçüncü kategori için ayakta tedaviden önce hastanede kısa süreli bir gözlemin gerekebileceği; dördüncü ve beşinci kategorideki hastaları ise hastaneye yatırmak gerektiği bulunmuştur ( Tablo 1 ). Bununla birlikte, hastaneye yatırma kararı için hiçbir ölçüt klinik izlenimin önüne geçmemelidir.(11)

3. ANTİMİKROBİK TEDAVİNİN SEÇİLMESİ

Hastaneye ulaştıktan sonra pnömonili bir hastanın tedavisi 120 dakikadan fazla geciktirilmemelidir. Varsa altta yatan başka hastalıklar da hızla tedavi edilmelidir. Tedaviye erken başlanamamasının mortaliteyi arttıracağı açıktır.(12)

Toplumda edinilmiş pnömoninin tedavisi için uygun antimikrobik ajan seçimi, tanısal yaklaşımla klinik örneklerde etkenin gösterilmesine ya da sendromik yaklaşımla çeşitli ipuçlarının değerlendirilmesine dayanır. Değişik koşullarda bu yaklaşımlardan birine başvurularak tedavi kararı verilebilir. Her iki tedavi yaklaşımının da sonuç vermediği durumlarda genellikle ampirik yaklaşım gerekir. Aşağıda, bu üç değişik yaklaşımın gösterdiği üstünlükler ve zayıflıklar ayrı ayrı gözden geçirilmiş ve toplumda edinilmiş bir pnömoni olgusunun antimikrobik tedavisi için her birinden nasıl yararlanılabileceği irdelenmiştir.

Tanısal Tedavi Yaklaşımı

Toplumda edinilmiş pnömonide etkeni belirleyebilmenin üstünlükleri,

1. Antimikrobik ajanı in vitro duyarlılık sonuçlarına göre seçerek olası klinik başarısızlıkların önlenmesi,


2. Polifarmasiden kaçınılarak maliyetin, direnç gelişmesinin ve istenmeyen ilaç reaksiyonlarının azaltılması,
3. Epidemiyolojik açıdan önemli patojenlerin ( Legionella türleri, hantavirus ve penisiline dirençli Streptococcus pneumoniae vb. ) tanınabilmesidir. Son yıllarda toplumda edinilmiş pnömoni etkenlerinin gerek sayısında, gerekse bunların antimikrobiklere direncinde gözlenen artış, "etkene yönelik" tedavi olarak adlandırılan bu tanısal yaklaşımın önemini arttırmıştır.(13,14)

Tanıyı güçleştiren başlıca etmenlerden biri, alt solunum yollarındaki infektif süreci temsil edecek yeterli örnek elde edilememesidir. Dehidratasyon ya da atipik pnömoni sözkonusu olduğunda, hasta kimi kez hiç balgam çıkaramaz. Tanı güçlüğüne yol açan bir başka etmen de elde edilen örneklerde üreyen aerop bakterilerin orofaringeal kontaminasyonla ilişkili olabilmesidir. Alt solunum yolu infeksiyonu etkenlerinin kaynağı, çoğu kez trakeanın üzerinde yer alan üst solunum yollarının normal florasıdır. Ağız florasıyla kontaminasyona uğramamış bir balgam örneği elde etme şansı, ancak %25'tir. Bu nedenle etyolojik olarak herhangi bir bakteri sorumlu tutulsa bile, bunun yalnızca bir kontaminasyonu yansıttığına ilişkin kuşkuyu gidermek güçtür.(6,15-17)

Gram Boyaması:
Gram boyamasından elde edilecek sonuçlara güvenebilmek için, örnek çok tazeyken en pürülan yerinden ince bir yayma hazırlanmalıdır. Geç işlenmiş örneklerde hücreler normal morfolojilerini yitirir; hücrelerin bütünlükleri bozularak bakteriye benzer biçimler ortaya çıkabilir ve hepsinden önemlisi etyolojik rolü olmayan flora üyeleri aşırı bir çoğalma gösterebilir. Mikroskopik incelemenin kliniğin içinde kurulmuş bir laboratuvarda yapılabilmesi, etyolojik tanı konulması açısından bir üstünlüktür. Tükürük kontaminasyonunu gidermek için balgam örneklerinin fizyolojik tuzlu suyla yıkanması ya da dilüsyonlarının yapılması, etyolojik tanının güvenilirliğini arttırabilecek yöntemler olabilir. İndüklenmiş balgam örneklerinin Gram boyaması sonuçları ise spontan olarak çıkarılan balgam örneklerininkinden üstün değildir.(5,18-20)

Solunum yolu örneklerinin Gram yöntemiyle boyamanın amacı, birtakım morfolojik paternleri tanımaktır. Ekspektorasyonla elde edilen balgamın Gram boyaması, bu örneğin kaliteli olduğuna ilişkin hücresel ölçütler bulunmadıkça yol gösterici olmaz. Mikroskobun 10 kez büyüten kuru sistem objektifiyle bakıldığında her alanda 25’ten çok polimorfonükleer lökosit ve 10’dan az epitel hücresi görülürse kaliteli bir balgam sözkonusudur. Kültür için ancak böyle bir örnek uygun olabilir. Bununla birlikte, Legionella infeksiyonundan kuşkulanılan durumlarda bu ölçütleri taşımayan bir örneğin uygun besiyerlerine ekilmesinden vazgeçilmemelidir.(20)

Balgam Kültürü: Konvansiyonel balgam kültürü, antibiyotik tedavisine başlamak için Gram boyamasından daha yararlı bir klavuz değildir. Gram boyamasının sonuçlarıyla desteklenmedikçe, kültürlerin S. pneumoniae ( ya da H. influenzae ) yönünden pozitif olması, tedavide yanlış antibiyotiklere yöneltebilir. Farinkste flora üyesi olarak da bulunabildikleri için kimi solunum yolu patojenlerinin üretilmeleri, alt solunum yolu infeksiyonunun etkeni olduklarını kanıtlamamaktadır. Balgam kültürü, pnömokok pnömonisi olan hastaların ancak %50’sinde pozitif olmaktadır. Ara sıra solunum yolu infeksiyonlarına neden olan Staphylococcus aureus, Enterobacteriaceae ya da Pseudomonas türleri gibi birçok bakteriye, özellikle yaşlı ya da önceden uzun süre antibiyotik almış hastanede yatan hastaların balgam örneklerinde ya da örnekler hemen işlenmediği zaman rastlanabilir. Böyle yalancı hedeflere yönelik olarak, uygun olmayan ve çoğu kez de pahalı antibiyotik tedaviler seçilmektedir. Oysa solunum sistemi infeksiyonları, etken bilinmeden ampirik olarak tedavi edildiği zaman, genellikle mikrobiyolojik olarak yönlendirilmiş tedavininkine eşit, belki ondan daha iyi sonuçlar alınabilir. Ancak, balgam konvansiyonel bakteriyolojik kültürüyle ilgili bu duraksamalar, aşırı bir güvensizliğe de dönüşmemelidir.(5,6,19,20

Standart mikrobiyolojik incelemelerin ortalama maliyetinin toplam hastane faturası içindeki payı çok küçüktür. Toplumda edinilmiş pnömonisi olan hastalarda bir patojenin belirlenme oranının, ancak %30-40 dolaylarında olduğu bildirilse bile, ileri teknikler kullanılarak bu oran yükseltilebilir. Ayrıca, negatif bir sonuç, atipik bir etkenin bulunabileceğini düşündürür ve antimikrobik tedavi kararını etkileyebilir; stafilokokların ya da Gram-negatif çomakların görülmediği ya da üretilmediği kaliteli bir örnek, bu bakterilerin dışlanması için iyi bir kanıt olabilir. Tedaviye başlamadan elde edilecek böyle bir bilgi, tedaviye yanıtsız kalan hastalarda daha sonra kullanılabilir. Tedaviye başlandıktan sonra konvansiyonel kültür için örnek alınması bu denli yol gösterici olmayacaktır.(20)

Transtrakeal aspirasyon, korunmuş örnek fırçalaması ve bronkoalveoler lavaj ile birlikte fiberoptik bronskoskopi ve perkütan iğne aspirasyonu gibi invaziv yöntemlerin uygulanması, toplumda edinilmiş komplikasyonsuz pnömoni olguları için gereksizdir; işbirliği yapmayan ( ajite, yaşlı, hipoksemik, agresif alkolik hastalar gibi ) hastalar için de uygun değildir.(5,17,18)
Kan Kültürü: Kan kültürleri, özellikle hastaneye yatırılmış hastalarda unutulmaması gereken kolay ve güvenilir bir tanı aracıdır.(5) Pnömokok pnömonisi olan hastaların %15-25’inde bakteremi saptanır. Öteki pnömonilerdeki kan kültürü pozitifliği ise daha düşük orandadır. Ne yazık ki, kan kültürleri ve varsa plevra sıvısının kültürü, duyarlılığın düşük olmasından başka, çoğu kez geç sonuçlanmasından dolayı, başlangıç tedavisine ilişkin kararları etkileyemez.(20)
Antibiyotik Duyarlılık Testleri: Aşırı antibiyotik kullanımı ve direnç gelişmesiyle ilgili gittikçe artan kaygılar, pnömoni tedavisine başlamadan önce bir etyolojik etkeni ortaya koymaya zorlanmaktadır.(21)
Pnömoni etkeni olarak üretilen bakteri S. pneumoniae olduğunda, penisiline duyarlı suşlar 1 mg’lık oksasilin diskiyle hızlı bir biçimde ortaya konulabilir. Oksasiline dirençli bulunan suşun penisiline duyarlılığının azalmış, yani orta düzeyde ( MIC 0.125-1 mg/L ) ya da yüksek düzeyde ( MIC ≥ 2 mg/L ) dirençli olması önemlidir. Bunun için MIC değerlerinin araştırılması gerekecektir.(20)
Bu gibi suşlar karşısında, ampirik tedaviye, hastalığın şiddetine göre sefotaksim, seftriakson, sefpirom gibi bir üçüncü ya da dördüncü kuşak sefalosporin, antipnömokoksik etkinliği olan bir florokinolon ya da vankomisinle başlanabilir.1 Bu suşlara karşı, penisilin, seftriakson ya da sefotaksim, tetraskilin, kloramfenikol, vankomisin ve florokinolonlar gibi antimikrobiklerin MIC değerleri belirlenmelidir. Bu amaçla E testi kullanılabilir. Pnömokok suşunun, penisiline yüksek düzeyde dirençli ( MIC ≥ 2 mg/L ) olduğu bulunursa, in vitro test sonuçlarına göre uygun bir antibiyotik seçilmelidir. Penisilin tedavisinin etkisiz kalacağını gösteren MIC değeri kesin olarak bilinmemektedir; ancak bunun ≥4 mg/L olması olasıdır ve böyle suşlar nadirdir. Penisiline duyarlılığı azalmış suşların etken olduğu solunum sistemi infeksiyonları ise amoksilinle ve sefuroksim ya da sefpodoksim gibi kimi oral sefalosporinlerle tedavi edilebilir. Bu betalaktamlar, MIC değeri 2 mg/L olan suşlara karşı yüksek dozlarda verildiklerinde, ağır bir pnömoni için parenteral yoldan uygulamak koşuluyla yine etkili olabilirler. Sefiksim, seftazidim, sefoksitin ve sefaklor ise orta düzeyde dirençli suşlara bile etkisiz kalabilecek sefalosporinlerdir.(20)
Serolojik ve Diğer İncelemeler: Atipik patojenler, ancak uzmanlaşmış birimlerde kültürü yapabilen canlı hücrelerde ya da mikrobiyoloji laboratuvarlarında yaygın olarak kullanılmayan özel besiyerlerinde ürerler. Ayrıca Coxiella burnetii ve Chlamydia psittaci’nin kültürlerini yapmak laboratuvar çalışanları için tehlikeli olabilir. Kültürü güç olan mikroorganizmaların neden olduğu infeksiyonların tanısı için çeşitli serolojik, immünolojik ve moleküler biyolojik incelemeler vardır.(23)
Serolojik yöntemlerin en zayıf yönleri, genellikle konvelesan dönemde bir serokonversiyonun gösterilmesini gerektirmeleridir. Tanıdaki bu gecikme, serolojik testlerin tedavi için yol gösterici olmalarını önler. Bu sorunun üstesinden gelmek için, akut dönemde IgM antikorlarının gösterilmesine ya da daha ilk serum örneğinde tanı koydurucu yüksek bir titrenin aranmasına çalışılır. Ancak, reinfeksiyonlarda IgM yanıtı olmaz; tek bir yüksek titrenin tanı değeri için de kimi belirsizlikler sözkonusudur. Mikroplazma ve klamidya pnömonilerinde ve Q ateşinde başlıca tanı aracı yine de serolojidir.(24)
M. pneumoniae infeksiyonu, çift serum örneğinde kompleman birleşmesi ya da partikül aglütinasyon testiyle ortaya konulabilir. Birincil infeksiyonların tanısında yararlı olduğu bildirilen özgül IgM antikoru yanıtı ise reinfeksiyonlarda görülmeyebilir. M. pneumoniae infeksiyonundan kuşkulanıldığı zaman, hastaların %30-70’inde genellikle hastalığın 2-3. haftasında eritrositlerdeki I antijenine karşı oluşan soğuk hemaglütininler de araştırılabilir.(23,24)Akut C. pneumoniae infeksiyonu tanısı için mikroimmünofluoresans ile IgG antikorlarının dört kat arttığının gösterilmesi ya da tek ölçümde IgG antikor titresinin ≥ 1:512 ya da IgM antikor titresinin ≥ 1:16 bulunması gerekir. Polimeraz zincir reaksiyonunun nazofarinks örneklerine uygulanması umut vericidir.(23,24)
C. burnetti ‘ buffy- coat’ ya da biyopsi kültüründe kolayca üretilmekle birlikte, Q ateşi için en pratik ve yaygın tanı aracı serolojidir. Faz I (kronik infeksiyon için ) ve faz II ( akut infeksiyon için ) antijenlerine yönelik IgG ve IgM antikorları indirekt immünofluoresansla araştırılabilir. Yüksek bir IgM titresi, akut infeksiyon için tanı koydurucudur. Kompleman birleşmesinin özgüllüğü yüksek olmakla birlikte, duyarlılığı düşüktür.(23,24)

Legionella infeksiyonları, kültürün yanısıra solunum salgılarına direkt immünofluoresans ya da DNA probları uygulayarak ortaya konulabilir. Antijenüri de araştırılabilir. Serumdaki L. pneumophila serogrup 1’e karşı özgül antikorların dört kat arttığının gösterilmesi geriye dönük tanı koymaya yarar.(25)
Erişkinlerde respiratuar sinsisyum virusu, adenovirus, influenza virus, parainfluenza virus gibi solunum yolu viruslarının etken olduğu alt solunum yolu infeksiyonları, genellikle solunum salgılarında viral antijenler belirlenerek ya da çift serum örneğinde antikor titresi artışı gösterilerek tanınabilir. Toplumda edinilmiş pnömonisi olan hastaların ilk değerlendirmesi sırasında virus kültürüne başvurulmamalıdır. Asemptomatik kişilerde de yalancı poztiflikler görülebilmektedir.(23)
Gelecekte nükleik asit belirlenmesine dayanan yöntemlerle pek çok solunum yolu patojeni kolayca tanınacağa benzemektedir.5 Legionella türleri, M. pneumoniae ve C. pneumoniae için nükleik asit amplifikasyonu temeline dayanan kitler geliştirilmektedir. Böyle polimeraz ya da ligaz zincir reaksiyonu kitlerinin, bu patojenlerin 24 saat içinde duyarlı ve özgül biçimde tanınmalarını sağlaması beklenmektedir. Bu, etkene yönelik tedavi olanaklarını güçlendirecek çok önemli bir gelişmedir.(24)
Sendromik Tedavi Yaklaşımı

Sendromik yaklaşımda; epidemiyolojik, klinik, laboratuvar ve radyolojik parametreler kullanılarak, hastadaki pnömoninin tipik mi, yoksa atipik mi olduğu belirlenmeye çalışılır. Bu yaklaşımın üstünlükleri, basit, çabuk ve ucuz olmasıdır.(1,17)
Solunum yolu virusları, M. pneumoniae, C. pneumoniae, C. psittaci ve C. burnetii atipik bir pnömoniyle kendini gösterme eğilimindedir. Pnömokok ise bakteriyel bir hastalık tablosunun özelliklerini sergiler. Lejyoner hastalığı değişken bir klinik tablo gösterir ve her iki tablonun özelliklerini de taşıyabilir. Legionella türlerini, özellikle ağır pnömonisi olan hastalarda her zaman hesaba katmak gerekir.(17)
Atipik pnömoniler; ateş, kuru öksürük, titreme, baş ağrısı ve kırıklıkla birlikte sinsi bir biçimde başlar. Hekime başvurmadan önce hastanın yakınmalarının birkaç gündür sürdüğü öğrenilir. Ateş, 37.7-39.5oC arasındadır ve ürpermeyle birliktedir. Pnömokok pnömonisindeki gibi gerçek bir titreme olmaz. Birkaç gün sonra öksürükle birlikte az miktarda beyaz mukoid ya da sulu bir balgam çıkarılmaya başlar. Pnömoninin başlangıcındaki fizik bulgular, hastalığın şiddetinden beklenmeyecek ölçüde azdır. Rinore, miyalijler, göğüs ağrısı, boğaz ağrısı ve ses kısıklığı olabilir. Yaygın retikülonodüler ya da hilustan tabana uzanan çizgi biçiminde interstisyel infiltratlar görülür.(26-28)

Pnömokok pnömonisi, birkaç gün süren nezle ya da başka bir solunum yolu hastalığından sonra birden bire başlar. Titremeyle birlikte hızla yükselen ateş, takikardi ve takipne vardır. Pnömokok pnömonisinde titreme nöbetinin yalnız bir kez olması tipiktir. Birkaç saat içinde şiddetli bir yan ağrısı ve öksürük ortaya çıkar; hasta pürülan balgam çıkarmaya başlar. Tutulan lob ya da segmentteki konsolidasyon derecesine bağlı olarak çeşitli fizik muayene bulguları saptanır.(1,29)
Lejyoner hastalığı, toplumda edinilmiş sporadik bir infeksiyon biçiminde ortaya çıkabilir ve kendini en sık olarak, sistemik özellikler sergileyen ön belirtili bir hastalık biçiminde gösterir. Bunu pnömoniye ilişkin konsolidasyon bulguları izler; yan ağrısı ve lökositoz gibi pek çok özelliğiyle pnömokok infeksiyonuna öykünür.(25,26)
Yukarıda tanımlanan klasik tablolar, ne yazık ki seyrek görülür ve pek çok hastada bu üç klinik durum birbirinden ayırt edilemez. Tablonun klinik özelliklerini belirleyen, etyolojik etkenden çok, konağın bu etkene verdiği yanıttır. Bu durumda klinik özelliklere etyolojik ekenler arasında bir bağıntı kurmak kolay değildir.(30-32)
Epidemiyolojik Özellikler: Toplumda edinilmiş pnömoninin özel koşullarda ortaya çıkmış olması, birtakım etyolojik ipuçları sağlayabilir. Örneğin M. pneumoniae ve C. pneumoniae, yatılı okullar ve askeri kışlalar gibi yarı kapalı topluluklardaki salgınlarda; Klebsiella pneumoniae gibi Gram-negatif çomaklar ise huzur evlerinde ortaya çıkan pnömonilerde anımsanması gereken etkenlerdir. M. pneumoniae ev halkına okul çağındaki çocuklar aracılığıyla bulaşır ve duyarlı tüm bireyleri etkiler. Aile bireylerinin yarıya yakınında pnömoni gelişebilir.(17)
Mevsim de önemli bir etmendir. Örneğin grip mevsiminde ve toplumda bir salgın olduğu bilindiği sırada viral pnömoniden kuşkulanılan bir olguda hemen amantadin tedavisine karar verilebilir. Lejyoner hastalığı yaz sonu ve sonbahar başında daha sıktır.(33)
Pnömoninin etyolojisinin kestirilmesinde olağan dışı bir uğraşıdan ya da geziden ileri gelen bir temas da önemlidir. Papağanlarla ya da kümes hayvanlarıyla yakınlık, C. psittaci’yi, Q ateşinin endemik olduğu bir bölgede bulunma, C. burnetii’yi anımsatabilir.(34)
Kimi durumlarda altta yatan bir hastalık, özgül bir pnömoni çeşidine neden olur. Örneğin kronik akciğer hastalığı nedeniyle alt solunum yollarında yapısal kusurları olan bireylerde, pnömokokların yanısıra H. influenzae ve M. catarrhalis’e bağlı pnömoni gelişmesi olasılığı yüksektir.(35)
Fizik Muayene ve Laboratuvar Bulguları: Fizik muayene ve laboratuvar incelemeleri, genellikle pnömoni tedavisini yönlendirebilecek özgül bir bulgu sağlamaz. Örneğin lejyoner hastalığında bildirilen rölatif bradikardi, ilginç olsa bile patognomonik bir bulgu değildir. İshalin varlığı ya da yokluğu, lejyoner hastalığını destekleyen ya da dışlatan güvenilir kanıtlar değildir; karaciğer fonksiyon bozukluğu ve hipofosfatemi gibi bulgular da özgül değildir. 17 Balgamın makroskopik görünümü pnömoninin etyolojik etkeni için güvenilir bir gösterge sayılmamalıdır. Pnömokok pnömonisinin yanı sıra stafilokok, K. pneumoniae ve streptokok pnömonilerinde de paslı balgam olabilir. Bununla birlikte bir atipik pnömoni olgusuna splenomegalinin eşlik etmesi, öncelikle C. psittaci infeksiyonunun düşünülmesini gerektirir.(27)
Lökositoz ve polinükleoz, bakteriyel bir etyolojiyi düşündürür. Ancak lökopeni olduğu zaman, özellikle yaşlılarda bakteriyel etyoloji dışlanamaz.(17)
Radyolojik Bulgular: Ayakta arka-ön ve yarı göğüs röntgenogramları, hem pnömoninin bronş kanseri gibi durumlardan ayırt edilmesini, hem de plevral epanşman, atelektazi ve apse gibi pnömoni komplikasyonlarının ve multilober infiltratları olan daha ağır hastaların tanınmasını sağlar.(7) Bununla birlikte röntgenogramdaki infiltrat paternine bakarak etyolojiyi kestirmek pek olası değildir. Örneğin pnömokok pnömonisi erişkinlerde segmenter ya da lober bir dağılım gösterir; ancak çocuklarda ve yaşlılarda bronkopnömoni de sıktır.(29) Birlikte kronik akciğer hastalığı olanlarda atipik konsolidasyon örneklerine rastlanabilir. Öte yandan H. influenzae’ye bağlı bronşit ve pnömoni arasındaki ayrım, radyografik olarak yapılır. Kimi kez hastanın pnömonisinin olduğu, başlangıçta kronik interstisyel değişiklik olarak yorumlanan lezyonların, tedaviden sonra gerilemesiyle anlaşılır.(35)Ampirik Tedavi Yaklaşımı

Toplumda edinilmiş pnömoni tedavisinin, tümüyle bir hekimin kişisel deneyimine dayandırılması birtakım sakıncalar taşır. Bu hastalığı tedavi etmek zorunda olan hekimlerin çoğunun deneyimleri sınırlıdır; kimi kez bu deneyim, yalnızca anektodlara dayalıdır. Pnömoniyle ilgili literatür, izlenmesi kolay olmayacak ölçüde geniştir. Sürekli olarak yeni akciğer patojenleri tanımlanmaktadır ve yeni antibiyotikler geliştirilmektedir. Bunlar, çoğu hekimin bilgilerini güncel durumda tutmasını güçleştirmektedir ve benzer hasta türlerinde bile pnömoni tedavisinde büyük ayrımlar doğmasına neden olmaktadır. Bu kaygıları gidermek için Fransa(36), Almanya (37), İspanya (38,39), İngiltere(40), Kanada(41), Amerika Birleşik Devletleri(42) ve İtalya (43) gibi ülkelerde çeşitli ulusal kılavuzlar hazırlanmıştır.

Bunlar arasında en çok yankı uyandıran, Amerikan Toraks Derneği (ATS)’nce hazırlanan kılavuz olmuştur.(6,44-46) Biri İspanyol geri kalanı Amerika Birleşik Devletleri ya da Kanada’dan olmak üzere göğüs hastalıkları, yoğun bakım ve infeksiyon hastalıkları uzmanlarından oluşan 10 kişilik bir kurul, önce toplumda edinilmiş pnömoninin özgül etkenlerine ilişkin dokuz (47-55) yayını gözden geçirmiştir. İkişer tanesi İspanya (52,53), İngiltere (50,55) ve Amerika Birleşik Devletleri (47,48); birer tanesi de Kanada (49), İsviçre (54), İsveç (51) kaynaklı olan bu yayınların, her mevsimi temsil edecek ölçüde geniş bir zaman dilimine yayılmış, yeni tanınan patojenleri de gözönünde bulunduran ve yoğun bir tanısal yaklaşımın sözkonusu olduğu çalışmalar olmasına dikkat edilmiştir.(42)

Bunlardan elde edilen bilgiler doğrultusunda, toplumda edinilmiş pnömoni hastalarının kolay tanınabilecek dört etmene göre kategorilere ayrılabileceği belirlenmiştir. Bu etmenler:

1. Yaşın 60’ın altında ya da üzerinde olması,
2. Eşlik eden bir hastalığın olup olmaması (KOAH, diabetes mellitus, konjestif kalp yetmezliği gibi),
3. Hastaneye yatırılma gereksinimi,
4. Pnömoninin şiddetidir.(42)

Her bir etmenle ilişki içinde olduğu saptanan ‘en sık’ patojenlerin yanısıra, sık görülmese bile klinik olarak önemli sayılan ‘çeşitli’ patojenler, yine yukarıda sözü edilen literatüre dayanılarak tanımlanmıştır. Böylece toplumda edinilmiş pnömonisi olan ve bağışıklığı baskılanmamış hastalar, hem etyolojik etkenlerini hem de prognozlarını gözönünde bulundurarak, dört kategoriye ayrılmıştır:

1. Altmış yaşın altındaki ve eşlik eden bir hastalığı olmayan ayakta tedavi edilebilecek hastalar,
2. Eşlik eden hastalığı olan ve/veya 60 yaşın üstündeki ayakta tedavi edilebilecek hastalar,
3. Hastaneye yatırılması gereken, ancak yoğun bakım birimine alınması gerekmeyen hastalar,
4. Genellikle yoğun bakım biriminde tedavi edilmesi gereken ağır pnömonisi olan hastalar,

Sonra da her kategorideki hastalar için uygun antimikrobik tedavi yaklaşımları sunulmuştur.(42) Bu yazıda da ampirik tedavi yaklaşımı bu kategorilere göre irdelenmiştir.

Eşlik Eden Bir Hastalığı Olmayan ve 60 Yaşın Altındaki Hastalar: Bunların çoğu, ayakta tedavi edilebilecek hastalardır. Böyle hastalarda pnömoni etkenleri, genellikle solunum yolu virusları (%13-36), S. pneumoniae (%9-36), M. pneumoniae (%2-37), C. pneumoniae (%17), H.influenzae (%10-18) ve Legionella türlerinden (%0-13) birisidir. Bu arada eş zamanlı ya da ardışık olarak birden çok etken de sorumlu olabilir. Viral bir infeksiyonu S. pneumoniae’ye bağlı ya da daha seyrek olarak özellikle grip salgınları sırasında S. aureus’a bağlı ikinci bir bakteriyel infeksiyon izleyebilir. Nispeten hafif bir M. pneumoniae infeksiyonundan sonra daha ağır bir pnömokok infeksiyonu da gelişebilir.(56)Toplumda edinilmiş pnömonide parenteral uygulamanın oral uygulamaya bir üstünlüğü yoktur.(57) Ayakta tedavi edilecek bir hasta için en uygun olan da antibiyotiği ağızdan uygulamaktır.(10) Toplumda edinilmiş pnömoninin ampirik tedavisinde makrolidler, beta-laktamlarla eşit etkinlik göstermektedir.(58,59) Bu kategorideki hastalardan 25 yaşın altındakilere oral bir makrolidin (ya da doksisiklinin); 25 yaşın üzerindekilere ise oral amoksisilin ya da bir oral sefalosporinin verilmesi önerilmiştir.(6)

Bir aşırı duyarlılık yoksa pnömokok pnömonisinde en seçkin antibiyotik, intramüsküler prokain penisilin G ya da oral amoksisilindir.(29,40,60) Oral eritromisin de eşlik eden hastalığı olmayan ve genç konaktaki hastaneye yatırılmayı gerektirmeyen gerek M.pneumoniae ve C. pneumoniae’ye bağlı atipik pnömoni, gerekse hafif Legionella pnömonisi için uygundur. Bu, elbette viral pnömonide yararlı olmayacaktır. Ancak, hastaneye yatırılması gerekmeyen ve penisilin yerine ampirik olarak oral eritromisin verilen pnömokoksik pnömonisi olan hastada da bu antibiyotik etkili olacaktır.(18,61,62) Eritromisinin yerine, kan düzeyleri en yüksek makrolid olan roksitromisin de düşünülebilir.(63-65)

Eritromisin (ve roksitromisin) H. influenzae’ye nispeten etkisizdir. Yeni makrolidlerden klaritromisin ve azitromisin pnömokok, M. pneumoniae, C.pneumoniae ve Legionella türlerinin yanısıra, H.influenzae’ye de etkinliği vardır.(66,67) Bunlar eritromisini tolere edemeyen ya da özellikle sigara kullanımı nedeniyle olağan patojenlere ek olarak H. influenzae’nin de düşürülmesini gerektiren hastalar için uygundur.(42,45) Azitromisin, kan düzeylerinin düşük olması yüzünden, bakteremik olabilecek pnömokok pnömonisinde kullanılmamalıdır.(42,68)
Kotrimoksazol ve tetrasiklin ise öteki oral seçeneklerdir.(12) Ancak özellikle pnömokok suşlarındaki olası yüksek direnç nedeniyle kullanılmaları pek önerilmez.(69)

Eşlik Eden Bir Hastalığı Olan ve/veya 60 Yaşın Üzerindeki Hastalar: Bu hastalar, eğer hastaneye yatırılmayı gerektirecek özgül risk faktörlerini taşımıyorlarsa ayakta tedavi edilebilirler. Ancak böyle hastaların yaklaşık beşte birinin, sonradan hastaneye yatırılması gerekmektedir.(42) Bu hastalardan, özellikle KOAH’ ı olanlar, pnömokok pnömonisinin yanı sıra H. influenzae ve M. catarrhalis pnömonilerine de yakalanırlar.(35)
Bu hastaların ampirik olarak ayakta tedavisi için oral sefalosporin ya da amoksisilin, beta-laktam allerjisi varsa oral makrolid (ya da doksisiklin) yeterli olabilir.(6) Ancak ülkemizdeki sıklığı bilinmemekle birlikte, tüm dünyada beta-laktamaz oluşturan suşların atrmasından dolayı(13,21,70), H. influenzae infeksiyonlarında ampisilin ya da amoksisilin yerine oral beta-laktamaz inhibitörlü aminopenisilinlerin (koamoksiklav, sultamisilin) ya da ikinci kuşak sefalosporinlerin (sefuroksim aksetil, sefprozil, lorakarbef) seçilmesi daha doğru olur. Benzer yaklaşım, M. catarrhalis pnömonisi için de geçerlidir. Yukarıdaki oral beta-laktam seçeneklerden birine oral eritromisin eklenmesi, böyle komplike bir konaktaki Legionella türlerini ve öteki atipik pnömoni etkenlerini de kuşatmış olur.(14,30,42,45) Ayrıca makrolid olarak klaritromisin ya da azitromisin seçilmesi komplike konaktaki pnömoninin ayakta tedavisi için monoterapi olanağı verecektir.(42)

Hastaneye Yatırılması Gereken Hastalar: Bu kategoriye giren bir hastanın hastaneye yatırılmasında duraksamaya yer yoktur. Yatırmanın gecikmesi ve antibiyotik tedavisinin başlanmaması, komplikasyon ve mortalite olasılığını anlamlı bir biçimde arttırır ve en azından hastanede kalış süresini ileri derecede uzatır. Bu hastalarda tanısal değerlendirmelere daha çok gereksinim duyulur. Ampirik tedaviye gecikmeden ve parenteral antibiyotiklerle başlanmalıdır.(46,71)
Böyle hastalarda pnömoni etkenleri, genellikle S. pneumoniae (%6-15), H. influenzae (%1-11), aerop Gram-negatif çomaklar (%3-6), Legionella türleri (%2-9), S. aureus (%3-4), C. pneumoniae (%6-8), influenza virus gibi solunum yolu virusları (%7) ve M. pneumoniae (%2-7)’den birisidir. Ayrıca, bu hastalardaki pnömoni, anaerop bakterilerin de karıştıkları polimikrobik bir etyoloji (%3-6) gösterebilir.(46-49,72)
Parenteral beta-laktamaz inhibitörlü aminopenisilinler (ampisilin / sulbaktam, koamoksiklav) ya da sefuroksim sodyum, H. influenzae, Gram-negatif enterik çomaklar ve metisiline dirençli olmayan S.aureus’u kuşatmak için uygun seçeneklerdir. Böyle beta-laktamlar, pnömokokların ya da ağız anaeroplarının etken olduğu hastalarda da etkili olacaktır. Anaerop bakterilere etkinliği daha az olsa bile, sefotaksim ve seftriakson gibi üçüncü kuşak sefalosporinler de bu hastalar için bir seçenek oluşturabilir.(30,42,44-46)
Legionella pnömonisi olan hastalar da genellikle hastaneye yatırılmayı gerektirecek durumdadır. Bu hastaları başlangıçta tanımak biraz güçtür. Tek başına başlanmış beta-laktam antibiyotiklere yanıtsız kalan hastalarda, lejyoner hastalığı kuşkusuz varsa tedaviye parenteral bir makrolid eklenmelidir. Ülkemizde makrolidlerden yalnız klaritromisinin parenteral formülü vardır. Legionella infeksiyonu kanıtlandığında makrolid tedavisine rifampisin eklenir.(25,30,42,44-46)

Yoğun Bakım Biriminde Tedavi Edilmesi Gereken Ağır Pnömonili Hastalar: Böyle hastalarda pnömoni etkenleri, hastaneye yatırılması gereken öteki hastalardaki gibidir ve genellikle S. pneumoniae (%14-33), L. pneumophila (%8-14), aerop Gram-negatif çomaklar (%3-12), M. pneumoniae (%6-7), influenza virus gibi solunum yolu virusları (%4-5), H. influenzae (%3-12) ve S. aureus (%1-8)’tan birisidir.(56,73)
Legionella infeksiyonu olasılığının, yoğun bakım gerektiren ağır bir pnömoni olgusu karşısında daha da ağır basması nedeniyle, tedavi rejiminde parenteral bir makrolide mutlaka yer verilir. Legionella infeksiyonu belgelendirilirse makrolid tedavisine rifampisin eklenir.(25,30,42,44-46)
Ağır pnömonide Pseudomonas aeruginosa ve öteki Gram-negatif çomakların sıklığı, çalışmadan çalışmaya değişmektedir.(46) Seyrek görülse bile P. aeruginosa pnömonisi, mortalitesi yüksek bir durumdur.(74) Bu nedenle ağır pnömonisi olan hastaların ampirik tedavisi için, geniş spekturumlu ve genellikle anti-Pseudomonas etkinliği de olan üçüncü (seftazidim, sefoperazon/sulbaktam) ya da dördüncü kuşak sefalosporinler (sefepim), karbapenemler (imipenem/silastatin, meropenem) ya da kinolonlar (siprofloksasin) gibi parenteral antibiyotikler seçilir ve tedavinin hiç değilse ilk birkaç günü boyunca bir aminoglikozid de verilir.(30,42,44) Bununla birlikte, ağır pnömonisi olan her hasta için anti-Pseudomonas tedavi gerekip gerekmediği tartışmalı bir konudur.(45,46)

Tanısal ve Ampirik Tedavi Yaklaşımı Tartışmasında Yeni Gelişmeler

Çeşitli kılavuzlar önerilmesine karşın, toplumda edinilmiş pnömoninin ampirik tedavisi için reçeteleme paternleri büyük değişkenlikler göstermektedir.(73) Yedi Avrupa ülkesinde (İspanya, İtalya, Fransa, İngiltere, Hollanda, Almanya ve İsveç), genel olarak, ayakta tedavi için en sık kullanılan üç antibiyotik, amoksisilin (ve koamoksiklav), makrolidler ve sefalosporinlerdir. Bu üç bileşiğin sıralaması, ülkeden ülkeye büyük ölçüde değiştirmektedir. Dört ülkede (Fransa, İngiltere, Hollanda, İspanya) amoksisilin ilk ya da ikinci seçenektir. Almanya ve italya’da ilk sırayı sefalosporinler almaktadır. İtalya’da en sık seçilen antibiyotiklerin parenteral üçüncü kuşak sefalosporinler ve imipenem olması şaşırtıcıdır. Tetrasiklinler, daha çok Hollanda, İsveç, İngiltere ve Almanya’da kullanılmaktadır. Öteki ülkelerin tersine, İsveç’te en sık seçilen antibiyotik penisilin V’dir.75 Yine Avrupa ülkelerinde yapılan bir başka çalışma, toplumda edinilmiş pnömoni tedavisi için genel pratisyenler İspanya, Almanya ve İngiltere’de makrolidleri, İtalya ve Fransa’da ise üçüncü kuşak sefalosporinler ilk sırada yeğlediklerini ortaya koymuştur.(4+ Bu ayrımların bilimsel bir açıklamasını yapmak güçtür.

Yakınlarda ülkemizde de Toraks Derneği’nin önderliğinde ATS’ninkine benzer bir kılavuz önerilmiştir. Bu kılavuz, ATS kılavuzunun dayandığı verilerin ülkemiz için de geçerli olduğunu varsayan ve ondaki gibi hastaları dört gruba ayıran ampirik bir yaklaşımı temel almaktadır.Ancak ilk gruptaki ayakta tedavi edilecek hastalarda, tipik bir prezantasyon sözkonusu olduğunda ya da kaliteli balgamın Gram boyamasında Gram-pozitif diplokok görüldüğünde, pnömokok pnömonisine yönelik olarak penisilin verilmesi önerilmektedir. Öteki üç gruptaki tedavi önerileri ise ATS kılavuzundakilerle hemen hemen aynıdır.(76)

Ampirik tedavi yaklaşımının yandaşları ya da tanısal tedavi yaklaşımının karşıtları, pnömoni etkenini araştırmanın gerekmeyeceğini ileri sürerken, hastaneye yatırılmış hastalarda etyolojik tanısı konulanlarla konulmayanlar arasında mortalite açısından bir olmadığını geriye dönük olarak gösteren çalışmalara dayandırmaktadırlar.(77,78) Ancak burada unutulmaması gereken bir nokta, bu çalışmalardan hiçbirinin böyle bir varsayımı sınamak için tasarlanmış bir çalışma olmadığıdır. Hastanede kalma süresi, maliyet, kaynak kullanımı ve morbidite açısından karşılaştırmalar da yapılmamıştır. Ayrıca, kontrollü olmamakla birlikte, tanısal yaklaşımın üstün olduğunu düşündüren çalışmalar da vardır.(52,53,79,80)

Amerika’daki göğüs hastalıkları uzmanlarının ATS kılavuzunu genellikle benimsemiş gözükmesi, bu kılavuzunu genellikle benimsemiş gözükmesi, bu kılavuzun kendi derneklerince geliştirilmiş olmasına bağlanabilir.45 İnfeksiyon hastalıkları uzmanlarının cephesinden bu kılvuzun savunduğu ampirik yaklaşıma kimi itirazlar olmştur. Bunu sonucunda, çok yakınlarda, Amerika İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (IDSA), etkene yönelik tedaviyi gözeten bir kılavuz yayınlamıştır.(81)

IDSA kılavuzu, özellikle klinik durumu hastaneye yatırılmasını gerektirecek hastalar için tanısal incelemelere başvurulmasını önermektedir. Ayakta tedavi edilecek hastalarda ise tanısal incelemelere başvurulmasını önermektedir. Ayakta tedavi edilecek hastalarda ise tanısal incelemelerin bir yararının olmayabileceği belirtilmiş; sonradan elde edilecek kültür ve duyarlılık testi sonuçlarının, ampirik olarak başlanmış geniş spektrumlu ve kombine antimikrobiklerin spektrumunun daraltılmasına ve daha az toksik ve daha ucuz tedavilere geçilmesine yarayabileceği vurgulanmıştır.(81) IDSA kılavuzuna göre ayakta tedavi edilecek hastalarda etyolojik tanının konulmadığı durumlarda öncelikle önerilen ampirik antibiyotikler; makrolidler, florokinolonlar ve doksisiklin gibi oral ajanlardır. Öteki seçnekler arasında betalaktamaz inhibitörlü bir aminopenisilin (koamoksiklav) ve ikinci kuşak sefalospirinler (sefuroksim aksetil, sefpodoksim, sefprozil) gibi beta-laktam antibiyotikler yer almaktadır. Hastanede tedavi edilecek hastalar için ise öncelikle bir üçüncü kuşak sefalosporin (sefotaksim, seftriakson) bir makrolid ya da tek başına florokinolon önerilirken; öteki seçenekler arasında sefuroksim bir makrolid ya da tek başına azitromisin yer almaktadır. (81)IDSA kılavuzundaki ayakta ve hastanede tedavi edilecek hastalarla ilgili bu seçenekler, ATS’nin kılavuzundakiilk üç kategorinin tedavisi için önerilenlerle büyük bir benzerlik içindedir. Dikkati çeken en önemli ayrım, burada S.pneumoniae’ye karşı etkinliği olan levofloksasin , sparfloksasin grepafloksasin ve trovofloksasin gibi üçüncü kuşak florokinolonlara yer verilmiş olmasıdır.(81)

Yoğun bakım birimine alınan bir hastada ise bir makrolid (eritromisin, azitromisin) ya da antipnömokoksik bir florokinolon ile birlikte bir üçüncü kuşak sefalosporin (sefotaksim, seftriakson) ya da beta-laktamaz inhibitörlü bir beta-laktam (ampisilin/sulbaktam; yapısal akciğer hastalığı da varsa, özellikle tikarsilin/klavulanat ya da piperasilin /tazobaktam) önerilmektedir. Burada anti-Pseudomonas etkinliği olan ajanların, özellikle yapısal akciğer hastalığı olanlara verildiği ve ATS kılavuzunun dördüncü kategorisindekinden daha dar spektrumlu bir tedavi öngörüldüğü dikkati çakmektedir.(81)

Antipnömokoksik etkimliği olan florokinolonların geliştirilmesi, son yıllardaki ilginç gelişmelerden biri olmuştur.(81) Bu arayışların en önemli nedeni, S. pneumoniae’deki direncin kaygı verecek ölçüde yaygınlaşmasıdır.(13,21,83-85)
Penisiline dirençli S.pneumoniae ile enfekte olan hastaların prognozlarıyla, penisiline duyarlı S.pneumoniae ile enfekte olanların prognozları arasında anlamlı ayrımlar olmadığını gösteren bulgulara karşın (85), penisiline özellikle yüksek düzeyde (MIC>= 2 mg/L) direnç gösteren pnömokoklara bağlı pnömoninin tedavisinde sorunlar olabilir.(1,81) Ayrıca, ampirik olarak tedavi edilen toplumda edinilmiş pnömoni vakalarında, atipik etkenlerin de gözönüne alınması gerekir ve bunlara karşı seçilecek bir makrolidin pnömokokları da kuşatması beklenir. Oysa S.pneumoniae’deki tüm dünyada penisilin direnciyle birlikte, aralarında makrolidlerin de bulunduğu birçok antibiyotiğe karşı çoğul direnç sorunu da büyümektedir.(1,87)

Tersini düşündüre az sayıdaki çalışmaya karşın88, siprofloksasin ve ofloksasin gibi ikinci kuşak florokinolonların, S.pneumoniae gib Gram-pozitif bakterilerin etken olabileceği toplumda edinilmiş solunum yolu infeksiyonlaında tek başlarına kullanılmaları uygun değildir.(89) Bununla birlikte, S.pneumoniae’ye ve bunun penisiline dirençli suşlarına da etkinlik gösteren levofloksasin(90), sparfloksasin (91)trovafloksasin ve grepafloksasin gibi üçüncü kuşak florokinolonlar, toplumda edinilmiş pnömonisi olan hastaların tedavisinde en azından karşılaştırıldıkları ilaçlar kadar etkin ve güvenilir bulunmuştur.

Ancak şimdiye değin yapılan çalışmalardaki hastalar, ister ayakta ister hastanede tedavi edilsinler, genelikle hafif ya da orta şiddetteki pnömoni olgularıdır. Yeni kinolonların, eşlik eden hastalığı olan ağır hastalardaki, penisiline dirençli pnömokokların neden olduğu bakteremik pnömokok pnömonilerindeki ve atipik patojenlerle infekte yaşlılardaki etkinliğini ortaya koyan daha çok çalışmaya gereksinim vardır.(94) Öte yandan yeni kinolonların solunum sistemi infeksiyonlarının tedavisinde gelişigüzel kullanılması, önemli patojenlerde direnç gelişmesiyle sonuçlanabilir.(82,95)Editörün notu: Bu makalenin kaleme alınmasından sonraki aylarda trovafloksasin ciddi karaciğer yetmezliği, grepafloksasin ise kardiyolojik yan etkisi (Q-T aralığında uzama) nedeniyle piyasadan çekilmiştir.

4. TEDAVİYE YANITININ DEÄžERLENDİRİLMESİToplumda edinilmiş pnömonisi olan hastaların çoğu, tedavi başladıktan sonra ilk 48 saat içinde öznel bir düzelme tanımlar. İlk 48-72 saat içinde de ateş ve lökositoz gibi bulgular nesnel bir düzelme gösterir. Ateş, tedaviye başladıktan 3-7 gün sonra normale döner. Göğüs radyogramlarındaki infiltratlar, etyolojik etkene ve konağa göre değişmek üzere daha yavaş düzelir. Önceden sağlıklı olan ve genç hastaların radyogramlarının 2-6 haftada normale dönmesine karşılık , bakterimsi, multilobüler pnömonisi, yapısal anormalliği ya da alkolizm ve KOAH gibi eşlik eden hastalığı olanlarda ve yaşlılarda bu süre uzayabilir. (5,42,77,78,96)Ateşin düşmesi ve radyolojik iyileşme, M.pneumoniae ve pnömokok pnömonilerinde daha hızlıdır.(42) Hastaneye yatırılmış pnömokoksik pnömonili hastalarda, ateş genellikle, 3-5 günde düşerse de, özellikle bakteremik olnlarda 6-7 gün sürebilir ve antimikrobik tedavi etkiliyse kan kültürleri ikinci gün negatifleşir. Önceden sağlıklı olan ve genç hastaların göğüs radyogramları 3-4 hafta içinde düzelirken, bakteremisi, yapısal anormalliği ya da eşlik eden hastalığı olanlardaki ve yaşlılardaki düzelme ortalama 13 haftayı bulabilir.(96,97)Legionella pnömonisi, antimikrobik tedavi başladıktan sonra 4-5 gün daha ilerleme gösterebilir. Lejyoner hastalığı olan hastalarda ateşin düşmesi, ortalama 5 gün; radyogrmların düzelmesi, ortalama 11-12 hafta alır.(96,97)

M. pneumoniae pnömonisi, uygun bir antibiyotik tedavisiyle çabuk iyileşir. Ateş, 1-2 günde düşer. Radyogramlar ortalama 1-2 haftada düzelirse de komplike olgularda tam düzelme için 8 hafta gerekebilir. Burada ilginç olan M. pneumoniae'nin etkin tedaviye karşın üst solunum yollarındaki varlığını sürdürmesidir. Klamidya pnömonisinde antimikrobik tedaviye yanıt süresine ilişkin bilgiler sınırlıdır. Reinfeksiyonlar ve rölapslar sık görülür.(97)
Antimikrobik Tedavi Süresi
Toplumda edinilmiş pnömonide tedavi süresi, hastalığın başlangıçtaki şiddetine, etyolojik etkene, baktereminin ya da eşlik eden bir hastalığın olup olmamasına ve konağın bireysel yanıtına göre değişebilir. Çabuk yanıt veren pnömokok pnömonisi için genellikle 5-10 gün yeterlidir. Mikoplazma ve klamidya pnömonileri için 10-14 günlük tedavi önerilir, kimi kez klamidya pnömonisinin tedavi süresini 21 güne uzatmak gerekir.(5,6,42,78) Önceden sağlıklı olan hastalardaki Legionella pnömonisi 14 gün tedavi edilir. Bağışıklığı baskılanmış olanlarda bu süre 21 gün olmalıdır. (5,6,25,78)
Parenteral Tedaviden Oral Tedaviye Geçiş
Son on yıl içinde hastaneye yatırılan toplumda edinilmiş pnömonili hastaların ortalama yatış süresi önemli ölçüde kısalmıştır ve 6.6 ile 12.1 gün arasında değişmektedir. Yatış süresi, etyolojik etkene göre değişmektedir. Bu süre, herhangi bir etken belirlenemediğinde 4.7 gün; etken S. pneumoniae ise 6.2 gün, H.influenzae ise 5.6 gün, Gram-negatif çomaklarsa 7.2 gün, Pseudomonas türleri ise 15.2 gün olarak bulunmuştur. Etyolojik etkene ve çeşitli konak faktörlerine göre değişmekle birlikte, bugün için toplumda edinilmiş pnömoni nedeniyle hastaneye yatırılmış hastaların çoğu için hedeflenen yatış süresi 4.5-6.5 gündür.(98)

İntravenöz tedavi süresi, toplumda edinilmiş pnömonisi olan hastalarda yatış süresini belirleyen önemli bir etmendir. Olası komlikasyonlar açısından "düşük riskli" olduğu belirlenen hastaların, üçüncü günde oral tedaviye geçilerek ertesi gün taburcu edilebilecekleri gösterilmiştir. Bunlar, sürekli hastanede yatması için belirgin bir neden bulunmayan, S.aureus gibi riskli kimi pnömoni etkenlerinin sözkonusu olmadığı, yaşamı tehdit eden kardiyak komplikasyonlar gelişmemiş hastalardır.(99)

İntravenöz tedaviden oral tedaviye geçilebilmesi için şu ölçütler yaralı olur:

1. Öksürüğün ve solunum sıkıntısının geçmesi,
2. Hastanın en az 8 saat ateşsiz kalması,
3. Lökosit sayısının normale dönmesi,
4. Gastrointestinal emilimin normal olması.(100)

Antimikrobik Tedaviye Yanıtsız Hastalar

Antimikrobik tedaviye karşın ateşi 2-4 gün içinde düşmeyen yanıtsız hastalar, tanının doğrulanması için yeniden değerlendirilmelidir. Tedaviye yanıtsızlıktan sorumlu olabilecek başlıca etmenler,

1. İlerlemiş olması (multilobüler tutulum)
2. KOAH, kronik böbrek ya da karaciğer yetmezliği, alkolizm gibi eşlik eden hastalıklar ya da immünsüpresyon gibi konak defekektleri,
3. Antibiyotiğin uygun olmaması,
4. Antibiyotik dozajının yetersiz olması (özellikle aminoglikozidler),
5. Tanının yanlış olması (pulmoner emboli, konjestif kalp yetmezliği, bronş kanseri, sarkoidoz, Wegener granülomatozu, atelektazi),
6. Pnömoni komplikasyonları (ampiyen, metastatik infeksiyon, bronş hasarı) ve
7. Pulmoner süperinfeksiyondur. (2.77.98)
br> Antimikrobik tedaviye başladıktan sonra göğüs radyogramları kötüleşebilir. Pnömonisi hafif ya da klinik olarak düzelmekte olan hastalarda bunun bir önemi olmayabilir. Ancak , ağır pnömonili hastalardaki radyolojik ilerleme prognozun kötü olduğunu ve ampirik rejimin yeterli olmadığını akla getirmelidir. Tedaviye yanıtı değerlendirirken yaşlılardaki radyolojik düzelmenin gençlerdekinden daha yavaş olabileceği ve komplikasyon ya da eşlik eden hastalık bulunan hastalarda bulunan hastalarda da önemli ölçüde gecikebileceği unutulmamalıdır. Kan ve balgam kültürlerinin sonuçları çıktığında başlangıçtaki tedavi değiştirilebilir. Bu kültürler negatifse ya da yönlendirici olmazsa, ilk 72 saat içinde ampirik rejimi değiştirmeden önce iyi düşünmek gerekir. Başlangıçtaki antimikrobik tedaviye 72 saat sonra yanıtsız kalmış ya da klinik durumu bozulmakta olan hastaların, tanıları doğrulanmak ya da dışlanmak üzere yeniden değerlendirilmesi gerekir.(42,53,77)
Bilateral ya da multilobüler tutulma gibi olası infeksiyöz komplikasyonları, bronş obstrüksiyonunu ya da hasarını ve plevral epanşmanları araştırmak için göğüs radyogramları yinelenir. Durumu ağır olan hastalarda tedaviye yanıtsızlığın nedenini araştırmak için fiberoptik bronkoskopi ya da bilgisayarlı tomografi (BT) yapılabilir. Bronskoskopi, Legionella Pneumocystis carinii, mantarlar ve mikrobakteriler gibi olağandışı patojenlerin tanınmasına yardım edebilir. İyileşmeyi olumsuz etkileyen aspire edilmiş yabancı cisimler ve obstrüktif endobronşiyal lezyonlar da bronkoskopiyle ortaya konulabilir. BT ile plevral epanşmanlar, multilobüler tutulma ya da kavitasyon gösterebilir. Kimi hastalarda saptanan P. carinii ya da P. aerugginosa, daha önce öngörülmemiş bir immünsüpresyon sözkonusu olduğunu düşündürür.(5.42.77)
Başlangıç tedavisine yanıtsız kalan hastalarda, tedaviden önce balgam kültürü yapılmamışsa, sonradan yapılan kültülerde karşılaşılan ve verilen antimikrobiklere dirençli Gram-negatif çomakların yorumlanmasının güçleşeceği de unutulmamalıdır.(98)
KAYNAKLAR

1. Garau J. Clinical perspectives on the management of community-acquired pneumoniae. Diagn Microbiol Infect Dis 1996;25:2058-11
2. Metlay JP, Kapoor WN, Fine MJ. Does this patient have community-acquired pneumoniae? Diagnosing pneumonia by history and physical examination. JAMA 1997; 278:1440-5
3. File TM, Tan JS, Plouffe JF. Community-acquired pneumoniae. What's needed for accurate diagnosis? Postgard Med 1996;99:95-107
4. Huchon GJ, Gialdroni-Grassi G, Leophonte P, Manresa F, Schaberg T, Woodhead M. Initial antiotic theraphy for lower respiratory tract infection in the community: A European survey. Eur Respir J 1996;9:1590-5
5. Marie TJ. Community-acquired pneumoniae. Clin Infect Dis 1994; 18:501-15
6. Bartlett JG, Mundy LM. Community-acquired pneumoniae. N Engl J Med 1995; 333:1618-24
7. Cabreros LJ, Rajendran R, Drimoussis A, Brandsletter RD. Radiologic mimics of pneumoniae. Pulmonary disorders to consider in differential diagnosis. Postgrad Med 1996;99:139-46
8. Fine MJ smith DN, Singer DE. Hospitalization decision in patients with community-acquired pneumoniae. A prospective cohort study. Am J Med 1990;89:713-21
9. Black ER, Mushlin Al, Griner PF, Suchman AL, James Rl Jr, Schoch DR.Predicting the need for hospitalization of ambulatory patients with pneumoniae. J Gen Intern Med 1991;6:394-400.
10. Andriole VT. Community-acquired respiratory infection:Keeping patients at home. Int J Antimicrob Agents 1993;3(Suppl 1):67-74
11. Fine MJ, Auble TE, Yealy DM, et al. A prediction role to identify low-risk patients with community-acquired pneumoniae. N Engl J Med 1997;336:243-50
12. Ronald AR, Embil JM. Antibacterial treatment of community-acquired pneumoniae: The role of therapeutic agents other than the macrolides. Clin Microbiol Infect 1996;1 (Suppl 2):27-9
13. Finch RG. Pneumoniae: The impact of antibiotic resistance on its management. Microbial Drug Resistance 1995;1:149-58.
14. File TM Jr. Management of community-acquired pneumoniae. Challenges, controversies, and new therapeutic options. Infect Dis Pract 1997;21:9-12
15. Levy M, Dromer F, Brion N, Leturdu F, Carbon C. Community-acquired pneumoniae. Importance of initiak noninvasive bacteriologic and radiogrphic investigations. Chest 1988;92:43-8
16. Woodhead MA, Arrowsmith J, Chamberlain-Webber R, Wooding S, Williams I. The value of routine microbial investigation in community-acquired pneumoniae. Respir Med 1991;85:313-7
17. Pennington JE. Community-acquired pneumoniae and acute bronchitis. In: Pennington JE (ed). Respiratory Infections: Diagnosis and Management. 3rd ed. New York:Raven Press 1994;193-206
18. Lode H, Schaberg T, Raffenberg, Mauch H. Diagnostic problems in lower respiratory tract infections. J Antimicrob Chemother 1993;32 (Suppl A):29-37
19. Woodhead M, Gialdroni-Grassi g, Huchon GJ, Leophonte P, Manresa F
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
Polimyalgia romatika

Polimiyalji romatika nasıl bir hastalıktır?

Polimiyalji romatika belirli kas gruplarında ağrı ve tutukluk yapan bir çeşit romatizmal hastalıktır. Çoğu iltihaplı romatizmal hastalıkların aksine eklemleri değil kasları tutar ve uygun tedaviyle de çok kısa sürede iyileşir.

Kronik (uzun süreli) bir hastalıktır ancak aynı zamanda kendi kendini sınırlayabilir. Yani hastalığa tutulanlarda hastalığı ortadan kaldırıcı kesin bir tedavi yokken, zaman içinde bazen belirli bir nedene bağlı olmaksızın kendiliğinden düzelebilir. Birkaç ay ya da aksine uzun yıllar boyu sürebilse de çoğu ortalama 2 yıl devam eder.

Polimiyalji romatikalı hastaların %10-50'sinde "dev hücreli arterit" adı verilen ve vücutta bazı kan damarlarını tutan klinik bir durum da gözlenebilir. Dev hücreli arteritte büyük kan damarlarının duvarlarında inflamasyon gelişir ve elastik lifler hasar görür. İnflamasyon nedeniyle kan damarları daralır ve bazı çapı küçük damarlar tamamen tıkanabilir. Şiddetli vakalarda damar tıkanıklığı sonucu körlük, beyin felci ya da kalp krizi gelişebilir. Bu nedenle polimiyalji romatikası olan hastalar dev hücreli arterit bulguları açısından dikkatli olmalı ve herhangi bir işarette hekime başvurmalıdırlar. Dev hücreli arteritin bir bulgusu başta şakak bölgesindeki "temporal arter" adı verilen damarlarda inflamasyon bulgularının (ağrı, kızarıklık, şişlik, ısı artışı) olmasıdır. İnflamasyon varsa bu damarlar şiş ve ağrılıdır, baş ağrısı gelişebilir, çift görme, bulanık görme, karanlık noktalar gibi görme bozuklukları eklenebilir. Görme bozukluğu körlük ile sonuçlanabildiğinden erken tanı önemlidir. Ayrıca dev hücreli arterit gelişen hastalarda sersemlik hali, işitme güçlükleri, çiğneme sırasında çenede ağrı olması uyarıcı yakınmalar arasındadır. Kesin tanısı biopsi ile konan dev hücreli arterit varlığında tedavide yüksek dozda kortizon gerekir. Hekim takibi esasdır.

Polimiyalji romatikalı hastaların çoğunda dev hücreli arterit gelişimi beklenmemektedir. Sadece polimiyaljisi olan kişiler bulgularını yaşlanmaya bağlayabilirler ancak bu doğru değildir. Tanı konduğunda uygun tedavi ile kolaylıkla rahatlama sağlanabildiğinden hekime görünmeyi ihmal etmemelidirler.

Polimiyalji romatikanın nedeni nedir?

Nedeni bilinmemektedir. Bazı ailelerin iki ya da daha fazla bireyinde olduğunu gözleyerek kısmi bir genetik yatkınlık düşünülse de kesin değildir. Enfeksiyona bağlı bulaşıcı bir hastalık olmadığı da kanıtlanmıştır.

Polimiyalji romatika kimlerde görülür?

Hastaların hemen hemen tümü 50 yaş üzerindedir. Kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür. Hastaların çoğu geçmişinde tamamen sağlıklı olan aktif kişilerdir.

Polimiyalji romatika bulguları nelerdir?

En önemli bulgular boyun, omuzlar, kolların üst kısmı, bel ve kalçalardaki ağrı ve tutukluktur. Tutukluk özellikle sabah belirgindir. Çoğu hasta rahat yattığını ancak sabah kalktığında sanki bütün gece yorulmuş gibi tutuk olduğunu tanımlar. Yataktan kalkma güçleşir. Uzun süreli oturmalardan sonra da tutukluk görülebilir. Ağrılar genellikle vücudun iki tarafında simetriktir, künt bir ağrı şeklindedir. Ağrı gece daha belirgindir. Hastalarda ayrıca gece terlemesi, düşük ateş, iştah azalması, halsizlik, yorgunluk ve depresyon gibi bulgular da bulunabilir, bunlar genellikle hafif şiddettedir. Eğer dev hücreli arterit gelişmişse ona ait bulgular da tabloya eklenebilir.

Polimiyalji romatika tanısı nasıl konur?

Hastaların yakınmaları pek çok başka hastalığı taklit edebileceğinden tanı konması zaman alabilir. Ağrının detaylı sorgulanması, eşlik eden bulguların bulunması, iyi bir fizik muayene ile tanı konabilir. Aynı yakınmaları yapabilecek diğer hastalıkların laboratuvar tetkikleri ile ekarte edilmesi de tanıyı destekler. Polimiyalji romatikada tanıda yardımcı testlerden biri "eritrosit sedimentasyon hızı"dır. Bu hastalarda yüksek çıkması beklenir ve tanıyı doğrular. Yine de normal çıkması hastalık yok anlamına gelmez.

Bazı durumlarda kas hastalıkları ile karışabilir. Bu hastalarda kas biopsisinin yapılması gerekebilir. Kas hastalıklarında biopside kas lifleri hasarlı görünürken, polimiyalji romatikada normaldir.

Polimiyalji romatika nasıl tedavi edilir?

Her ne kadar tanıda kullanılan yöntemler çok özel olmasa da, tedaviye alınan hızlı ve iyi yanıt tanının doğruluğunu gösterecektir. Tedavide en etkili ilaç kortizondur. Özellikle yüksek dozlarda 1-2 gün içinde hızlı bir iyileşme gözlenir. Düzelme sağlandıktan sonra kortizon dozu giderek yavaşça azaltılmalıdır. Hastaya göre idame tedavisinin süresi değişebilir. Kortizonun kullanımı mutlaka hekim kontrolünde yapılmalıdır. Çünkü kilo alma, yüzde yuvarlaklaşma, ciltte kolay morarma, kemiklerde zayıflama, depresyon, yüksek tansiyon, katarakt, şeker hastalığı varsa ağırlaşma, enfeksiyon riskinde artma ve mide kanaması gibi çoğu ciddi olabilen yan etkileri mevcuttur. Herhangi birinin varlığında derhal hekiminize başvurmanız gerekir. Kortizon kullandıktan sonra dozunun yavaş yavaş azaltılması hem hastalığın yeniden alevlenmesini, hem de vücudun aniden kortizonsuz kalmasını engellemek için şarttır. Çünkü dışarıdan verilen kortizon, vücudun kendi kortizonu yapmasına engel olur ve vücut kendi kortizonunu yapmaya başlamadan aniden kesilirse çok ciddi ve hayatı tehdit eden durumlar ortaya çıkabilir. Bu nedenle kendinizi iyi hissetseniz bile kortizonu asla kendiliğinizden azaltmamanız ya da kesmemeniz gerekmektedir.

Her polimiyalji romatikalı hastada kortizon kullanımı gerekmeyebilir. Bazı hastalar aspirin ya da benzeri steroid-olmayan antiromatizmal ilaçlardan fayda görebilir.

Ağrı ve tutukluk olduğu dönemlerde hastaların aşırı egzersiz ya da tam tersi, mutlak istirahatten kaçınmaları gerekir. Her ikisi de ağrı ve tutukluğu artıracaktır. Ağrılı zamanlarda biraz istirahat önerilebilir ancak uzun süreli hareketsizlikten uzak durulmalıdır. İlaç tedavisi etki etmeye başladığında aktivite artırılabilir. Tedavi programında özel bir egzersiz türü yoktur, kişinin normal günlük aktiviteleri yeterlidir.
Genellikle polimiyaljili hastaların çoğu ilaç tedavisiyle kendilerini iyi hissettiklerinden küçük değişikliklerle günlük yaşam aktivitelerini sorunsuz sürdürebilirler. Ancak ataklar, dev hücreli arterit bulguları ve ilaçların yan etkileri açısından dikkatli olmalı ve düzenli hekim kontrolünü bırakmamalıdırla
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 15 Ziyaretçi
  Tarih: 12-23-2024, 08:09 PM