:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi
Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 0/5 - 0 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
H.a.g
Hayat_Bu
Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu: "Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikáye olma ihtimali var mı?"

Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi: "Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin."

Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi; "İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki!"

Büyükbaba cevap verdi: "Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri benimseyebilirsen, hep dünyayla barışık bir insan olursun."

"Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Tanrı'dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir."

"İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar."

"Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli unsurlardandır."

"Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, onu korumalısın."

"Beşinci ve son özellik ise her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın."
Ara
Cevapla
Aşk_Bu
[i][b]ÖYKÜ ([/b][/i][i][b]ASLA VAZGEÇME..)[/b][/i]




[INDENT]

[i][b]Ewan 22 yaşına o sene basmıştı, kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç adam olmanın asaletini taşıyordu. 10 gün sonra Kore'deki bir savaşa katılmak üzere İngiltere'den ayrılacaktı, hiçbir şeyden korkmuyordu ama duygusallığı nedeniyle, ülkesinden ayrılma fikri zor geliyordu ona. Ağır adımlarla büyük kütüphaneden içeriye girdi, bir kitap alıp oturdu ve okumaya koyuldu. Gerçekten de çok güzel temalara değinmiş etkileyici bir kitaptı elindeki, ama daha da güzel olanı kitabı daha önce başkasının da okumuş ve bazı yerlere notlar almış olmasıydı. Okuyanın notlar aldığı bölümler Ewan'i da derinden etkiliyor, notları okudukça sarsılıyordu. Kim olabilirdi bu? Hemen kütüphane memuresine gitti ve daha önce kitabı okuyan kişinin kim olduğunu öğrendi. Holly adında bir kadındı, adresini aldı ve eve varır varmaz bir mektup yazdı: [/b][/i]



[b][i]'Büyük Kütüphanede bir kitap okudum. Eklediğiniz notlar karşısında hayranlık duyduğumu belirtmeliyim. 10 gün sonra Kore'ye gidiyorum, sizi tanımak ve sizinle mektuplaşmak istiyorum. Cevabınızı sabırsızlıkla bekliyorum.'[/i][/b][b][i] [/i][/b]

[b][i]Holly'den olumlu cevap geldi ve mektuplar ardı arkasına yazılmaya başlandı. Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkileniyor, yüreklerini birbirlerine biraz daha açıyorlardı. 2 sene bu şekilde geçip gitti. Ewan ve Holly birbirlerine belki binlerce mektup yazmış, her mektuptan ayrı tatlar almışlardı. Ewan'ın ülkeye geri dönme zamanı gelmişti, son mektubunda Holly'i görmek istediğini yazdı.[/i][/b][b][i] [/i][/b]

[b][i]'Ancak seni tanıyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen' diye ekledi. Holly buluşmayı kabul etti fakat resmi göndermedi.[/i][/b][b][i] [/i][/b]
[b][i]'Resmin ne önemi var ki? Bizi ilgilendiren kalplerimiz değil mi? Yakama kırmızı bir çiçek takacağım.' dedi.[/i][/b][b][i] [/i][/b]
[b][i]Günler birbirini kovaladı ve Ewan ülkeye döndü. Trenden indiği ilk anda gözleri Holly'i aradı. Bir müddet bakındı, sonra kalabalığın arasından[/i][/b][b][i] [/i][/b][b][i]şimdiye dek gördüğü en güzel kadın belirdi. Uzun boylu, çok güzel, uzun sarı saçlı, masmavi iri gözleri ve mavi elbisesiyle muhteşem bir kadındı. Kadına doğru bir adım attı, ama yakasında hiç bir şey yoktu. Kadın gözlerine baktı ve[/i][/b][b][i] [/i][/b]
[b][i]'Merhaba denizci, benimle gelmek ister misin?' diye sordu.[/i][/b][b][i] [/i][/b]
[b][i]Tam o sırada güzel kadının omzunun üzerinden, yakasında kırmızı çiçek olan kadını gördü. Kısa boylu, şişman sayılacak kiloda, gri kısa saçlı, tozlu uzun pardösüsü ve kalın bilekleriyle öylece duruyordu. Ewan şaşkındı, az önce hayatında gördüğü en güzel kadından bir teklif almıştı ancak karşısında da yüreğine aşık olduğu kadın duruyordu. Kendini toparladı ve yanından geçen dünyalar güzeli kadına aldırmadan ilerledi. Elinde Holly'le birbirlerini tanımalarını sağlayan kitap vardı. Elini uzattı, 'Merhaba Holly' dedi gözlerinin içi gülerek. 'Pardon' dedi kadın. 'Ben Holly değilim. Az önce buradan geçen sarı saçlı mavi elbiseli bayan yakama bu çiçeği taktı ve bunun hayatının sınavı olduğunu söyledi. Sizi garın çıkışındaki cafe'de bekliyormuş.. .'[/i][/b][b][i] [/i][/b][b][i]

[/i][/b][b][i]HAYATA DEGER BİR YAŞAM,[/i][/b]
[b][i]''SEVMEYE DEGER BİR AŞK'',[/i][/b]
[b][i]DOSTLUGA DEGER BİR ARKADAŞLIKTAN [/i][/b]
[b][i]ASLA VAZGEÇME..!![/i][/b]
[/INDENT]
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
Amca Diyen Papağan

Adamın biri güzel bir papağan satın alarak eve getirmiş ve başlamış konuşmayı öğretmeye. Özellikle papağanın "amca" demesini istiyormuş.

Günlerce uğraşmış ancak papağana tek kelime öğretmeyi başaramamış. Bir gün iyice sinirlenmiş ve papağanın bir tüyünü kopararak, "amca de bakayım" diye bağırmış. Papağandan yine ses çıkmayınca her seferinde "amca de" diyerek hayvanın tüylerini tek tek yolmuş. Adam, tüylerini tamamen yolduğu papağanı tavuk kümesine atmış..

Sabaha karşı kümesten gürültüler gelmeye başlamış. Kümese giden adam birde ne görsün, papağan bir tavuğun üzerine çıkmış, tavuğun tüylerini tek tek yolarak her seferinde "amca de bakayım", "amca de bakayım" diye bağırıyormuş.

Bir insana bir şeyler öğretmek istiyorsak çok sabırlı ve esnek olmalıyız. Öğrenme kişinin istemesi ve bilgiyi veren kişiyi sevmesi ile mümkündür.


Öğrenme sırasındaki olumsuz davranışlar, kişinin bilgiye öğrenememesine neden olacağı gibi bu davranışları aynen modellemesine de sebep olabilir.


Ne öğrettiğinizden çok, karşınızdakinin ne aldığı önemlidir.
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
Karınca Kito

Mahkumun biri, yalnız kaldığı hücre içinde bir karınca ile arkadaşlık yapar.

Kito adını verdiği bu karınca zaman içerisinde adamın talimatlarına göre hareket eder hatta takla atmayı bile öğrenir.

Mahkum, insanların Kito'ya hayran kalacağını ve göreceği büyük ilgi sayesinde zengin olacağının hayalini kurmaktadır. Hapisten tahliye olduğu gün Kito'yu kibrit kutusunun

içine koyarak bir kafeteryaya gider. Amacı insanların Kito'ya nasıl tepki vereceğini
test etmektir.

Karıncayı kibrit kutusundan çıkaran eski mahkum garsonu çağırır. Amacı garsona Kito'nun marifetlerini göstermektir. Garsona "Masanın üstünde duran şu karıncayı görüyor musun?" diye sorar sormaz, garson elindeki bezle karıncayı alır ve "Afedersiniz beyefendi" diyerek Kito'yu öldürür.


Her kişinin kendine ait değerleri ve inançları vardır. Bir kişi için çok önemli olan bir olay diğeri için pek de önemli olmayabilir. Kişileri kendi inanç sistemimize göre değerlendirirsek sorunlarla karşılaşabiliriz. Yapmamız gereken kişilerin inanç ve değerlerine saygılı olmak ve ilişkilerimizde kendimizi onların yerine koyarak hareket etmektir.
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
Artık o evde hiç kimse yaşamıyor..


Halsizdi..
Ne kadar zamandır o pencerenin önünde duruyordu
kendı de bılmıyor..
Ta ki bacaklarında uyuşmalar olunca
uzanmak ıstedı
Perdeyı usulca kapadı .Tv nin karsısındakı kanepesıne yıgılır gıbı uzandı..
Daıresının giriş katında oluşu
Apartmana giriş çıkış sirkülasyonunu
hareketliliği
olanca sesiyle ona taşıyordu..
Uykunun artık ona ugramayışı nedenıyle
sabahın kör saatlerınde tek tek saydı ınsanların giriş çıkışlarını
Üst kattakı cezmi beyler bayram ziyaretine gidiyor ogluyla..
Sonra yandakı nilgün hanımın kızı nişanlısı ıle çıktı
Sonra gelenler gıdenler..
Gelenler gıdenler..
Sesler bi ara kesildıginde bulmustu
kendısını pencere önunde
Bacakları agrıyana kadar o bekleyısı..
İç burkan yalnızlıgından daha fazla agrılı degıldı yüregınde..
Kanepesinde küçücük kaldı, büzüldü..
İngilterede ki torununun en son gelişınde ona bıraktıgı
ama onun hiç bi şey anlamadıgı için
sadece torununun tembihledıgı gibi arada ..
günde bı defa sarja taktıgı cep telefonunda bir mesajı vardı..
ı harflerının i harfi ıle yer değiştirdiği..
BAYRAMİNİ KUTLUYORUM .HAYİRLİ BAYRAMLAR !..
mesajı
*
Bilemedı
bu bayram kutlamasını
okuyamadı
farkına bile varamadı
Ordakı ı harfının i oluşu kadar yabancıydı bu mekanik dokunus ona ..
Onun yalnız yüregine ulasmadı..

****Alıntı...
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
[SIZE=3]KADERİN HİKAYESİ
Uzun zaman önce bir ülke varmış refah içinde yasayan. Ülkenin
refah içerisinde yaşamasının sebebi iyi yürekli, dürüst kralı imiş.
Kral zaman zaman tebdili kıyafet ülkeyi dolaşır, halkının dertlerini
dinler, sorunlara çözüm bulurmuş. Gene böyle bir günde kral
dolaşırken, yolu dağ başında bir göl kenarına düşmüş. Gölün
kenarında ki ağacın dibine çökmüş aksakallı bir dede, bir elinde bir
kese, diğerinde bir kese. Birinden bir tas alıp, diğerinden aldığı
taşa bağlayıp göle atıyormuş. Bu işe epey bir süre devam etmiş ve
nihayet bittiğinde, dede yoluna gitmek üzere ayağa kalkmış ve kralla
göz göze gelmiş. Kral dedeye sormuş " dede bütün bir gün seni
izledim, sen ne iş yaparsın anlayamadım" demiş. Dede kralın sorusunu
söyle cevaplamış "oğlum ben insanların kaderlerini birbirine
bağlarım", "Peki en son kimin kaderini birbirine bağladın",
"Kralın güzel kızı ile uşağı Ahmet'in kaderini bağladım" demiş
aksakallı dede, Kral bu cevabi alınca dünyası kararmış. Bir yanda
güzeller güzeli apak biricik kızı, ülkenin prensesi, diğer yanda
olmamış oğlu kadar sevdiği zenci uşağı Ahmet.
Ne yaparım, nasıl eder de Ahmet'e bir zarar vermeden bu kaderi
bozarım diye düşünerek sarayın yolunu tutmuş. Saraya gidince hemen
sevgili uşağı Ahmet'i huzuruna çağırmış ve ona " oğlum Ahmet sana
bir mektup vereceğim, bu mektubu alacak ve Güneş'e götüreceksin"
demiş, Krala sorgu sual edilmez. Biçare Ahmet mektubu ve yolluğunu
alarak düşmüş bilinmez yollara. Düşmüş ki ne düşmek. Babası kadar
sevdiği Kral'ı ona bir görev vermiş ve o bu görevi yerine getirmeli,
ama nasıl? Günlerce dere tepe demeden yol gitmiş. Nihayet
yorgunluktan bitkin halde iken gördüğü bir ulu ağacın gölgesinde
dinlenmeye karar vermiş ve uykuya dalmış. Uyandığında bir de ne
görsün... ağacın az ötesinde bir göl... o göl ki üzerine günesin
aksi vurmuş... "Kralımın dediği Güneş bu olsa gerek" diyerek,
üzerinde sadece külotu kalıncaya kadar soyunarak atmış kendini göle.
Dibe doğru yüzmüş, yüzmüş, yüzmüş.... Taa dipte, günesin aksinin
tükendiği yerde bir de ne görsün....Şahane bir hazine sandığı...
almış sandığı çıkmış yüzeye...çıkmış ama, Ahmet artık zenci değil
bembeyaz bir Ahmet... sadece külotunun olduğu bölge eski rengini
taşıyor. "Var bu iste bir hikmet" demiş ve açmış sandığı. Sandık
gerçek bir hazine sandığı, içinde binbir türlü mücevherat ile
birlikte üzerinde"Güneş'ten Kral'a" yazan bir zarf. Ahmet ne
yapacağını bilemez hale gelmiş bir anda. Yeni rengi ve yaşadıkları
ile ülkesine dönünce kimsenin kendisine inanmayacağını düşünerek,
ülkesine zengin bir tüccar kimliği ile dönme kararı almış.
Dönünce ülkesine, düşleri bir bir gerçekleşmiş. Ahmet'in...
Ülkesinin bu yeni dürüst ve yakışıklı tüccarı ile güzeller güzeli
kızını evlendirmeye karar verince Kral, dünyalar Ahmet'in olmuş.
Kral vermiş vermesine kızını zengin tüccara ama aklıda bir yandan
oğlu gibi sevdiği ve hiç bir haber alamadığı uşağı Ahmet de imiş.
Gel zaman git zaman damadı ile birlikte bir ziyafet yemeğinde iken
yere düsen bir çatalı almak için eğilince Ahmet, şalvarının
kenarından kaba eti gözükmüş... Bunu gören Kral gözlerine
inanamamış.Yemek bitip de odasına çekilecek iken herkes, koridorun
sonuna ilerleyen damadının arkasından seslenivermiş Kral "Ahmet!..."
Ahmet seneler sonra duyunca gerçek adını, gayri ihtiyari kendisine
seslenen Krala dönüvermiş ve "neler oluyor Ahmet, evladım anlat
başından geçenleri bana" diyen kralına bütün olanları bir bir
anlatmış... Bunun üzerine Kral "Peki Güneş bana bir şey göndermedi
mi?" diye sorunca da hemen odasına koşarak, sandıktan çıkan mektubu
almış ve Kral'a vermiş, mektupta su satırlar yer alıyormuş...
GÜNEŞE
YAZI YAZILMAZ.... YAZILAN YAZI... ISE BOZULMAZ....!

alıntı
[/SIZE]
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
(çok uzun ama okumaya değer)


Genç kız nihayet uyanmıştı. Tüm gece boyunca uyumuştu. Gözlerini ovuşturdu. Elbiselerini düzeltti. Şaşkındı.

- Neredeyim ben? Siz kimsiniz?

- Demek dün gece neler olduğunu hatırlamıyorsun?

- Çok içtiğimi hatırlıyorum o kadar...

- Evet, kapıyı sana açtığımda çok sarhoştun gerçekten. Kapıyı açar açmaz bana ilk söylediğin söz suydu:

"Ben Tanrı`nın hediyesiyim" Genç kız bu söz karşısında utancını gizleyemiyordu. Bir şeyler söylemek istiyor ama nereden başlayacağını da bilemiyordu. Şaşkınlığını biraz olsun gizlemek için:

- Peki ya sonra ? dedi.

- İşin doğrusu ben Tanrı`dan böyle bir hediye beklemiyordum. Şaşırdım bir an. Gerçeği arayan birisine senin gibi bir serabın gösterilmesi doğal gelmedi bana. Ben bunları düşünürken sen de şu anda yattığın yerde sızıp kaldın zaten.

- Dün geceden beri yerde mi yatıyordum? Diye sordu şaşkınlıkla.

- Evet, düşüp sızdığın yerden kaldırmadım. Biliyorsun seraba dokunulmaz. Bütün gece Tanrı`nın seni almasını bekledim. Ama görüyorsun ki hala gelmedi. Sahi söyler misin sen hangi Tanrı`nın hediyesisin böyle?

Ferda sitem dolu bir utangaçlıkla:

- Lütfen benimle alay etmeyin, dedi.

- Alay etmiyorum. Sadece seni anlamaya çalışıyorum. İstersen önce sana bir kahve yapayım da kendine gel. Kemal kahveleri getirdiğinde Ferda biraz olsun kendine gelmişti. Üzerindeki yabancılığı atmaya, doğal olmaya çalışıyordu.

- Benim adim Ferda. İki sokak ilerideki sitelerde oturuyorum. Dün gece için özür dilerim. Arkadaşlarla yasadığım bir çılgınlıktı o kadar. Çok utanıyorum.

- Ben de Kemal. Bu evde tek başıma yaşıyorum. (Bir an duraksadı Kemal). Senin hakkında ne düşündüğümü merak ediyorsun değil mi?

- Biraz öyle...

- Hiç... Hiçbir şey düşünmedim.

- Neden?

- Özel olarak hiçbir insan üzerinde düşünmem pek.

- Gecenin yarısında kapını çalıp evinde yatan bir kız hakkında bile mi?

- Evet...

- Çok garip bir insansın.

Kemal sustu... ve sonra

- Söylesene maskeli bir baloda insanların gerçek yüzlerini tanımak mümkün müdür sence?

- Tabii ki değil.

- İşte şu toplumda gördüğün bir çok insan ve sen... Hepiniz maskelerinizle yaşıyorsunuz. Su toplum maskeli bir balodan farksızdır bence. Hem de zamana, kişilere ve olaylara göre her an değişen maskelerin kullanıldığı bir balo... Bu yüzden pek anlamlı gelmiyor bana insanlar üzerinde düşünmek.

- Kendini soyutluyorsun insanlardan.

- Öyle de denebilir. Zaten toplum ferdin en büyük düşmanıdır bence. Bu yüzden insanlardan hiçbir şey almamayı yeğliyorum. Buna rağmen her şeyimi vermeye de hazırım onlara.

- İnsanların sevgisini de reddeder misin, örneğin?

- En başta onu. Bugünün sahte sevgileri bir insanin kalbini yaralamak için seçilen en tehlikeli yoldur.

- Ama insan hiç sevilmeden yasayamaz ki...

- Bunda yanılıyorsun. İnsan sanıldığının aksine sevilerek değil severek yaşar. İnsan sevilmek ihtiyacında olan zayıf bir varlık değildir. Kısacası sorun bence sevilmek değil sevmektir.

- Sevdiğin halde sevilmiyorsan?

- Sevilmek senin sorunun değil onun sorunu. Bence sevmek bir insanı kendi içinde hissetmendir. Sevilmek ise kendini bir insanin içinde hissetmen. Anlayabiliyor musun? Sevmek seni zenginleştirir, sevilmek değil. Bunu evreni kapsayacak şekilde de düşünebilirsin.

- Nasıl yani?

- Evrensel anlamda sevmek kainatı kendinde seyretmek, sevilmek ise kendini kainatta seyretmektir. Ferda`nın kafası karışmıştı. Hiç bu kadar derinlemesine düşünmemişti sevgi üzerine.

Bunu fark eden Kemal:

- Bunları bir anda anlamak sana güç gelebilir. Ama biraz düşünürsen umarım anlayabilirsin. Şunu unutma ki insanlık bugün ikinci tas devrini yaşıyor. Birinci taş devrinde insanlar yumuşacıktı. Sevgi sayesinde her şey yumuşacıktı. Sadece evleri ve aletleri taştandı. Simdi ise her şeyimiz yumuşacık, yüreklerimiz taş gibi. Hatta taştan da katı. Çünkü öyle taslar vardır, üzerlerinde otlar yetişir ve öyleleri de vardır ki... Kemal`in gözleri nemlendi bunları söylerken. Yılların acılarını, ihanetlerini, buruklukların, kelimelere döküyordu aslında. Ağlamaklı bir hale dönüşüyordu sesi kesik kesik...

Uzun bir sessizlik oldu. Bütün bir hayat şeridi geçti Ferda`nın gözleri önünden. Eğer Kemal`in anlattıkları doğruysa sevgi hiç olmamıştı hayatında. Bir anda gözleri duvarda bir çerçevede olan mısralara takıldı:

"Donuk sevgiler çağındayız Sıcak sevgiler cehennemde yanıyor Sevgi... Yaşanmayacak kadar güzel, Fark edilmeyecek kadar sade, Duyulmayacak kadar doğaldır."

Kemal duvarda ağlayan bir çocuk portresi gösterdi Ferda`ya:

- Biliyor musun bir çocuğa verilecek en değerli besin şefkattir. Ve de cesaret. Bunlar öyle hassas bir dengeye sahiptir ki, denge bozuldu mu işte şu insanları görürsün karşında... Şefkat ve cesaret kurbanları... Kimileri aşırı şefkatin yanında cesaretsiz büyütülürler. Bu insanlar küçücük bir dünya kurmak isterler kendilerine. Güçsüzdür bu insanlar, kolayca kırılırlar. Dünya çok acımasızdır öylelerine göre... Kendilerini sevecek birilerini ararlar hep. O kadar yoğunlaşırlar ki bazen şiddetli bir arzuyla birine doğru akmak isterler. Cesurca sevemezler. Cesareti öğrenememiştir bu insanlar. Öte yandan da cesur insanlar... Dünyayı bile devirebilirler. Ama basit bir sevgi oyunuyla kolayca yıkılıverirler. Dünyayı titretecek cesareti taşıyan bu insanlar kalplerine dokunan bir parmakla diz üstü çöküverirler yere. Ve su sözleri duyar gibi olursun onlardan: " Dağ düştü üstümüze Yıkılmadık ama İnsan değdi tenimize Acısı yıktı bizi...! Cesaret onları o kadar sertleştirmiştir ki sevdikleri insanı kolları ile kalpleri arasında neredeyse öldürür.

Kemal sustu birden. Ferda bir şeylerin olduğunu hissetmişti. Çözmek istiyordu Kemal`i.

- Niye sustun?

- Bana ne şefkati öğrettiler nede cesareti.

- Ama tüm bunları biliyorsun sen

- Nasıl olduğunu merak ediyorsun değil mi, anlatayım. Bir an durdu sonra:

- İnsanların nefretinden sevgiyi, ihanetlerinden sadakati, korkaklıklarından cesareti öğrendim.

- İnsanlar bu kadar acımasız mi? Gerçekten seven insanlar yok mu hiç?

- Bırak sevgilerini gülmeleri bile doğal değil onların. Seni senin için değil kendileri için severler. O kadar iyi o kadar güzel ve o kadar haince severler ki hayran olmamak elde değil biliyor musun? Sevgi ve ihaneti sanatsal bir uyarlamayla o kadar güzel sahneye koyarlar ki son sahnede öleceğini bile bile seyredersin oyunu. Mükemmel bir katildir onlar. Seve seve öldürürler seni. Dudaklarından sevgi sözcükleri yükselir. Yapacağın tek şey gözlerini kapatıp sevgi atmosferi içinde sevgi sözcüklerinin sağanak yağmuru altında ölümü beklemendir. Anlıyor musun?

- Sen sevilmekten korkuyorsun

- Belki...

- Neden? - Neden mi? Ben her insani kalbime misafir edebilirim, sevebilirim yani. Kalbimden eminim çünkü. Sevdiğim insani rahatsız edecek hiçbir şey yok kalbimde. Ama kimsenin kalbine girmek istemem. Çünkü bilmiyorum nelerle karsılaşacağımı. Bilmiyorum hangi tuzaklar bekliyor beni. Ve bilmiyorum o insan bunlardan haberdar mı?

- Fikirlerimi alt üst ettin. Her şey karıştı. Sevmek sevilmek, nefret sevgi... Hatta şu ana kadar gerçekten yaşayıp yaşamadığımı düşünüyorum.

- Aslında sana anlattığım her şeyi kendinde bulabilirsin.

- Nasıl?

- Kendini tanı*****... Yalnız kaldığın anlarda...

- Yalnızlıktan kaçmışımdır hep...

- Yalnızlıktan kaçmak kendinden kaçmaktır. Bir düşünsene, doğarken de yalnızsın, ölürken de. O halde yasarken yalnızlıktan kaçmak anlamsız değil mi?

- Yalnızlıkta insan ne bulabilir ki sıkıntı ve boşluktan başka?

- Kendini gerçekten tanıyabilseydin uzaydaki derinlikten daha derin bir iç uzayın olduğunu görebilirdin. Bizler ruhumuzu öldürüyor sonra başına geçip ağıt yakıyoruz... Benliğindeki zenginliği fark etseydin dünyada ikinci bir insan aramazdın biliyor musun?

- Anlamadım!

- Dünyada bir tek kişi vardın aslında. O bir tek kişinin içinde beş milyar insan.

- Benliğim bu kadar kalabalık mi?

- Evet. Benliğin tüm varlığın merkezidir. Tüm acılar ve sevinçler yüreğinde gizlidir senin. Ölenleri yüreğine gömdüğün gibi doğacak çocuğun kalbi de senin içinde atar. Hem acıyı hem sevinci yaşarsın iç içe, yan yana... Hatta o kadar acı çekersin ki acı, acı olmaktan çıkar...

- Sözlerin çok karışık.

- Belki haklısın bu konuda. Bazı insanlar başlı başına paradokstur. Düşünceleri de öyle. İnsanlar paradoksal düşünmeye alışık değiller. Bu yüzden anlaşılmıyoruz. Zaman bir hayli ilerlemişti. Ferda izin istedi. Zihni o kadar dağılmıştı ki hiçbir şey söylemeden çıktı evden. Bütün gece boyunca Kemal`in sözleri ile uğraştı Ferda. Bazen onu anladığını düşünüyor, bazen saçmaladığına karar veriyordu. Her şeye rağmen hayranlık duyuyordu ona. Ara sıra arkadaşlarına anlatmak istiyordu onu. Ama kimsenin anlamayacağından emindi. Günler geçiyor, yüreğinde Kemal`e, karşı konulmaz bir sevgi taşıdığını hissediyordu Ferda. Her geçen gün biraz daha büyüyordu sevgisi. Aylar geçmiş ama bir türlü ona gitmeye karar verememişti. Çekiniyordu. İnsanlardan bu kadar uzak biri onun gibi deli dolu bir kızı ciddiye alır miydi? "Hiç kimse sevgiyle dirilmeyecek kadar ölmüş değildir hiçbir zaman". Evet, bu söz de onun değil miydi? Nihayet karar verdi Ferda. Gitmeli ve ona sevdiğini söylemeliydi.

Ferda Kemal`in evine gittiğinde büyük bir şaşkınlık geçirdi. Evde kimse yoktu, taşınmıştı... Evin bekçisi yaklaştı Ferda`ya:

- Kızım, adinizi öğrenebilir miyim?

- Adım Ferda, Kemal Bey taşındı mi?

- Evet kızım, taşındı. Ve kimseye söylemedi nereye gittiğini, bana bile. Bir mektup bıraktı sana. Gelirse verirsin dedi. Ferda mektubu aldı. Tereddütlü adımlarla evine gitti. Yıkılmıştı. Derin bir boşluk hissetti yüreğinde. Birden ümitle doldu yüreği. Belki de onu yanına çağırıyordu.

Sabırsızlıkla mektubu açtı. "Ey sevgili, Seni sevip sevmediğimi söylemeyeceğim. Ama sevgiyi öğretebildim sana sanırım (ne kadar öğretilebiliyorsa). Dilerim kalbine kalbimden verdiğim şey yüreğinde yeşerip meyve verir. Böylece ne sen bende kaybolacaksın, ne de ben sende. Sen beni kendinde, ben seni kendimde bulmuş olacağım. O zaman hiç ayrılmayacağız.

Sakin sevgimle seni tuzağa düşürdüğümü sanma. Sevgi hayatin hem çekirdeği hem de meyvesidir. Bir ağaç, meyvesiyle seni kendine çağırıyorsa bu bir aldatma sayılmaz. Unutma ki ağaç meyvesine çağırır, kendisine değil.

Ey sevgili, Sen bir sığınak arıyorsun ama ben durulmaz bir fırtınayım. Sen kendinin sakini olmak istiyorsun ama ben evrenin sakini olmak istiyorum. Sen olmayacak bir barışı arıyorsun. Bense tüm kötülüklerle savaşmak istiyorum. Sen küçücük bir çocuksun. Ama ben küçükken çok büyüdüm. Sen dünyadan kopup yıldızlara sığınmak istiyorsun. Bense kendimi yeryüzüne karşı sorumlu tutuyorum. Sen bir ağacın gölgesine sığınıp yaşamak istiyorsun. Bense ülkemi arıyorum. Yolları aydınlık, insanları ümitli ve huzur dolu olan bir ülke. Sen bende kaybolmak istiyorsun ama ben seni kaybetmek istemiyorum. Sen susuyorsun, bense haykırıyorum.

Sakin unutma:

Kalbim paylaşılamayacak kadar senindir. Seninle bile. (Ama bilmiyorum sen bu kadar bende misin?) "

Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 7 Ziyaretçi
  Tarih: 12-23-2024, 04:23 AM