[SIZE=5]Ölüler gömülmeli [/SIZE]
sen kerpiç duvarlarla çevrili dar odalarda
alçak pencereli toprak damlarda büyüdün
sen ırmak ve göl kıyılarıyla kol-kola
sümbüllerin mavisine batmış çayırlarda yürüdün
sen ne vakit çürüdün
ah ciğerim
nereden alıştın böyle başını soğuk taşlara koymaya
sen nereden tanıştın bu kara kışla
kaç asırlıktır aktarılan bu dam
ve altında yudum yudum içtiğin gam
kaç asırlık
tufanların kıyımında kırık bir dal gibi duruyorsun
zaman hangi gülüşte, hangi düşte aldı gitti seni
uzaklara bak
tarihi olmayan mezar taşlarına
bak esnemeyen toprağa
geziniyor üstünde sonbaharın elleri
ah ciğerim, durma öyle boynu bükük şakayık gibi
saflığındandır dilindeki bu yara
kendi yerine koyduğundandır
kim hilesiz -kim çıplak
herkes kendi kuytusunda bir başkadır
sallanıp durma sanrının sarkacında
açılır küflü sandık
açılır küflü sandık çıkar yedi başlı ejderha
üstünde sığırcık sürüsüdür alaz
tutunma kanadına
çivisi çıkmış insanlığın sarkıyor kara yüzlü duvarlarda
dokunma
dokunma bir hayat varmışçasına
yokla saçlarının dibinden geçen korkuları
çatlar toprak, susarken zaman çatlar toprak
dökülür yüreğinin en ücra köşeleri
susar, susar da yanıtsızlaşır
ve salt acı
gittikçe koyulaşır
sen böyle ağladıkça ve dudakların kanadıkça sınırsız
yaralılar gibi
can verirken kanayan yaralardan yaşamın akıp gittiği
yüzün silme tabut, silme kefen, silme buz
göstermez hayatı hiçbir ayna
aynalar tuzbuz
yalancıların-aşksızların ve arsızların kımıldadığı şu boş dünyada
inancın ve güvencin bozkırında esrik bir hava
dolar çatıların kiremitlerin altına
düşmez saçlarına gün ışığı
binlerce kelebek havalanırken aklında
kara bir nara
asılı kalır yürek duvarına
gör bak hayat nasıl da birden bire boşalır
tetiği düştüğünde sessizliğin
hangi merhem akar gözlerine
soğuk tenine hangi
ölüler gömülmeli ah ciğerim
bütün dertleriyle eriyip toprağın derinine
ölüler gömülmeli
Müsade Özdemir
sen kerpiç duvarlarla çevrili dar odalarda
alçak pencereli toprak damlarda büyüdün
sen ırmak ve göl kıyılarıyla kol-kola
sümbüllerin mavisine batmış çayırlarda yürüdün
sen ne vakit çürüdün
ah ciğerim
nereden alıştın böyle başını soğuk taşlara koymaya
sen nereden tanıştın bu kara kışla
kaç asırlıktır aktarılan bu dam
ve altında yudum yudum içtiğin gam
kaç asırlık
tufanların kıyımında kırık bir dal gibi duruyorsun
zaman hangi gülüşte, hangi düşte aldı gitti seni
uzaklara bak
tarihi olmayan mezar taşlarına
bak esnemeyen toprağa
geziniyor üstünde sonbaharın elleri
ah ciğerim, durma öyle boynu bükük şakayık gibi
saflığındandır dilindeki bu yara
kendi yerine koyduğundandır
kim hilesiz -kim çıplak
herkes kendi kuytusunda bir başkadır
sallanıp durma sanrının sarkacında
açılır küflü sandık
açılır küflü sandık çıkar yedi başlı ejderha
üstünde sığırcık sürüsüdür alaz
tutunma kanadına
çivisi çıkmış insanlığın sarkıyor kara yüzlü duvarlarda
dokunma
dokunma bir hayat varmışçasına
yokla saçlarının dibinden geçen korkuları
çatlar toprak, susarken zaman çatlar toprak
dökülür yüreğinin en ücra köşeleri
susar, susar da yanıtsızlaşır
ve salt acı
gittikçe koyulaşır
sen böyle ağladıkça ve dudakların kanadıkça sınırsız
yaralılar gibi
can verirken kanayan yaralardan yaşamın akıp gittiği
yüzün silme tabut, silme kefen, silme buz
göstermez hayatı hiçbir ayna
aynalar tuzbuz
yalancıların-aşksızların ve arsızların kımıldadığı şu boş dünyada
inancın ve güvencin bozkırında esrik bir hava
dolar çatıların kiremitlerin altına
düşmez saçlarına gün ışığı
binlerce kelebek havalanırken aklında
kara bir nara
asılı kalır yürek duvarına
gör bak hayat nasıl da birden bire boşalır
tetiği düştüğünde sessizliğin
hangi merhem akar gözlerine
soğuk tenine hangi
ölüler gömülmeli ah ciğerim
bütün dertleriyle eriyip toprağın derinine
ölüler gömülmeli
Müsade Özdemir