Yok olan diller silsilesine karışırken fısıltılarım, duvarları yıkıyor gürültüler..ekşimiş ruhum kaçtı bu gece mahzenden...tam da kıvamında firar rüzgarları...
Salıncaklarda yıldız yakalamaya havalananlar anlarlar ne hissettiğimi..hiç dokunamayacağını bile bile en yükseğe, en yükseğe salınırsın..ama ellerini zincirlerden asla ayıramazsın ramak kalmışken parıltılara...sonrası tepetaklak..
Belki de hiç sıradan kaygıları evlat edinmemem garipsiyor biraz hayatımı.. bir başindan bir sonundan seçiyorum dert edeceklerimi, en göz görmez ıssızlarda..zaten kaldırımların çizgileri de uzak birbirine çok, çizgi dışı yasağı koyamıyorum adımlarıma..bugünü çoktan dünlere katmış yarınların kaybedeceği pürüzleri saç tokası yapıp ,üzerlerine yakışmayan tacımı bir kenara atıyorum..hisleri yansıtmaktan aciz sima'm nereye çekersen koşmaya amade...belki de herkes biraz Mona Lisa kendine...
Arka sokakları seçmeme rağmen, anayolları bırakıp; yalnız değilim yolumda..Gölgeleri giydirmeye çalisan terziyi tanıyorum mesela ve gündüzü silmeye uğraşan gündelikçiyi...birilerinin uyarması lazım onları...gölge ve gün...inadına her güneşle yenilenmeleri bir yana ,bir anları tutmaz bir anlarına...umutsuz savaşlar..hep umutsuz..
Geçmişte yaşayamadığım için çok üzülüyorum zaman zaman..hala omuzlarında taşisaydı Atlas dünyayı, gıdıklardım onu ne yapıp edip...o zaman yıldızlara düşerdi dünya..yakalardım parıltıları...üflerdim bir bir hepsini...yıllanmış şaraplara özeniyorum sonra ve hala taze kokanlara da...dengesizlikten başim dönüyor...salıncak çok yukarda bu defa ve biraz daha karanlık gece..
Ezberden filizlenen yeşiller sanki sarı ...bulut altından gülüyor yağmur halime, ve ilk fırsatta kahkahalarını boşaltıyor başimdan aşağı.. adeta kaynar sular...
Kefe kefeye vermiş,
Hüzün paylaştırırken hayat,
Gri şehirlerin balkon saksılarında
Eğreti dururmuş papatyalar..
Mevsimlik sızılar çökermis sol üst köşelere..
Gecikmiş umutlar ayakta kalırmış,
Erken gelenlerin yer kaptığı diyarlarda..
Göz kapakları inince parıltılara,
Kaleler kendi kumlarında boğulur,
Yas tutan yeşiller sararırmış...
Bulutlar örtermis yıldızları...
Ay dede ,geceyi unuturmuş,
Gece, ışığı..
Zifiri..
Ne kumdan kalelerim kaldı, ne de iskambil kağıdından kulelerim... yalnızca beyaz sayfalarla paylaştığım lekelerim..
Kalem çektim ışıldayan kılıcına gecenin ama nafile..
Yalan..
Kalem kılıçtan keskin değil..
Yenilirken bir geceye daha yıldızların tanıklığında,
Gücüm yok üflemeye...
Beyaz kağıtlarımı attım..
Esiresiyim düşlerin
Kaybedenler diyarında...
Sürgün...
Yıldızları söndürmeye çalisan acemiyi de tanıyorum artık...sırlı cama gizlenmiş...bu ,hepsinden beter...daha gözlerinin parıltısına yetmezken nefesi, aklınca yıldızlara ölüm sunup, ay dedeyi kutsayacak...tanıksız rahat rahat ağlayacak..
Salıncaklarda yıldız yakalamaya havalananlar anlarlar ne hissettiğimi..hiç dokunamayacağını bile bile en yükseğe, en yükseğe salınırsın..ama ellerini zincirlerden asla ayıramazsın ramak kalmışken parıltılara...sonrası tepetaklak..
Belki de hiç sıradan kaygıları evlat edinmemem garipsiyor biraz hayatımı.. bir başindan bir sonundan seçiyorum dert edeceklerimi, en göz görmez ıssızlarda..zaten kaldırımların çizgileri de uzak birbirine çok, çizgi dışı yasağı koyamıyorum adımlarıma..bugünü çoktan dünlere katmış yarınların kaybedeceği pürüzleri saç tokası yapıp ,üzerlerine yakışmayan tacımı bir kenara atıyorum..hisleri yansıtmaktan aciz sima'm nereye çekersen koşmaya amade...belki de herkes biraz Mona Lisa kendine...
Arka sokakları seçmeme rağmen, anayolları bırakıp; yalnız değilim yolumda..Gölgeleri giydirmeye çalisan terziyi tanıyorum mesela ve gündüzü silmeye uğraşan gündelikçiyi...birilerinin uyarması lazım onları...gölge ve gün...inadına her güneşle yenilenmeleri bir yana ,bir anları tutmaz bir anlarına...umutsuz savaşlar..hep umutsuz..
Geçmişte yaşayamadığım için çok üzülüyorum zaman zaman..hala omuzlarında taşisaydı Atlas dünyayı, gıdıklardım onu ne yapıp edip...o zaman yıldızlara düşerdi dünya..yakalardım parıltıları...üflerdim bir bir hepsini...yıllanmış şaraplara özeniyorum sonra ve hala taze kokanlara da...dengesizlikten başim dönüyor...salıncak çok yukarda bu defa ve biraz daha karanlık gece..
Ezberden filizlenen yeşiller sanki sarı ...bulut altından gülüyor yağmur halime, ve ilk fırsatta kahkahalarını boşaltıyor başimdan aşağı.. adeta kaynar sular...
Kefe kefeye vermiş,
Hüzün paylaştırırken hayat,
Gri şehirlerin balkon saksılarında
Eğreti dururmuş papatyalar..
Mevsimlik sızılar çökermis sol üst köşelere..
Gecikmiş umutlar ayakta kalırmış,
Erken gelenlerin yer kaptığı diyarlarda..
Göz kapakları inince parıltılara,
Kaleler kendi kumlarında boğulur,
Yas tutan yeşiller sararırmış...
Bulutlar örtermis yıldızları...
Ay dede ,geceyi unuturmuş,
Gece, ışığı..
Zifiri..
Ne kumdan kalelerim kaldı, ne de iskambil kağıdından kulelerim... yalnızca beyaz sayfalarla paylaştığım lekelerim..
Kalem çektim ışıldayan kılıcına gecenin ama nafile..
Yalan..
Kalem kılıçtan keskin değil..
Yenilirken bir geceye daha yıldızların tanıklığında,
Gücüm yok üflemeye...
Beyaz kağıtlarımı attım..
Esiresiyim düşlerin
Kaybedenler diyarında...
Sürgün...
Yıldızları söndürmeye çalisan acemiyi de tanıyorum artık...sırlı cama gizlenmiş...bu ,hepsinden beter...daha gözlerinin parıltısına yetmezken nefesi, aklınca yıldızlara ölüm sunup, ay dedeyi kutsayacak...tanıksız rahat rahat ağlayacak..