Gözlerini kapat ve hayal et…
Soğuk bir kış gecesi…
bahçeli küçük bir evdeyiz..
Odunla değil kalbimizdeki sevgiyle ısıtmaya çalıştığımız yuvamızdayız…
Şöminenin önünde sen ve ben…
oturuyoruz…
sandalyede değil…
yerde…
yalın ayak…
üzerinde kalın kazak…
elinde kitap yanında büyükçe bardakta sıcak süt sanki dışardakı karın renginden almış rengini…
bir de kar var…
dışarda…
bu kış kar çok yağmış…
penceremizden bahçeyi aydınlatan odanın loş ışıkları küçük avlumuz masal misali…
sen elindeki kitabı bırakıyorsun bir kenara…
ben de senin için ördüğüm atkıyı…
gözlerin gözlerime mühürleniyor…
ellerimden tutuyorsun…
yalın ayaklarımızı birleştirip diz dize oturuyoruz öyle sessizce… gözlerine dalıp dalıp gidiyorum…
gözlerine bakarak hissediyorum kalbindeki sevginin sıcaklığını…
ve..
bir kış masalı…
ve bir kış misali…
Nerde olmak isterdin…
Gözlerini kapatıp hayal etmeğe çalış.
Bir bahar sabahı…
hava mis gibi ve ikimiz…
yürüyoruz…
Sağ tarafta orman sol yanımızda deniz…
Ormanda ağaçlar yeni tomurcuklanmaya başlamış bazılarının yaprakları belirginleşmiş taze yeşil rengini almış…
ara-sıra kuşlar ötüyor hazin bir bahar meltem esiyor…
güneşin sıcağı çok ta yakıcı değil…
ve biz yürüyoruz…
Deniz…
deniz o kadar güzel ki o gün…
sahilde kimse yok sadece ikimiziz…
nazlı dalgalar sahile vuruyor arkada bıraktığımız ayak izlerimizi silip gidiyor her seferinde…
Sonra sahilde kumların üzerine oturuyoruz…
bakıyoruz…
uzaklara….
uzaklarda ufukları görüyoruz….
deniz yeşil ve derin…
gözlerin denizden daha yeşil ve daha derin….
Yazın kavurucu sıcaklığı kendisini göstermeğe başlamıştı…
Yine sen ve ben…
yani…
ikmiz…
şehir kenarındayız…
ama şehirden bir az da uzaktayız…
şehrin kalabalığından kurtarmışız kendimizi…
arabaların gürültüsünden…
insan nefsinin yarışlarından…
Ruhu dinlendirici bir sessizlik var etrafta kuşlar bile uykuya dalmış… bizse bahçede oturuyoruz…
lamba sadece oturduğumuz yeri aydınlatıyor…
ama gökteki yıldızlar ve ay bütün geceyi…
aydınlık gecede ağustos böceğinin sesi kuytu sessizliği dağıtıyor… gökte daha çok yıldız var sanki bu gün…
bir de senle ben varız…
yıldız dediğimiz gece labmalarının altında…
geceyi dinliyoruz…
ağustos böceğinin ahenkli nağmesini…
Gözlerin…
yine deniz yeşili gözlerin…
onlar bu sefer birer yaz yıldızı oluyor…
yerden gökteki yıldızları seyrediyor…
ben de o gözleri…
Güzdeyiz…
Mevsimlerden altın libaslı mevsim…
bu mevsimde renklerin tek ismi var…
sarı…
Yine sen…
yine ben… yine biz… yine ikimiz…
bizi biraraya getirip sonra…
her birimizi dünyanın bir ucundan bir ucuna yollara mesafeler koyan… o güzdeyiz…
mesafeler var aramızda… uçurumlar… dağlar dereler… orman meşeler… yollar…
Ama…
ama bir birimizden uzakta…
farklı yerde…
hatta dünyada…
bir tek gözlerin var yanımda…
gözlerinin rengi…
anlamı…
kalbindeki sıcaklığın ısısı…
gözlerinde…
Dört mevsim var gözlerinde…
Soğuk bir kış gecesi…
bahçeli küçük bir evdeyiz..
Odunla değil kalbimizdeki sevgiyle ısıtmaya çalıştığımız yuvamızdayız…
Şöminenin önünde sen ve ben…
oturuyoruz…
sandalyede değil…
yerde…
yalın ayak…
üzerinde kalın kazak…
elinde kitap yanında büyükçe bardakta sıcak süt sanki dışardakı karın renginden almış rengini…
bir de kar var…
dışarda…
bu kış kar çok yağmış…
penceremizden bahçeyi aydınlatan odanın loş ışıkları küçük avlumuz masal misali…
sen elindeki kitabı bırakıyorsun bir kenara…
ben de senin için ördüğüm atkıyı…
gözlerin gözlerime mühürleniyor…
ellerimden tutuyorsun…
yalın ayaklarımızı birleştirip diz dize oturuyoruz öyle sessizce… gözlerine dalıp dalıp gidiyorum…
gözlerine bakarak hissediyorum kalbindeki sevginin sıcaklığını…
ve..
bir kış masalı…
ve bir kış misali…
Nerde olmak isterdin…
Gözlerini kapatıp hayal etmeğe çalış.
Bir bahar sabahı…
hava mis gibi ve ikimiz…
yürüyoruz…
Sağ tarafta orman sol yanımızda deniz…
Ormanda ağaçlar yeni tomurcuklanmaya başlamış bazılarının yaprakları belirginleşmiş taze yeşil rengini almış…
ara-sıra kuşlar ötüyor hazin bir bahar meltem esiyor…
güneşin sıcağı çok ta yakıcı değil…
ve biz yürüyoruz…
Deniz…
deniz o kadar güzel ki o gün…
sahilde kimse yok sadece ikimiziz…
nazlı dalgalar sahile vuruyor arkada bıraktığımız ayak izlerimizi silip gidiyor her seferinde…
Sonra sahilde kumların üzerine oturuyoruz…
bakıyoruz…
uzaklara….
uzaklarda ufukları görüyoruz….
deniz yeşil ve derin…
gözlerin denizden daha yeşil ve daha derin….
Yazın kavurucu sıcaklığı kendisini göstermeğe başlamıştı…
Yine sen ve ben…
yani…
ikmiz…
şehir kenarındayız…
ama şehirden bir az da uzaktayız…
şehrin kalabalığından kurtarmışız kendimizi…
arabaların gürültüsünden…
insan nefsinin yarışlarından…
Ruhu dinlendirici bir sessizlik var etrafta kuşlar bile uykuya dalmış… bizse bahçede oturuyoruz…
lamba sadece oturduğumuz yeri aydınlatıyor…
ama gökteki yıldızlar ve ay bütün geceyi…
aydınlık gecede ağustos böceğinin sesi kuytu sessizliği dağıtıyor… gökte daha çok yıldız var sanki bu gün…
bir de senle ben varız…
yıldız dediğimiz gece labmalarının altında…
geceyi dinliyoruz…
ağustos böceğinin ahenkli nağmesini…
Gözlerin…
yine deniz yeşili gözlerin…
onlar bu sefer birer yaz yıldızı oluyor…
yerden gökteki yıldızları seyrediyor…
ben de o gözleri…
Güzdeyiz…
Mevsimlerden altın libaslı mevsim…
bu mevsimde renklerin tek ismi var…
sarı…
Yine sen…
yine ben… yine biz… yine ikimiz…
bizi biraraya getirip sonra…
her birimizi dünyanın bir ucundan bir ucuna yollara mesafeler koyan… o güzdeyiz…
mesafeler var aramızda… uçurumlar… dağlar dereler… orman meşeler… yollar…
Ama…
ama bir birimizden uzakta…
farklı yerde…
hatta dünyada…
bir tek gözlerin var yanımda…
gözlerinin rengi…
anlamı…
kalbindeki sıcaklığın ısısı…
gözlerinde…
Dört mevsim var gözlerinde…