Ekmek, binlerce yıldır insanoğlunun esas gıdası olma özelliğini korumaktadır. Günümüzden 9 bin yıl önce, mezopotamya’da ilkel tahıl ürünlerinin tarımı yapılıyordu. Derhal hemen tıpkı dönemde de amerika kıtasında, California yöresinde yaşayan yerliler de, ekmeklik un elde edebilmek için bazı ürünleri ekip biçiyorlardı.
Önceleri tahıl iki düz taş parçası arasında ezilerek un durumuna getiriliyordu. Bu un, suyla karıştırıldıktan sonra açık havada yakılan ateşler üstüne yerleştirilen kızgın taşların üzerinde pişirilerek ekmek durumuna dönüştürülüyordu.
Un elde etmek için buğday, arpa, çavdar, mısır ve darıdan yararlanılıyordu. Eski mısırlılardan kalma duvar resimlerinde, taşların arasında tahıl ezerek un elde etmeye çalışan kadınları canlandıran tablolar da vardır. O dönemin ekmekleri, olabildiğince sertti. Ancak, yassı somunların askeri kamplara ya da av bölgelerine taşınması da, olabildiğince kolaydı. Bugüne kadar kalabilen ilk ekmek örnekleri, hindistan’da bulunmakta olan çapati ile îskoçya’ nın yulaf ekmeğidir. Yukarıda bahsettiğimiz ekmek türlerinin hiçbirisinde, maya kullanılmadığından, hepsi de basık ve sertti. Mayanın bulunuşu bir rastlantı neticesi oldu. m.ö. 2000 yılında, mısırlı bir fırıncı, hazırladığı ekmek hamurlarını
güneşin altında unuttu. Bu arada hamur mayalanmıştı. Fırıncı, unuttuğu hamurlan anımsayıp onları fırına koyunca, pişen ekmeklerin kabardığını gördü. Tıpkı dönemde mısırlılar, kubbe biçiminde kapalı fırınları yapmayı da başardılar. Bu tür fırınlar içerisinde, ısı, ekmeğin her tarafından eşit biçimde geçiyor ve böylece daha lezzetli ve kontrollü bir pişirim sağlanıyordu. M.Ö. 1. yy’da yunanlılar, su değirmenini buldular. M.S. 700 yılında da araplar, yeldeğirmenini
yaptılar. Beyaz undan yapılmış ekmek ise, avrupa’da un elde etmenin güçlüğü nedeniyle, geniş halk kitlelerinin ulaşamayacağı bir lükstü. 1880 yılında isviçre’de ilk başarı belirten değirmen yapıldı. Bu değirmen, unun rengini karartan kepekleri de eliyordu ve has undan ekmek yapımı yaygınlaştı. Günümüzde ise ekmekler, fırınlarda da
üretilmekle birlikte, genellikle fabrikalarda pişirilmekte ve içlerine vitamin gibi bazı katkı maddeleri de eklenmektedir,
Alıntı
Önceleri tahıl iki düz taş parçası arasında ezilerek un durumuna getiriliyordu. Bu un, suyla karıştırıldıktan sonra açık havada yakılan ateşler üstüne yerleştirilen kızgın taşların üzerinde pişirilerek ekmek durumuna dönüştürülüyordu.
Un elde etmek için buğday, arpa, çavdar, mısır ve darıdan yararlanılıyordu. Eski mısırlılardan kalma duvar resimlerinde, taşların arasında tahıl ezerek un elde etmeye çalışan kadınları canlandıran tablolar da vardır. O dönemin ekmekleri, olabildiğince sertti. Ancak, yassı somunların askeri kamplara ya da av bölgelerine taşınması da, olabildiğince kolaydı. Bugüne kadar kalabilen ilk ekmek örnekleri, hindistan’da bulunmakta olan çapati ile îskoçya’ nın yulaf ekmeğidir. Yukarıda bahsettiğimiz ekmek türlerinin hiçbirisinde, maya kullanılmadığından, hepsi de basık ve sertti. Mayanın bulunuşu bir rastlantı neticesi oldu. m.ö. 2000 yılında, mısırlı bir fırıncı, hazırladığı ekmek hamurlarını
güneşin altında unuttu. Bu arada hamur mayalanmıştı. Fırıncı, unuttuğu hamurlan anımsayıp onları fırına koyunca, pişen ekmeklerin kabardığını gördü. Tıpkı dönemde mısırlılar, kubbe biçiminde kapalı fırınları yapmayı da başardılar. Bu tür fırınlar içerisinde, ısı, ekmeğin her tarafından eşit biçimde geçiyor ve böylece daha lezzetli ve kontrollü bir pişirim sağlanıyordu. M.Ö. 1. yy’da yunanlılar, su değirmenini buldular. M.S. 700 yılında da araplar, yeldeğirmenini
yaptılar. Beyaz undan yapılmış ekmek ise, avrupa’da un elde etmenin güçlüğü nedeniyle, geniş halk kitlelerinin ulaşamayacağı bir lükstü. 1880 yılında isviçre’de ilk başarı belirten değirmen yapıldı. Bu değirmen, unun rengini karartan kepekleri de eliyordu ve has undan ekmek yapımı yaygınlaştı. Günümüzde ise ekmekler, fırınlarda da
üretilmekle birlikte, genellikle fabrikalarda pişirilmekte ve içlerine vitamin gibi bazı katkı maddeleri de eklenmektedir,
Alıntı