Bilyeler ve Bıçaklar...
Cenazesinde cıvıl cıvıl Roman şarkıları söylenmesini vasiyet eden bir ölümcül hasta gibi her yılbaşı şenliklere güle oynamaya uğurluyoruz eski yılı...
...her eskiyen yılın kaç sayfa olduğunu kestiremediğimiz otobiyografimizden bir sayfayı daha yırtıp attığını unutmaya çalışarak...
...her açılan yeni sayfanın yırtılıp atılandan daha renkli öykülerle dolu olacağını umarak...
...ve kitabın kaçıncı sayfasında olduğumuzu hiç umursamayarak...
...neşeli bir cenaze töreni gibi karşılıyoruz yeni yılı...
Oysa günden güne kabarıklaşan hatıra defterleri ele veriyor mazinin tortularını...
Eski albümlerdeki fotoğraflar geçip gidenleri yitip bitenleri belgelercesine gülümsüyorlar.
Sararan fotoğraflarla birlikte en sevdiğimiz paltonuzun eprimesi hiç çıkarmadığınız kotunuzun en üst düğmesinin bir türlü kapanmaması yıldız yıldız ışıldayan vitrinlerin ruhunuza eski bayramları uyandırmaması üzüyor sizi...
Buharlarla sarmalanmış mahzun bir tren garı gibi yılbaşı... Her Aralık sonunda o gara gidip bekliyorsunuz... kimi zaman dönüşü olmayan bir yolcuyu uğurlamanın hüznü... kimi zaman hasretle beklenen bir dostu karşılamanın sevinciyle...
Kitabın kaçıncı sayfasını çevirdiğinize göre değişiyor haletiruhiyeniz... Ya sevinçle karşılıyorsunuz geleni.... ya gidenin ardından hüzünle el sallıyorsunuz.
* * *
Ben eskiden o garda beklerken giden trenlere aldırış etmezdim pek... Gözlerimi rayların ufukla birleştiği noktaya dikip henüz tanışmadığımız yeni dostun getireceği hediyeleri beklerdim umutla...
Çok bir şey de değil... bir avuç bilyeydi özendiğim...
İsterdim ki avucuma alıp oluşturduğumda bana eski günlerden gıcır gıcır şarkılar söylesinler... onları yan yana dizip camdan yollar kurayım; o yollar beni çocukluğuma taşısın...eğilip baktığımda dünün gökkuşağı renkleri yanıp sönsün cam kürelerin içlerinde... çarpıştıklarında neşeyle yuvarlansınlar birbirlerini kırıp dökmeden...
Lakin bu yıl keskin bir bıçak düştü kısmetime dizi dizi bilyeler yerine... Sarıldığı siyah-beyaz kağıt parçasından hain bir tuzak gibi dökülüverdi;
"sapı kardı demiri .kör..." ve "bizim ora işi" ydi...
...kabzasında eski bir dost elinin ustaca işlediği mücevherler parlıyordu.
...çeliğinin soğuğunu sırtımda hissettim ilk gördüğümde... sırt kemiklerimin arasından göğsüme kalbime sokuldu. Canımı yaktı.
Tanışıklığımızdan sinsiliğinden kalleşliğinden utandım.
Ama bilendim aynı zamanda... Ruhumda bitiveren bıçakların çeliğine sürttüm gövdesini... kıvılcım kıvılcım keskinleştim sürtündükçe...
ihanetler öyledir zaten... içini yakarken bir ateşe dönüştürür insanı... Yanarken yakmayı öğretir.
İşte bir kez daha o buharlarla sarmalanmış mahzun istasyondayız cümbür cemaat... Kalkışa hazırlanan trenin son vagonundan eprimiş paltolar solgun resimler ve ihanet bıçaklar el sallıyorlar.
Biz yaralarımızı gizlemeye çalışarak uğurluyoruz yaşamımızın deli dolu bir sayfasını daha...
Ve rayların ufuk çizgisiyle buluştuğu noktadan çığlık çığlığa koşturuyor yeni bir sayfanın ilk satırları...
Her satırda yaşlanıp her bıçaklanışta yaralanışımıza boş verip şenlikli bir cenaze gibi karşılıyoruz yeni yılı...
İstasyona girince avuç avuç bilyeler dökülüyor vagonlardan...
Çekip gidenlere yitip bitenlere sırttan hançerleyenlere inat yeni bir yılın kapısında gıcır gıcır eski şarkılar söylüyoruz neşeyle...
Her sayfada zenginleşip her yarada kanayarak kah kinlenip kah sevdalanarak ve dost ihanetlerinden hazin dersler alarak ayrılıyoruz gardan...
...bir başka Aralık sonunda yeniden buluşabilmek... ve gardan kalkacak son trene başı dik binebilmek umuduyla...
Can Dündar