Bekleyen soruları şöyle özetleyebiliriz. Deniyor ki:-Irak'ta, Filistin'de ve diğer Müslüman kesimler arasında çıkan anlaşmazlıklarda biz hangi yanda bulunmalıyız? Bize değmeyen yılan bin yaşasın, diyerek seyirci mi kalmalıyız, yoksa bir tarafta yer almalı, belli bir tavır mı takip etmeliyiz?..
Müslümanların seyirci kalacağı hiçbir olay yoktur. Bazı olaylara seyirci kalıyorsak imkanlarımızın kısıtlı oluşundundır. Anlaşmazlık durumunda Müslüman'ın temel ölçüsünü Hucurat Sûresi'nde şöyle veriliyor.
-Müslümanlardan iki taraf arasında bir münakaşa ve mukatele çıkarsa hemen aralarına girin ve barışmalarını sağlayın!..
Evet, Rabb'imiz her şeyden önce Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklarda barışı emrediyor. Efendimiz (sas) de ayetin hükmünü açıklarken:
-Barış anlaşması, anlaşmaların efendisidir! buyuruyor. Müslim'deki hadisten öğrendiğimize göre sahabeden bazıları dediler ki:
-Ya Resulullah şu münafıkların başı Abdullah bin Übeyy bin Selul'ün yanına gitsek de bazı nasihatlerde bulunsanız diye düşünüyoruz... Efendimiz (sas) de ashabının teklifine uyup, yanındakilerle ikiyüzlü Abdullah bin Übeyy'in ayağına kadar gitme tevazuu gösterdi. Ancak daha uzaktan Resulullah'ın (sas) geldiğini gören münafıkların başı, şu saygısız ifadeyle karşıladı: "Yaklaşma ya Muhammed! Eşeğinin kokusu şimdiden burnumun direğini kırıyor.." Bu söze ensardan bir zat; "Vallahi, Resulullah'ın eşeğinin kokusu senin kokundan çok temizdir!" diye karşılık verdi.
Bu karşılıklı atışma hemen çatışmaya dönüştü. Sahabeye karşı duranların içinde Müslümanlar vardı. Sadece kendi kabilelerinden olan Abdullah bin Übeyy'in tarafını tutma duygusu taşıyorlardı... Yoksa Resulullah'a (sas) karşı oluşlarından değildi. İşte tam bu noktada bize ölçü veren ayetin ikazı geldi: "Müminlerden iki grup münakaşa ve mukateleye yönelirlerse aralarına girin ve barışı sağlayın... Şayet bir taraf haksızlıkta ısrar eder de barışa rıza göstermezse haksıza karşı haklının yanında yer almaktan da geri kalmayın."
İşte bu olaya, saadet asrında yaşanmış örnek olay olarak bakıyoruz. Bugüne, yarına, hatta kıyamete kadar yaşanacak anlaşmazlıklara ölçü veren olay. En önce tarafları barışa yönlendirmek, anlaşmalarını sağlamaya çalışmak...
İmanlı insanlar insaflı olurlar. Eninde sonunda barışa rıza gösterirler, anlaşmaya taraftar olurlar. Şayet yan tahrikler, isyan ettirilmiş duygu ve düşünceler devreye girmezse tabii... Bugün Filistin'de, Irak'ta ve diğer Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklarda dış tahriklerle ayaklandırılmış duygular had safhada hükmünü icra etmekte, insanlar imanlarıyla baş başa bırakılmamaktalar... Yani, işlenen cinayetlerle tahrik edilen taraflar isyan ettirilmiş duygularının işgalindeler... İmanlarının seslerini dinleyecek sükunetten çoktan uzaklaştırılmışlar... Nitekim bugün çatışan Şii-Sünni taraflar neden bundan öncesinde çatışmıyor, kardeşçe yaşayıp gidiyorlardı? Dış tahrikler had safhada değildi. İmanlarının sesini dinleyecek sükunetteydiler... Demek ki mesele, önce tahrikleri durdurmakta, insanların imanlarının sesini dinleyecek sükunete erdirilmesindedir... Müslüman'a düşen ilk görev de seyirci kalmak değil bunu sağlamak olsa gerektir...
AHMED ŞAHİN
Müslümanların seyirci kalacağı hiçbir olay yoktur. Bazı olaylara seyirci kalıyorsak imkanlarımızın kısıtlı oluşundundır. Anlaşmazlık durumunda Müslüman'ın temel ölçüsünü Hucurat Sûresi'nde şöyle veriliyor.
-Müslümanlardan iki taraf arasında bir münakaşa ve mukatele çıkarsa hemen aralarına girin ve barışmalarını sağlayın!..
Evet, Rabb'imiz her şeyden önce Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklarda barışı emrediyor. Efendimiz (sas) de ayetin hükmünü açıklarken:
-Barış anlaşması, anlaşmaların efendisidir! buyuruyor. Müslim'deki hadisten öğrendiğimize göre sahabeden bazıları dediler ki:
-Ya Resulullah şu münafıkların başı Abdullah bin Übeyy bin Selul'ün yanına gitsek de bazı nasihatlerde bulunsanız diye düşünüyoruz... Efendimiz (sas) de ashabının teklifine uyup, yanındakilerle ikiyüzlü Abdullah bin Übeyy'in ayağına kadar gitme tevazuu gösterdi. Ancak daha uzaktan Resulullah'ın (sas) geldiğini gören münafıkların başı, şu saygısız ifadeyle karşıladı: "Yaklaşma ya Muhammed! Eşeğinin kokusu şimdiden burnumun direğini kırıyor.." Bu söze ensardan bir zat; "Vallahi, Resulullah'ın eşeğinin kokusu senin kokundan çok temizdir!" diye karşılık verdi.
Bu karşılıklı atışma hemen çatışmaya dönüştü. Sahabeye karşı duranların içinde Müslümanlar vardı. Sadece kendi kabilelerinden olan Abdullah bin Übeyy'in tarafını tutma duygusu taşıyorlardı... Yoksa Resulullah'a (sas) karşı oluşlarından değildi. İşte tam bu noktada bize ölçü veren ayetin ikazı geldi: "Müminlerden iki grup münakaşa ve mukateleye yönelirlerse aralarına girin ve barışı sağlayın... Şayet bir taraf haksızlıkta ısrar eder de barışa rıza göstermezse haksıza karşı haklının yanında yer almaktan da geri kalmayın."
İşte bu olaya, saadet asrında yaşanmış örnek olay olarak bakıyoruz. Bugüne, yarına, hatta kıyamete kadar yaşanacak anlaşmazlıklara ölçü veren olay. En önce tarafları barışa yönlendirmek, anlaşmalarını sağlamaya çalışmak...
İmanlı insanlar insaflı olurlar. Eninde sonunda barışa rıza gösterirler, anlaşmaya taraftar olurlar. Şayet yan tahrikler, isyan ettirilmiş duygu ve düşünceler devreye girmezse tabii... Bugün Filistin'de, Irak'ta ve diğer Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklarda dış tahriklerle ayaklandırılmış duygular had safhada hükmünü icra etmekte, insanlar imanlarıyla baş başa bırakılmamaktalar... Yani, işlenen cinayetlerle tahrik edilen taraflar isyan ettirilmiş duygularının işgalindeler... İmanlarının seslerini dinleyecek sükunetten çoktan uzaklaştırılmışlar... Nitekim bugün çatışan Şii-Sünni taraflar neden bundan öncesinde çatışmıyor, kardeşçe yaşayıp gidiyorlardı? Dış tahrikler had safhada değildi. İmanlarının sesini dinleyecek sükunetteydiler... Demek ki mesele, önce tahrikleri durdurmakta, insanların imanlarının sesini dinleyecek sükunete erdirilmesindedir... Müslüman'a düşen ilk görev de seyirci kalmak değil bunu sağlamak olsa gerektir...
AHMED ŞAHİN