Bir yağmur duası sonrasında Bediüzzaman Hazretleri'ne de sorular sorulmuş, cevaplar alınmıştır. Öneminden dolayı bu soru ve cevapları özetleyerek arz edeceğim bugün.
Bu konuda basında yer alan 'bu ibadet sadece yağmur gelmesi için yapılır' şeklindeki eksik yorumlara bir düzeltme de getirmiş sayılabiliriz.
Soru: Kılınan namaz, yapılan yağmur duası sonunda yağmur yağmadı. Toplanan bulutlar yağmur vermeden dağıldı. İbadetler boşa mı gitti?
Cevap: Hayır, boşa gitmedi. Çünkü yağmursuzluk, bu çeşit dua ve namazın vaktidir, illeti ve hikmeti değildir. Yani yağmur duası mutlaka yağmur yağması için yapılmaz. Nitekim güneş ve ayın tutulması zamanında kılınan (küsuf ve husuf ) namazı da mutlaka Güneş'in ve Ay'ın açılması için kılınmadığı gibi. Çünkü Güneş ve Ay bir müddet sonra nihayet açılacaktır. Açılacağı bilinmesine rağmen bu namazların kılınması bu ibadetlerin vaktinin girmiş olmasındandır. Yoksa açılması için değildir. Yağmursuzluk ve kuraklık da, yağmur namazının kılınması ve duasının yapılması vaktinin girdiği manasına gelmektedir. Vakti giren namaz kılınmış, duası yapılmış, böylece ilahi emir yerine getirilmiş olunur. Zaten ibadet ve duanın bir sebebi vaktinin girmesi ise, bir diğer sebebi de emri İlahi ve rıza-i Rabbanidir. Neticesi ise, tamamen uhrevidir. Eğer ibadette sadece dünyevi maksatlar hedef alınsa o namaz sadece dünyevi menfaati elde etmek için yapıldığından ihlas gider, namaz battal olur! Bu bakımdan biz ibadetimizi Rabb'imizin emrini yerine getirmiş olmak için yaparız. Sonunda yağmuru vermek Cenab-ı Hakk'ın hikmetine bağlı bir takdiridir. Hikmeti iktiza ederse verir, etmezse vermez. Vermezse ibadetimiz kabul olmadı yahut da boşa gitti demeyiz, belki karşılığı ahirete tehir edildi, ebedi hayatta ebedi şekilde verilecek diye seviniriz. Asla ümitsizliğe kapılmayız.
Ayrıca ellerin semaya yukarı açıldığı dua sırasında herkes anlar ki, rızkını veren babası, anası, dükkânı, tarlası gibi maddi sebepler değildir. Belki gerçekte onun rızkını tayin eden, o maddi sebepleri yöneten, koca bulutları sünger gibi yapıp, zemin yüzünü bir tarla gibi tasarrufunda bulunduran bir Yüce Kudret'tir. Hatta en küçücük bir çocuk da, acıkınca anasına yalvarmaya alışmışken, yağmur duasında açılan elleri görünce hisseder ki: Bu dünyayı bir hane gibi idare eden sonsuz bir Kudret, hem beni hem bu çocukları hem bütün valideleri besliyor, rızklarını veriyor. Öyleyse O'na el açıp yalvarmalı, O'na ibadet ve dua etmeliyiz der, tam imanlı bir nesil olur.
Düşünülecek bir diğer husus da, nimet ve rahmet-i İlahiye'nin fiyatının şükür olduğudur. Biz bu fiyatı hakkıyla vermedik, bu şükrü kemaliyle yapmadık. Hatta rahmetin fiyatını şükrederek vermek şöyle dursun, zulmümüzle, isyanımızla da gazab-ı İlahiyi celp eder hale bile geldik. Bu sebeple beşer işlediği zulüm ve tahribat ile kendini nimetten mahrumiyete müstahak hale getiriyor ve bu yüzden dehşetli tokatlar yiyor. Elbette burada bizim de hissemiz söz konusu oluyor. Ayette der ki: "Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit sadece zalimlere mahsus kalmaz, mazlumları da yakar." Çünkü çoğunluğun sebep olduğu umumi musibetten azınlıkta kalan masumlar seçilerek kurtulamazlar. Şayet masumlar harika bir tarzda seçilerek kurtulsalar, Ebu Cehil gibi gerçek manada inanmayanlar, musibetlerden kurtulmak için iman etmiş olurlar. Elmas ruhlu Ebu Bekir'le (ra) kömür ruhlu Ebu Cehil eşit hale gelir, bu da adaleti bozmuş olur.
Öyle ise, çoğunluğun musibeti davet eder hale gelmemesi için azınlık da gayret göstermelidir. Yoksa kendileri de çoğunluğun sebep olduğu musibetten hisselerine düşeni almaktan kurtulamazlar. Yağmursuzluğun musibetli mahrumiyetini onlar da çekerler. Araf Sûresi ayet 155'te Hz. Musa'nın (as) duası akla gelebilir: "İçimizdeki sefihlerin yüzünden bizleri felakete atma ya Rabbi!"
Bu konuda basında yer alan 'bu ibadet sadece yağmur gelmesi için yapılır' şeklindeki eksik yorumlara bir düzeltme de getirmiş sayılabiliriz.
Soru: Kılınan namaz, yapılan yağmur duası sonunda yağmur yağmadı. Toplanan bulutlar yağmur vermeden dağıldı. İbadetler boşa mı gitti?
Cevap: Hayır, boşa gitmedi. Çünkü yağmursuzluk, bu çeşit dua ve namazın vaktidir, illeti ve hikmeti değildir. Yani yağmur duası mutlaka yağmur yağması için yapılmaz. Nitekim güneş ve ayın tutulması zamanında kılınan (küsuf ve husuf ) namazı da mutlaka Güneş'in ve Ay'ın açılması için kılınmadığı gibi. Çünkü Güneş ve Ay bir müddet sonra nihayet açılacaktır. Açılacağı bilinmesine rağmen bu namazların kılınması bu ibadetlerin vaktinin girmiş olmasındandır. Yoksa açılması için değildir. Yağmursuzluk ve kuraklık da, yağmur namazının kılınması ve duasının yapılması vaktinin girdiği manasına gelmektedir. Vakti giren namaz kılınmış, duası yapılmış, böylece ilahi emir yerine getirilmiş olunur. Zaten ibadet ve duanın bir sebebi vaktinin girmesi ise, bir diğer sebebi de emri İlahi ve rıza-i Rabbanidir. Neticesi ise, tamamen uhrevidir. Eğer ibadette sadece dünyevi maksatlar hedef alınsa o namaz sadece dünyevi menfaati elde etmek için yapıldığından ihlas gider, namaz battal olur! Bu bakımdan biz ibadetimizi Rabb'imizin emrini yerine getirmiş olmak için yaparız. Sonunda yağmuru vermek Cenab-ı Hakk'ın hikmetine bağlı bir takdiridir. Hikmeti iktiza ederse verir, etmezse vermez. Vermezse ibadetimiz kabul olmadı yahut da boşa gitti demeyiz, belki karşılığı ahirete tehir edildi, ebedi hayatta ebedi şekilde verilecek diye seviniriz. Asla ümitsizliğe kapılmayız.
Ayrıca ellerin semaya yukarı açıldığı dua sırasında herkes anlar ki, rızkını veren babası, anası, dükkânı, tarlası gibi maddi sebepler değildir. Belki gerçekte onun rızkını tayin eden, o maddi sebepleri yöneten, koca bulutları sünger gibi yapıp, zemin yüzünü bir tarla gibi tasarrufunda bulunduran bir Yüce Kudret'tir. Hatta en küçücük bir çocuk da, acıkınca anasına yalvarmaya alışmışken, yağmur duasında açılan elleri görünce hisseder ki: Bu dünyayı bir hane gibi idare eden sonsuz bir Kudret, hem beni hem bu çocukları hem bütün valideleri besliyor, rızklarını veriyor. Öyleyse O'na el açıp yalvarmalı, O'na ibadet ve dua etmeliyiz der, tam imanlı bir nesil olur.
Düşünülecek bir diğer husus da, nimet ve rahmet-i İlahiye'nin fiyatının şükür olduğudur. Biz bu fiyatı hakkıyla vermedik, bu şükrü kemaliyle yapmadık. Hatta rahmetin fiyatını şükrederek vermek şöyle dursun, zulmümüzle, isyanımızla da gazab-ı İlahiyi celp eder hale bile geldik. Bu sebeple beşer işlediği zulüm ve tahribat ile kendini nimetten mahrumiyete müstahak hale getiriyor ve bu yüzden dehşetli tokatlar yiyor. Elbette burada bizim de hissemiz söz konusu oluyor. Ayette der ki: "Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit sadece zalimlere mahsus kalmaz, mazlumları da yakar." Çünkü çoğunluğun sebep olduğu umumi musibetten azınlıkta kalan masumlar seçilerek kurtulamazlar. Şayet masumlar harika bir tarzda seçilerek kurtulsalar, Ebu Cehil gibi gerçek manada inanmayanlar, musibetlerden kurtulmak için iman etmiş olurlar. Elmas ruhlu Ebu Bekir'le (ra) kömür ruhlu Ebu Cehil eşit hale gelir, bu da adaleti bozmuş olur.
Öyle ise, çoğunluğun musibeti davet eder hale gelmemesi için azınlık da gayret göstermelidir. Yoksa kendileri de çoğunluğun sebep olduğu musibetten hisselerine düşeni almaktan kurtulamazlar. Yağmursuzluğun musibetli mahrumiyetini onlar da çekerler. Araf Sûresi ayet 155'te Hz. Musa'nın (as) duası akla gelebilir: "İçimizdeki sefihlerin yüzünden bizleri felakete atma ya Rabbi!"