Hakikat âşığı gözler için dünyanın mahiyeti itibarıyla üç yüzü vardır. Âlemde meydana gelen hadiselere, her ân yaşanan var oluş ve yok oluşlara bakan insan, dünyanın bu üç yüzünü biliyorsa gam-kasavet yaşamaz. Yolunu şaşırmaz, şaşkınlardan olmaz.
İnsanız, hayattayız, dünyadayız ve yaşayabileceğimiz bir ömrümüz var. Heveslerimiz, emellerimiz, bitmek bilmeyen taleplerimiz var. Peki hayatımızın ne kadarını “dünya” için, ne kadarını “ahiret” için, ne kadarını da “kendimiz” için harcamalıyız. Rabbimizin payı bu bölüşümde en önemli bölümü oluşturması gerektiğine göre bu dengeyi nasıl sağlayabiliriz? Hayata ve dünyaya nasıl bakmalıyız? Her olaydan ve her nesneden ibret noktaları çıkarabilmesi gereken mü’min için başlı başına “dünya” nasıl bir ibret kaynağıdır. Onu nasıl okuyup, nasıl anlamamız gerekiyor? Âlimlerimiz bize dünyanın üç yüzünün olduğunu belirtiyor:
Mesela, gençliğime bağlıyım; ancak o, bir gün beni terk edip gidecek. Ben ona veya o bana hakim olduğu devirde ara sıra zevk u sefasını sürsem bile kaybettiğim her anı hatırladıkça damla damla içime elem damlayacak. Yine mesela âşıkâne idrak ettiğim bir baharda, ortalık yemyeşil, hayvanat koşuyor, koyun ve kuzular meliyor, şakır şakır sular akıyor; bu atmosfer, şairleri dile getiriyor ve onlara destanlar yazdırıyor. İliklerime kadar zevkle dolu bunu yaşıyorum. Birden gözlerimin önünde üfül üfül hazan mevsimi esiyor. Bütün zevkler, elemlere dönüyor ve ben, “Şu hazan mevsimi de nereden çıktı? Benim şu lezzetlerimin içine acı ve elem damlatmaya başladı.” diyorum. Yok olup giden zâil şeyler sevilmez. Hz. İbrahim, “Batıp gidenleri sevmem” (En’am, 6/76) sözüyle bu hakikati ifade etmiştir. Batıp gidenler derdime derman olamaz. Onlara gönül verilemez ve onlar âşık olmaya değmez.
İnsanız, hayattayız, dünyadayız ve yaşayabileceğimiz bir ömrümüz var. Heveslerimiz, emellerimiz, bitmek bilmeyen taleplerimiz var. Peki hayatımızın ne kadarını “dünya” için, ne kadarını “ahiret” için, ne kadarını da “kendimiz” için harcamalıyız. Rabbimizin payı bu bölüşümde en önemli bölümü oluşturması gerektiğine göre bu dengeyi nasıl sağlayabiliriz? Hayata ve dünyaya nasıl bakmalıyız? Her olaydan ve her nesneden ibret noktaları çıkarabilmesi gereken mü’min için başlı başına “dünya” nasıl bir ibret kaynağıdır. Onu nasıl okuyup, nasıl anlamamız gerekiyor? Âlimlerimiz bize dünyanın üç yüzünün olduğunu belirtiyor:
Mesela, gençliğime bağlıyım; ancak o, bir gün beni terk edip gidecek. Ben ona veya o bana hakim olduğu devirde ara sıra zevk u sefasını sürsem bile kaybettiğim her anı hatırladıkça damla damla içime elem damlayacak. Yine mesela âşıkâne idrak ettiğim bir baharda, ortalık yemyeşil, hayvanat koşuyor, koyun ve kuzular meliyor, şakır şakır sular akıyor; bu atmosfer, şairleri dile getiriyor ve onlara destanlar yazdırıyor. İliklerime kadar zevkle dolu bunu yaşıyorum. Birden gözlerimin önünde üfül üfül hazan mevsimi esiyor. Bütün zevkler, elemlere dönüyor ve ben, “Şu hazan mevsimi de nereden çıktı? Benim şu lezzetlerimin içine acı ve elem damlatmaya başladı.” diyorum. Yok olup giden zâil şeyler sevilmez. Hz. İbrahim, “Batıp gidenleri sevmem” (En’am, 6/76) sözüyle bu hakikati ifade etmiştir. Batıp gidenler derdime derman olamaz. Onlara gönül verilemez ve onlar âşık olmaya değmez.