TARİH BİR ULUSUN SİCİL KAYDIDIR
A. Haydar OKUR
KÖMEN
Tarih araştırmacılarımız ve arkeologlarımız Orta Asya Türk tarihi araştırmalarına daha yeni merak duymaya başlamışlardır.Oysa, 1923-1938 yılları içinde ulu önder Atatürk Türk Tarih ve Türk Dil Kurumunu kurdurarak Osmanlı’nın silmeye çalıştığı Türk tarihinin kapısını aralamış, bu konudaki çalışmaları bizzat izleyerek sürdürmüştür.
1938 yılı sonrasında eğitim ve öğretime Batı kaynaklı tarih öğretiminin egemen duruma getirilmesi sonucu bu gün Türk ulusu ve gençliği büyük bir tarih boşluğuna düşürülmüş ve tarih bilincinden uzaklaşmalarının nedeni olmuştur. Batı kaynaklarına dayanılarak yazılan Türk tarihinde, Türk’ler Orta Asya bozkırlarında göçebe olarak yaşayan, uygarlık kurmamış bozkır uruglarıdır. Türk’ler çevre ve uzak ülkeleri çekirge sürüsü gibi talan ederek geri çekilen barbar topluluklar gibi gösterilmek istenilmektedir. Oysa, Orta Asya Türk tarihini araştıran kimi Batılı tarihçiler ve arkeologlar yapıtlarında, Türk tarihi hakkında oldukça ilginç bilgiler vermektedirler.Orta Asya’yı bütünüyle içine alan ve MÖ.7 binli yıllarda, yani tarihin en erken çağlarında kurulmuş ANOV uygarlığından söz etmektedirler. Yabancı tarih araştırmacıları ve arkeologlar. Rus Arkeolog KOZLOV bu konuda bakınız neler söylüyor:
“Türkler, söylendiği ve sanıldığı gibi barbar değildir. Kendi çağlarında bilinebilen uygarlığın zirvesine ulaşmışlardır. Biz Çin kaynaklarına bakarak Türkleri göçebe bilirdik. Eğer Türkler şu toprak üstüne ve gün ışığına çıkarılmış KARAHOÇA’da oturmuşlarsa ki, oturmuşlardır. Onlar göçebe değildi. Tarihin pek erken çağlarında yerleşmişlerdir. Şu modern şehri ve daha başkalarını onlar kurmuşlardır.”
Bir başka Arkeolog Raphel Pomplly ise ANOV Türk uygarlığını ad belirterek şöyle anlatıyor:“Anov’da ki kültür ve uygarlığın uzun geçmişine baktığımız zaman Mezepotamya ve Mısır uygarlıklarından daha eski, en az MÖ.7 bin tarihinde Anov’da evli-barklı bir köy yaşamı görülür. Şüphe etmeden denilebilir ki, bu insanlar duvarlarını topraktan (Kerpiç) yapılmış üstleri kamışla, otla veya ağaç dallarıyla örtülmüş evlerde oturuyorlardı. Anov’da kadınlar yün iplik büküyor, kaba da olsa kumaş dokuyor, buğdayı değirmende öğütüyor, ekmeği fırında pişiriyordu. Sanatkarlar topraktan yapılmış çamura, eritilmiş veya kızartılmış (Tavlı) madene şekil ve renk vererek ev, av ve savaş aletleri yapıyorlardı.”
Lazlo Rozani, L. Lgetti, Kiselev, Brokelman, De Guines gibi arkeolog ve araştırmacıların yapıtlarındaki anlatıları okumanın gereğine inanıyırum Kökeni Orta Asyalı bir Türk olan Kazım Mirşan “Prototürk Bilginlerine Göre Astrofizik” adlı yapıtındaki anlatılarına yer vermek istiyorum. Yapıtın önsüzünde Kazım Mirşan şunları anlatıyor.
“ Bu gün tabiat bilimcilerinden bahsedildiği zaman MÖ. 370 yıllarında ölen Hipokratis’ten başlanılarak günümüzün büyük bilgini Albert Einstein’e gelinecek ve eğer bu liste 20 isim verilmek suretiyle kısıtlı tutulmuş ise, onların içinde hiçbir Türk bulunmayacaktır. Halbuki, BIRATAY ŞIRI, ATSAN, ASIÄž TUTUN, ÇISIYA TUTUN, APASANÇ SILIÇ TİGİN, QALIM QEYŞİ, QAYA KAL, QAMALA ve ANANTA ŞIRI gibi Türk bilginleri modern Astrofizik bilimimizin en değerli eserlerini eski çağlarda yazmışlardır.Daha da ilginci bu Türk bilginlere bilgilerini öğreten, ancak eserlerini, isimlerini bildirmeksizin yazmış olanların üstün insan olduklarının söylenebilmesi ve bu isimsiz bilginlerle beraber Türk bilginlerinin sayısı da düşünüldüğünde, söz konusu edilen Avrupalı bilginlerin sayısından çok daha fazla olmasıdır. Bir başka ilginçlik ise, Türk bilginlerinin astrofizik bilimine kattıkları bilgilere karşı konulamayacak kadar bu günkü astrofizik verileri ve hesaplamaları ile doğru olmasıdır “
Bilinebilen en erken çağlarda, en yüksek uygarlığı kuran Türk atalarının bu uygarlıkları, bu günkü tarih kitaplarına neden alınmadığının mantığı anlamak olanaklı değildir. Özellikle de ANOV uygarlığının temelini oluşturan ve 2500 yıl sürdüğü savlanan anaerkil dönemin araştırılıp ortaya çıkarılması gerekmiyor mu? Tarih kitaplarımızın bütün sayfaları Mezepotamya, Mısır, Yunan ve Roma, uygarlıklarına ayrılırken 3-5 sayfa da Orta Türk uygarlıklarına ayırlarak Türk insanının özgüven ve tarih bilincine katkıda bulunulmasının ne zararı olabilir ki? Ataların Tiyanşan yani Tanrı Dağlarının eteklerinden ve yerin kimileyin 120, kimileyin 90, 60, 30 ve 10 metre derinliğinden, yer altı sularını toplayarak 60 Km. uzaklıktan yer altı ana kanalları açmaları, yine bu ana kanalları 5000 Km. yi bulan yer altı kanal ağı kurarak yer altı sularını Turfan çöl havzasına taşıyarak tarım havzasına dönüştürenler bu şaheser mühendisliği nereden öğrenmişler ve nasıl yaratmışlar dı?
350-400 bin kişilik bir orduyu Orta Asya’dan alarak Avrupa’nın bütün bölgelerine taşıyan ve oralarda devletler kuran Türk ataları ne denli örgütleyici bir bilgiye sahiptiler... Bütün bunlar Batılı kaynakların savladığı gibi, göçebe kültürü ekseninde yorumlanması Türk tarihini saptırmaktan, Türk insanının özgüvenini ve belleğini silmekten başka bir şey değildir.Tarihçi Dr. Tahsin Ünal “ Göçebe bir ulusun mezarlığı olmaz. Kimi uluslar mezar taşı yapmayı ve mezar başına taş dikmeyi Türkler’den öğrendiklerini söylemektedir. ‘’ Orta Asya’nın büyük bir bölümü bugün bozkır da olsa, bu geniş bozkırlarda tarihin bilinebilen en erken çağlarda uygarlıklar yaratmak, savruk bir göçebe kültürünün değil, yerleşik bir Türk dehasının bir ürünü olsa gerekir.
Tarih bir ulusun sicil kaydıdır. Bunları kağıt üzerine yazarak bir övgü ve övülmenin ereğinde değilim. Tarih bir ulusun özgüvenini pekiştiren ve geleceğe yönlendiren bir bilimdir. Ve tarih bir ulusun belleğidir.Tarih bilinci olmayan bir, ulus hiçbir değerinin bilincinde değildir. Bilinçsiz, duyarsız, okumayan, üretmeyen, özgüvenden uzak bir ulus, bilinçli uluslar için avlanacak bir ulustur. Bu denli bilinçsiz topluluklar, bilinçli ulusların yönlendirmeleri ile yönetilen birer halk yığınlarıdırlar. İşte Osmanlılar. Türk gerçeğini dışlayarak yeni bir ulus, Osmanlı ulusu yaratmak sevdasına kapılmalarının yarattığı sonuç. Kendi tarihinden başka bir ederi ve değeri kaldı mı? İşte Anadolu’nun eski uygarlıkları...Üç-beş yer altı ve yer üstü kalıntılarından başka geriye neleri kaldı. Ama binlerce yıldan bu yana yaşayan bir Türk gerçeği vardır. Yaşıyor ve yaşayacaktır da.
Atatürk devrimleri bu gerçeğin ve gücün güvencesidir.
KAYNAKÇA
1- Ligeti- Bilinmeyen İç Asya Çvr. Ş.Karataş İst.1946
2- Ş.Günaltay-Yakın Şark Tarihi Ank.1937
3- Rosany- Tarihte Türklük Ank.197l
4- Kazın Mirşan- Prototürk Bilginlerine göre Astrofizik
5- Dr. Tahsin Ünal-Türkün Sosyo Ekonomi Tarihi
A. Haydar OKUR
KÖMEN
Tarih araştırmacılarımız ve arkeologlarımız Orta Asya Türk tarihi araştırmalarına daha yeni merak duymaya başlamışlardır.Oysa, 1923-1938 yılları içinde ulu önder Atatürk Türk Tarih ve Türk Dil Kurumunu kurdurarak Osmanlı’nın silmeye çalıştığı Türk tarihinin kapısını aralamış, bu konudaki çalışmaları bizzat izleyerek sürdürmüştür.
1938 yılı sonrasında eğitim ve öğretime Batı kaynaklı tarih öğretiminin egemen duruma getirilmesi sonucu bu gün Türk ulusu ve gençliği büyük bir tarih boşluğuna düşürülmüş ve tarih bilincinden uzaklaşmalarının nedeni olmuştur. Batı kaynaklarına dayanılarak yazılan Türk tarihinde, Türk’ler Orta Asya bozkırlarında göçebe olarak yaşayan, uygarlık kurmamış bozkır uruglarıdır. Türk’ler çevre ve uzak ülkeleri çekirge sürüsü gibi talan ederek geri çekilen barbar topluluklar gibi gösterilmek istenilmektedir. Oysa, Orta Asya Türk tarihini araştıran kimi Batılı tarihçiler ve arkeologlar yapıtlarında, Türk tarihi hakkında oldukça ilginç bilgiler vermektedirler.Orta Asya’yı bütünüyle içine alan ve MÖ.7 binli yıllarda, yani tarihin en erken çağlarında kurulmuş ANOV uygarlığından söz etmektedirler. Yabancı tarih araştırmacıları ve arkeologlar. Rus Arkeolog KOZLOV bu konuda bakınız neler söylüyor:
“Türkler, söylendiği ve sanıldığı gibi barbar değildir. Kendi çağlarında bilinebilen uygarlığın zirvesine ulaşmışlardır. Biz Çin kaynaklarına bakarak Türkleri göçebe bilirdik. Eğer Türkler şu toprak üstüne ve gün ışığına çıkarılmış KARAHOÇA’da oturmuşlarsa ki, oturmuşlardır. Onlar göçebe değildi. Tarihin pek erken çağlarında yerleşmişlerdir. Şu modern şehri ve daha başkalarını onlar kurmuşlardır.”
Bir başka Arkeolog Raphel Pomplly ise ANOV Türk uygarlığını ad belirterek şöyle anlatıyor:“Anov’da ki kültür ve uygarlığın uzun geçmişine baktığımız zaman Mezepotamya ve Mısır uygarlıklarından daha eski, en az MÖ.7 bin tarihinde Anov’da evli-barklı bir köy yaşamı görülür. Şüphe etmeden denilebilir ki, bu insanlar duvarlarını topraktan (Kerpiç) yapılmış üstleri kamışla, otla veya ağaç dallarıyla örtülmüş evlerde oturuyorlardı. Anov’da kadınlar yün iplik büküyor, kaba da olsa kumaş dokuyor, buğdayı değirmende öğütüyor, ekmeği fırında pişiriyordu. Sanatkarlar topraktan yapılmış çamura, eritilmiş veya kızartılmış (Tavlı) madene şekil ve renk vererek ev, av ve savaş aletleri yapıyorlardı.”
Lazlo Rozani, L. Lgetti, Kiselev, Brokelman, De Guines gibi arkeolog ve araştırmacıların yapıtlarındaki anlatıları okumanın gereğine inanıyırum Kökeni Orta Asyalı bir Türk olan Kazım Mirşan “Prototürk Bilginlerine Göre Astrofizik” adlı yapıtındaki anlatılarına yer vermek istiyorum. Yapıtın önsüzünde Kazım Mirşan şunları anlatıyor.
“ Bu gün tabiat bilimcilerinden bahsedildiği zaman MÖ. 370 yıllarında ölen Hipokratis’ten başlanılarak günümüzün büyük bilgini Albert Einstein’e gelinecek ve eğer bu liste 20 isim verilmek suretiyle kısıtlı tutulmuş ise, onların içinde hiçbir Türk bulunmayacaktır. Halbuki, BIRATAY ŞIRI, ATSAN, ASIÄž TUTUN, ÇISIYA TUTUN, APASANÇ SILIÇ TİGİN, QALIM QEYŞİ, QAYA KAL, QAMALA ve ANANTA ŞIRI gibi Türk bilginleri modern Astrofizik bilimimizin en değerli eserlerini eski çağlarda yazmışlardır.Daha da ilginci bu Türk bilginlere bilgilerini öğreten, ancak eserlerini, isimlerini bildirmeksizin yazmış olanların üstün insan olduklarının söylenebilmesi ve bu isimsiz bilginlerle beraber Türk bilginlerinin sayısı da düşünüldüğünde, söz konusu edilen Avrupalı bilginlerin sayısından çok daha fazla olmasıdır. Bir başka ilginçlik ise, Türk bilginlerinin astrofizik bilimine kattıkları bilgilere karşı konulamayacak kadar bu günkü astrofizik verileri ve hesaplamaları ile doğru olmasıdır “
Bilinebilen en erken çağlarda, en yüksek uygarlığı kuran Türk atalarının bu uygarlıkları, bu günkü tarih kitaplarına neden alınmadığının mantığı anlamak olanaklı değildir. Özellikle de ANOV uygarlığının temelini oluşturan ve 2500 yıl sürdüğü savlanan anaerkil dönemin araştırılıp ortaya çıkarılması gerekmiyor mu? Tarih kitaplarımızın bütün sayfaları Mezepotamya, Mısır, Yunan ve Roma, uygarlıklarına ayrılırken 3-5 sayfa da Orta Türk uygarlıklarına ayırlarak Türk insanının özgüven ve tarih bilincine katkıda bulunulmasının ne zararı olabilir ki? Ataların Tiyanşan yani Tanrı Dağlarının eteklerinden ve yerin kimileyin 120, kimileyin 90, 60, 30 ve 10 metre derinliğinden, yer altı sularını toplayarak 60 Km. uzaklıktan yer altı ana kanalları açmaları, yine bu ana kanalları 5000 Km. yi bulan yer altı kanal ağı kurarak yer altı sularını Turfan çöl havzasına taşıyarak tarım havzasına dönüştürenler bu şaheser mühendisliği nereden öğrenmişler ve nasıl yaratmışlar dı?
350-400 bin kişilik bir orduyu Orta Asya’dan alarak Avrupa’nın bütün bölgelerine taşıyan ve oralarda devletler kuran Türk ataları ne denli örgütleyici bir bilgiye sahiptiler... Bütün bunlar Batılı kaynakların savladığı gibi, göçebe kültürü ekseninde yorumlanması Türk tarihini saptırmaktan, Türk insanının özgüvenini ve belleğini silmekten başka bir şey değildir.Tarihçi Dr. Tahsin Ünal “ Göçebe bir ulusun mezarlığı olmaz. Kimi uluslar mezar taşı yapmayı ve mezar başına taş dikmeyi Türkler’den öğrendiklerini söylemektedir. ‘’ Orta Asya’nın büyük bir bölümü bugün bozkır da olsa, bu geniş bozkırlarda tarihin bilinebilen en erken çağlarda uygarlıklar yaratmak, savruk bir göçebe kültürünün değil, yerleşik bir Türk dehasının bir ürünü olsa gerekir.
Tarih bir ulusun sicil kaydıdır. Bunları kağıt üzerine yazarak bir övgü ve övülmenin ereğinde değilim. Tarih bir ulusun özgüvenini pekiştiren ve geleceğe yönlendiren bir bilimdir. Ve tarih bir ulusun belleğidir.Tarih bilinci olmayan bir, ulus hiçbir değerinin bilincinde değildir. Bilinçsiz, duyarsız, okumayan, üretmeyen, özgüvenden uzak bir ulus, bilinçli uluslar için avlanacak bir ulustur. Bu denli bilinçsiz topluluklar, bilinçli ulusların yönlendirmeleri ile yönetilen birer halk yığınlarıdırlar. İşte Osmanlılar. Türk gerçeğini dışlayarak yeni bir ulus, Osmanlı ulusu yaratmak sevdasına kapılmalarının yarattığı sonuç. Kendi tarihinden başka bir ederi ve değeri kaldı mı? İşte Anadolu’nun eski uygarlıkları...Üç-beş yer altı ve yer üstü kalıntılarından başka geriye neleri kaldı. Ama binlerce yıldan bu yana yaşayan bir Türk gerçeği vardır. Yaşıyor ve yaşayacaktır da.
Atatürk devrimleri bu gerçeğin ve gücün güvencesidir.
KAYNAKÇA
1- Ligeti- Bilinmeyen İç Asya Çvr. Ş.Karataş İst.1946
2- Ş.Günaltay-Yakın Şark Tarihi Ank.1937
3- Rosany- Tarihte Türklük Ank.197l
4- Kazın Mirşan- Prototürk Bilginlerine göre Astrofizik
5- Dr. Tahsin Ünal-Türkün Sosyo Ekonomi Tarihi