SEBEB-İ TELİF
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
yaprakla yağmurun aşkı meselâ
kim olsa serpilen coşturuyor bizi
imreniyoruz başkalarının mahvına.
Yağmur mahvoluyor çarparak
kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında
yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur
silkiniyor vuran her damlayla.
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya
aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı
ilk önce damarlarımızda duyuyoruz çağıltısını
uzak iklimlerin
kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden
bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda
sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz:
Bize ait olan ne kadar uzakta!
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının düşünceleriyle değil.
“Üstümde yıldızlı gök” demişti Königsberg’li
“içerimde ahlâk yasası”.
Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?
İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek
idam mangasındasın içinde yasa varsa.
Girmem, girmedim mangalara
Yer etmedi adalet duygusu
içimde benim
çünkü ben
ömrümce adle boyun eğdim.
Yıldızlı gökten bana soracak olursanız
kösnüdüm ona karşı
onu hep altımda istedim.
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız.
Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek
hepimiz, herbirimiz gizli bir isimle adaşız
yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza kendi adımızla başlardık
bilmediğimiz bu isim, hesaptaki bu açık
belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım
aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı aşkın üzerine kendim yazarım.
HAYATIN ALTIN KURALLARI
Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşman gerekmez.
Bak, aynı zamanda da baktığını gören ol.
Geldiğin zaman boşluk dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.
Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma.
Seni seviyorum derken inanarak söyle.
Özür dilerken karşındakinin gözlerinin içine bak.
İlk görüşte aşka inan.
Evlenmeden önce en az altı ay nişanlı kal.
Asla başkalarının hayalleri ile dalga geçme.
Derinden ve inançla sev.
Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam anlamıyla yaşayamazsın.
Anlaşmazlıklarda dürüstçe savaş.
İnsanlar hakkında konuşulanlara inanıp, onlar hakkında karar verme.
İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz.
İnsanlara beklediğinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol.
Yavaş konuş ama hızlı düşün.
Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşır.
Eğer kaybedersen aklını da kaybetme.
Üç S'yi unutma:
Sevgi - herkese,
Saygı - kendine, başkalarına,
Sorumluluk - Tüm hareketlerin için.
Eğer hata yaptığını farkedersen, hemen onu düzeltmeye bak,
bile bile devam etme.
Konuşmayı sevdiğin biriyle evlen. Yaşın ilerledikçe sohbet her şeyden fazla önem kazanacaktır.
Anneni sev, say, ara.
Şunu bil ki, bazen sessiz kalmak en iyi cevaptır.
Sevdiklerinle tartışırken, o anı önemse, geçmişi kurcalama.
Satır aralarını da oku, bilgilerini paylaş.
Bilgi insanı kuşkudan, iyilik acı çekmekten, kararlılık korkudan kurtarır.
Dua et. Büyük güç verir.
Düşün. Daha da büyük güç verir.
Öperken gözlerini kapamayan sevgiliye güvenme.
Bazen istediğin bir şeyin olmaması senin için bir şanstır.
En iyi ilişkin, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacınızdan fazla olduğu zaman olacaktır.
Şunu bil ki; karakterin senin kaderindir.
Sınırsızca sev, her gönülde çiçek olacağına, bir gönülde buket ol.
Sevgi için kollarını kapalı tutma, sonra kendinden başka tutacak şey bulamazsın.
İçinden ne geliyorsa yap. Doğal ol.
Mutluluk, sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir.
Gülmek için mutluluğu bekleme, sonra tebessüm bile edemezsin...
HAYAT NEDİR?
Hayat çetele tutmak değildir. Seni kaç kişinin aradığı, kiminle çıktığın, kiminle evli olduğun demek de değildir. </SPAN>
Kimi öptüğün, hangi sporu yaptığın veya kimlerin seni sevdiği de değildir.
Hayat ayakkabıların, saçın, derinin rengi, nerede yaşadığın veya hangi okula gittiğin de değildir.
Aslında hayat, notlar, para, giysiler, girmeyi başardığın ya da başaramadığın okullar da, çalıştığın işler de değildir.
Hayat çok arkadaş sahibi olmak ya da yalnız olmak, kabul görmek ya da görmemek de değildir.
Hayat bunlar degildir.
Hayat kimi sevdiğin ve kimi incittiğindir.
Kendin için neler hissettiğindir.
Güven, mutluluk ve şefkattir.
Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır.
Hayat kıskançlığı yenmek, önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir. Neler söylediğin ve ne demek istediğindir, söylediklerinin arkasında durmandır. İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini olduğu gibi görmektir.
Her şeyden önemlisi, hayatını başkalarının hayatını olumlu yönde etkilemek için kullanmayı seçmektir.
İşte hayat, bu seçimlerden ibarettir.
İYİ VE KÖTÜ
Leonardo da Vinci 'Son Akşam Yemeği' isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı... İyi'yi İsa'nın bedeninde, Kötü'yü de İsa'nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı... </SPAN>
Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında, korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.
Aradan 3 yıl geçti. 'Son Akşam Yemeği' neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı... Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı.
Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı.
Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı.
Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu...
Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü.
BŞaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:
'Ben bu resmi daha önce gördüm...'
'Ne zaman?' diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı.
'Üç yıl önce' dedi adam..
'Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti...'
İyi ve Kötü'nün yüzü aynıdır...
Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır...
Paulo Coelho
('Şeytan ve Genç Kadın'dan)
KIZILDERİLİ'NİN DOÄžA ANLAYIŞI
1871 yılında doğan "Tatanga Mani" ya da Yürüyen Boğa adlı, yaşamı boyunca doğayı anlamaya çalışan Stoney kızılderilisi, yaşlılığında Kanada hükümeti tarafından Kızılderili halkının temsilcisi olarak bir dünya turuna çıkarılır. 87 yaşında, Londra'da yaptığı bir konuşmada, Kızılderililerin Yüce Ruh'la ve onun yarattığı doğa ile olan ilişkisini şu şekilde dile getirir:</SPAN>
"Biliyorsunuz, dağlar her zaman taş binalardan daha güzeldir. Şehirde yaşamak, yapay bir varoluştur. Orada birçok insan, ayaklarının altında gerçek toprağı hiç hissedemiyor, saksıdakiler dışında bitkilerin büyüyüşünü göremiyor ya da caddelerin ışıklarından geceleyin yıldızlarla süslenen büyüleyici gökyüzünü görebilecek kadar uzaklaşamıyor. İnsanlar Yüce Ruh'un yarattığı sahnelerden uzakta yaşadığında, onun kanunlarını da kolayca unutuyorlar.
Biz her şeyin yaratıcısı ve yöneticisi olan Yüce Ruh'la iyi geçiniyorduk. Siz beyazlar bizim vahşi olduğumuzu sandınız. Bizim dostlarımızı anlamadınız, anlamaya çalışmadınız. Biz güneşe, aya ya da rüzgara övgüler düzerken, siz bizim putlara taptığımızı söylediniz. Hiç anlamadan, yalnızca bizim tapınma şeklimiz sizinkinden farklı diye, bizi kayıp ruhlar olarak nitelediniz.
Biz Yüce Ruh'un eserlerini her şeyde görürdük, güneşte, ayda, ağaçlarda, rüzgârda ve dağlarda. Bazen bunlar aracılığıyla ona yaklaşırdık. Bu çok mu kötüydü? Bence biz Yüce Varlığa, bize putperest diyen beyazların çoğundan daha güçlü bir imanla, gerçek bir inançla bağlıyız. Doğaya ve doğanın yöneticisine yakın yaşayan Kızılderililer karanlıkta değildir.
Ağaçların konuştuğunu bilir miydiniz? Evet, konuşurlar. Birbirleriyle konuşurlar, kulak verirseniz sizinle de konuşacaklardır. Asıl sorun, beyazların dinlememesidir. Kızılderilileri dinlemeyi hiç bir zaman öğrenemediler, bu yüzden doğadaki başka sesleri dinleyeceklerini de hiç sanmıyorum. Oysa ben ağaçlardan çok şey öğrendim, bazen hava, bazen hayvanlar, bazen de Yüce ruh hakkında.
KENDİNE GEL!!!
Ahh ahhh! Acaba hiç düşündünmü aşık olmayı, aşık olupta kendine gelemeyenleri. Aslında aşk bir büyüdür. Aman haa kapılıverirsin sakın aşık olmayı merak etme. Şöyle bir bakarsın gelip geçen yıllara, geri dönmek istersin ama vakit çoktan 9 vapurunu kaçırmaya yetmiştir. İşte senin can düşmanın o zaman var ya... Alır götürür uzaklara seni bir bakmışsın alnına kadar sarkan tel tel saçların arasından gözyaşlarına boğulmuş o gözler... İşte senin o an biter bütün hayatın. Artık hayatı neyleyim dersin. Onca yıllar şerit gibi geçer, şöyle bir dokunmak istersin ama olmaz sadece gözyaşlarınla arkasından ağlayabilirsin. Aslında bizler hergün ölüyoruz. Hani nerde ahmet amca'nın ayvalarına daldığımız o günler, bahçelerden koparıp kaçtığımız o güller nerde, nerde o aşıklar gibi elele dolaştığın manitalar, nerde o delikanlılık uğruna dayak yiye yiye dayak atmayı öğrendiğin günler; haydi söyle cevabını. Söyleyemezsin. Çünkü hepsi öldü. Sen aslında hergün ölüyorsun ama farkında değilsin. Hergün öle öle büyüyor ve son ölüme doğru gidiyorsun...
KAZANMAK HAKKINDA
Başlama işareti verilince, hepsi birlikte başladılar. Bir hamlede başlamadılar belki ama yarışı bitirmek ve kazanmak için istekliydiler.
Yarışa başlar başlamaz içlerinden genç bir delikanlı tökezleyip yere düştü ve ağlamaya başladı. Diğer sekiz kişi oğlanın ağlamasını duydular. Yavaşladılar ve geriye baktılar. Sonra hepsi yönlerini değiştirdiler ve geriye döndüler. Oğlanın yanına geldiler. İçlerinden Down Sendrom' lu bir kız eğilip oğlanı öptü ve "Bu onun daha iyi hissetmesini sağlar" dedi.
Sonra dokuzu birden kolkola girdiler ve bitiş çizgişine doğru hep birlikte yürüdüler. Stadyumdaki herkes ayağa kalkıp dakikalarca onları alkışladı.
Orada bulunan insanlar hâlâ bu öyküyü anlatıyorlar. Neden? Çünkü şu tek şeyi derinden bilmekteyiz :
Bu hayatta önemli olan şey, kendimiz için kazanmaktan çok daha ötede olan bir şeydir. Bu hayatta önemli olan, yavaşlamak ve rotanızı degiştirmek anlamına gelse bile diğerlerinin de kazanması için yardım etmektir
KAÇ KİŞİ BÖYLE SEVEBİLİR?
Otobüs yolcuları elinde beyaz bir baston taşıyan genç ve güzel kadının otobüse binişini içten gelen bir sempati ile izlediler. Basamakları geçti. Boş olduğu söylenen koltuğu el yordamı ile buldu. Oturdu. Çantasını kucağına aldı. Bastonu koltuğa yasladı. </SPAN>
34 yaşındaki Susan, bir yıldır görmüyordu. Bir yanlış teşhis sonucu görmez olmuş, birden karanlık bir dünyanın içine düşmüştü. Öfke... Kızgınlık... Kendine acıma.. Hayatta tek dayanağı artık kocası Mark'tı.. Mark Hava Kuvvetleri'nde subaydı. Susan'ı bütün kalbi ile seviyordu.
Susan gözlerini kaybedince, Mark karısının içine düştüğü umutsuzluğu hemen farketmişti. Ona yeniden güç kazanması, kaybettiği kendine güvene yeniden sahip olması için yardım etmeliydi. Susan gene kendi kendine yeterli olduğuna inanmalı, kimseye bağımlı olmadan yaşayabilmeliydi. Sonunda Susan'ı işine dönmeye ikna etti.
Peki ama evden işe nasıl gidecekti? Genelde otobüsle giderdi. Ama şimdi koca kenti bir uçtan ötekine tek başına geçmekten korkuyordu. Mark her sabah onu arabası ile işe bırakmayı önerdi. Kendi işi tam aksi yönde olduğu halde...
İlk günler Susan kendini rahat hissetti. Mark da, "Görmüyorum, artık hiçbir işe yaramam" diyen karısını çalışmaya başlattığı için mutluydu. Ama bir süre sonra Mark işlerin iyi gitmediğini farketti. Başkasına bağımlı yaşamın Susan'ı mutlu etmesi mümkün değildi.
İşe eskiden olduğu gibi kendi başına otobüsle gitmeliydi. Ama Susan hâlâ o kadar hassas, o kadar kırılgan, o kadar öfkeliydi ki... Ne yapabilirdi?
"Otobüs" lafı ağzından çıkar çıkmaz, Susan öfkeyle haykırdı:
"Nasıl yaparım?.. Görmüyor musun, ben körüm!.. Nerde olduğumu nerden bilirim, nereye gittiğimi nasıl anlarım! Galiba sana ağır gelmeye başladım, beni başından atmaya çalışıyorsun.."
Duydukları Mark'ın kalbini fena halde kırdı. Ama ne yapacağını biliyordu...
"Her sabah ve akşam otobüsünü arabamla takip edeceğim. Sen bu yolculuğu tek başına yapmaya hazır olana dek sürecek bu..."
Tam iki hafta Mark, Susan'ın otobüsünün arkasından gitti. İki hafta boyu karısına görme dışındaki duyularını nasıl kullanacağını anlattı. Özellikle duymanın pek çok sorunu çözeceğini izah etti. Kulakları ona nerede olduğunu söyleyebilirdi. Yeni yaşam tarzına alışmasına yardımcı olabilirdi. Otobüs şoförü ile ahbap olursa, her şey kolaylaşır, şoför her gün ona önde bir yer bile ayırırdı.
Nihayet Susan, yolculuğu tek başına yapmaya hazır olduğunu hissetti. Pazartesi sabahı geldi... Ayrılırken, otobüsünün geçici eskortu kocasına, hayattaki en büyük dostuna sarıldı. Gözleri yaşla doluydu Susan'ın... Kocasına öyle teşekkürle doluydu ki... Onun sabrı, sadakati, desteği ve sevgisiyle umutsuzluk uçurumundan nasıl çıkmış, nasıl yeniden hayata dönmüştü..
"Allahaısmarladık" dedi kocasına ve uzun zamandan beri ilk defa ters yönlerde yola çıktılar.
Pazartesi.. Salı.. Çarsamba. Her gün mükemmel geçti Susan için.. Kendini hiç bu kadar iyi hissetmemişti. Yapıyordu.. Başarıyordu. Tek başına başarıyordu.. Kendi kendine gidip gelebiliyordu işte. Cuma sabahı, Susan her günkü gibi otobüse bindi. Ofisinin karşısındaki durakta inerken bilet parasını uzattı şoföre.. .
"Sizi kıskanıyorum bayan" dedi, şoför..
Susan şoförün başkasına hitap ettiğini düşündü... Bir körün gıpta edilecek nesi olabilirdi ki?..
"Sizin kadar sevilmek, sizin kadar şefkat ve sevgiyle korunmak çok hoş bir duygu olmalı bayan" dedi şoför..
"Nasıl yani" dedi, Susan..
"Bir haftadır, her sabah yakışıklı bir subay köşede duruyor ve siz otobüsten inene kadar izliyor. Yolu kazasız geçmenize bakıyor, ofisinize girene kadar oradan ayrılmıyor. Sonra size bir öpücük yolluyor, elini sallıyor ve yürüyüp gidiyor. Siz çok talihli bir kadınsınız bayan.."
Mutluluk gözyaşları Susan'ın yanaklarından akmaya başladı.Ve birden hatırladı... Mark'ı hiç görmüyordu ama, bir haftadır yanında olduğunu, hem de öyle kuvvetli hissediyordu ki..Talihli, gerçekten çok talihli idi.Öyle bir armağan vermişti ki ona hayat, görmekten daha değerliydi.
Bu armağanın varlığına inanması için görmesi gerekmiyordu..... Sevginin aydınlatmayacağı hiçbir karanlık yoktu çünkü...
KENDİSİ İLE BARIŞANA NE MUTLU
Dün yine dilimde şarkılarla çıktım evden. Hava kapalıymış, soğukmuş ne gam. İçimde lunapark, karınca yuvasına basmamaya özen göstererek geçtim toprak yoldan. Şarkımın makamı değişti, az daha göbek atacaktım. Derin derin çektim içime kışın kokusunu, şöyle bir gerindim. </SPAN>
Bir parka girdim sonra, mutlu mutlu yürüdüm gülümseyerek. İlerde, bir bankın üstünde kendimi gördüm. Oturmuş düşünceli düşünceli sigara içiyordum. Yanıma yaklaştım.
- "Oturabilir miyim?" dedim. Bana hiç bakmadan başını salladı.
- "Ne düşünüyorsun?" diye sordum.
- "Karışık, sen anlamazsın." dedi önüne bakarak. Sonra sigarasından sıkı bir nefes çekip, "Çok karışık..." diye dumanları savurdu ağzından.
- "Her zaman bir çözüm yolu vardır." dedim.
- "Ukalâ," dedi. "Hayatım boyunca hiç derin düşündün mü sen? Hiç korktun mu? Tasalandın mı? Riskleri hesap edip planlar kurdun mu? Senin için hava hoş. Dilinde şarkılar, deli başında bahar, vur patlasın çal oynasın. Nasıl böyle iyimser olabiliyorsun?"
- "İşim bu" dedim.
İlk kez dönüp baktı yüzüme, gözlerimin taa içine. Ne mutlu, gözlerimi kaçırmadım kendimden.
- "Yaşam nedir sence?" dedi.
- "Şu andır işte" dedim. "Yani nasıl diyeyim, sur dibinde kıvırcık, kuş dilinde pütürcük, yaz gününde bürümcük. Evet evet tam olarak budur yaşam."
- "Bu kadar basit öyle mi?" dedi.
- "Öyle." dedim.
- "Peki benim de senin gibi olmamı ister misin?" diye sordu.
- "Sakın haa!" diye bağırmışım. "Sen benim gibi olursan, nerede durmamız gerektiğini kim söyleyecek bize, kim riskleri hesap edip plan kuracak? Kim korkacak, kim kızacak, kim derin düşünecek ve kim ağlayacak insan gibi? Senin de işin bu..."
- "Demek ömür boyu ben böyle kalacağım, sense gülüp eğleneceksin."dedi.
- "Üzülme" dedim, "Ben hep yanında olacağım. Sen kederlendiğinde sırtına vurup, 'hadii boş ver, sur dibinde kıvırcık, kuş dilinde pütürcük, yaz gününde bürümcüktür yaşamak' diyeceğim. En çaresiz anında omzunda omzumu bulacaksın. Ve sen, sen sevgili ben, ben hiçbir şeyden habersiz lay lay lom düşerken hatalara, uçurumların kenarında kaygısızca seksek oynarken, yetişip tutacaksın kolumdan.
O ilk kez tebessüm etti ve ilk kez gözlerim doldu benim. Sarıldım boynuma.
- "İyi ki varsın" dedi. Ellerimle ellerimi tuttu sıkıca.
- "İyi ki varsın" dedim. Ve işte böylece barıştım kendimle.
Kalkıp hoplaya zıplaya yoluma gitmeden önce yüzüne baktım, gözlerinin taa içine. Ne mutlu gözlerimi kaçırmadım kendimden.
KULAKLARA KÜPELER...
1- Aklını kullan.
2- İyice tanımadan hiçbir insana bağlanma.
3- Bitmemiş ilişkilerin üzerine ilişki kurma. Acı çeken sen olursun.
4- İyice soruşturup diğer insanların da haklı olabileceğini düşün.
5- Seni takmayanı sen hiç takma, konuşmayanla asla konuşma.
6- Güvenmediğin biriyle asla çıkma.
7- Yalanını yakaladığın kişinin düzelebileceğini düşünme.
8- İnsanlara doğru değer ver, hak etmeyenleri sil.
9- Kimseye yalvarma.
10- Asla dönüp de arkana bakma.
11- Sır tutmasını bil.
12- Dostlarının sevgilinden daha önemli olduğunu unutma. Onları asla sevgilin için satma.
13- Hak ettiğin sevgiyi alamadın mı kendini üzme, sorun sen değilsin.
14- Kimsenin lafiyla dolduruşa gelme, ama aklının bir köşesinde de tut.
15- Kafanda bitirdikten sonra iki çift tatlı söz, iki damla göz yaşı için asla yumuşama.
16- Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et.
17- Seni dinleyip anlama niyeti olmayanlarla tartışma.
18- Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etme.
19- Eğer verdiğin sır o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır verme.
20- Dostun olacak insanları bazı kriterlere göre belirle.
21- Kendini öven insanlardan kaç.
22- Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma.
23- Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma.
24- Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni dinliyorlarsa onların öğütlerini gözardı etme.
25- Göz göre göre su birikintilerine taş atma, mutlaka üstüne sıçrar.
26- Kendinin herkesten daha önemli olduğunu unutma.
27- Sen istemediğin sürece tanrı dışında kimsenin seni üzemeyeceğini aklından çıkarma.
28- Göz yaşlarının değerini bil. Onları hak etmeyenler için harcama.
29- Sana bahşedilen zekâyı kullanmayarak tanrıya hakaret etme.
30- Senin zekâna inanan insanları hayal kırıklığına uğratma.
31- Kendini sev.
32- Alkol alınca kontrolünü yitirenlerle asla tartışma.
33- Dışarıdaki güneşe bakıp gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek olduğunu unutma.
34- Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakârlık yapma.
35- İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama kazandığın insanların değerini bil.
36- Aşkta bile mantığına küsme. Kalbin doğru yolu bulacak içgüdüye sahip değil.
37- Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla övünmesine fırsat verme.
38- Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanılabilecek hiçbir koz verme.
39- İstediğini almak için asla duygu sömürüsü yapma.
40- Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme.